24 Mart 2008 Pazartesi

Çocuk ve Aşk

Neden bir sevenim yok Abi, kızlar bana bakmıyor?

Hakikati seven yoktur, üzülme. Sevildiğinde kork.

Beni ben olarak mı sevmiyolar o zaman Abi?

Hayır, seni sen olarak sevemiyorlar. Seni bilen yok ki.

Sevdiklerinde neyi seviyorlar?

Bir hayali, bir hayaleti.

Büyük şeyler yani, Abi?

Yok canım, büyük şeyleri göremiyorlar, meselâ seni, sendeki içtenliği, insaniyeti.

Beni seven olur mu Abi, bir gün?

Olmasa ölür müsün? Tamam, olur elbette.

Seni seven oldu mu Abi?

O kadar emin bakma. Ya olmadı dersem? Gene de rahatlayacaksın tabii ki. Tamam, tamam, üzüleceksin de.

Seni nasıl sevemezler Abi, seni sevmeyen yok ki?

Bu sevmeler farklı Ufaklık. Ama, evet, senin bahsettiğin sevmeden geçer, sevilmede sözünü ettiğin sevmek.

Yani sokaktaki insanlar kadar, sana çay getiriren çırak kadar sevseler yetmez mi Abi

O kadar seven var mı canım insanı?

Kızlar başka türlü mü seviyor Abi?

Yok canım, ama daha gerçekçiler derdik eskiden, şimdi daha hayalîler gibi. Biraz başka hesaplı kitaplılar belki, bilemiyorum ki rahatlarına ne geliyor?

Senin bilmediğin bişi yoktur Abi?

Olmaz mı yav? Kendime bile hayrım yok. Sizlerden başka kimsesi olmayan birisi ne kadar bilmiş olabilir?

Yok Abi, sen nelerden geçmişsin.

Peki canım. Sor, madem başladın. Kurtuluş yok.

Abi, ev geçindiremem diye mi düşünüyolar, ama, aylaklarla, manyaklarla dolaşıyolar.

Eskiden davulcuya ya da zurnacıya varır derlerdi, kızların gönülne bıraksan. Hangisi doğru sence, o halde? Aylaklara mı? Rahatlarına gelene mi?

Abi, davulcu da iş sahibi. Ter döküyo gece yarıları.

Elbette canım. Ben de çaldım davul.

Kızlar demek davulcuya da varmıyo. Bana da öğretsene?

Tabii, tabii. Kızlara hevesin kalmadı galiba, davulculukta para falan yok ama.

Abi, yani, biz de beğenilelim istiyoruz, bir gün.

Seni beğenmeyen ölsün.

Yok Abi ölmesin, günah.

Peki, gönlün kadarını bul.

Gönlüm büyük Abi, o kadarı bulunmaz.

Fesüphanallah. Kendine güvenen bir insan var galiba yanımda.

Abi, dümdüz ediliyoz hep. Adam yerine konmuyoz. İtilip kakılıyoz.

Dümdüz edilerek doğruluyoruz Evlât. Adam oluyoruz.

Adamlık kaç para Abi?

Evet, adamlığa paha biçilmez.

Abi, sana laf yetiştirmesi ne kadar güç. Senin gibi olsam, kızlar yüz vermese de olur.

Benim gibi sürünmeyi neden isteyesin? Aklından zorun mu var?

Abi, kızım olsa sana verirdim.

Asıl ben, kızım olsa sana verirdim ey veled diyeceğim ama, daha üç senelik ömür yaşadın. Öyle sınanmadan adam yerine konmak yok.

Abi, sen bütün imtihanları geçtin yani?

Nerdee. Bi senle bile başa çıkamıyom.

Abi, senin gibi bir babam olsaydı, ne kadar farklı olurdum.

Benim gibi bir Abin var ne farkediyor Ulan. Baban sizin için it gibi çalışıyo.

Abi, seni seven oldu mu hiç? Yani çok seven. Yani peşin sıra gelmek isteyen. Yani camın önünde bekleyen, karakolların, mapusanelerin önünde gezinen, uçaklardan, gemilerden inenlere bakınan, yiyemeyen, içemeyen, filmlerdeki gibi? Tamam Abi, karıştırmıyom.

Oğlum, milyon kişide birisi bekler. Milyonlarca insandan bir kaçı sever.

Ama bak, sokaktaki herkes insan gibi.

Oğlum, onlar kaç kişi. Bütün sevenler sokakta bugün galiba.

Ama Abi?

Evladım, halk sokaklardan korkar halde. Sen herkesi korkutanın gözlerinde bile aşk okuyorsun. Sokakta kalan da halkdan korkuyor.

Abi biz halk değil miyiz?

Lafın gelişi dedim. Biz seçkinleriz, evlâdım?

Sokağın efendileri miyiz?

Yok, ruhumuzun efendileriyiz.

Anladım Abi.

Neyi anladın yine bacaksız.

Büyük işler Abi ya. Onu anladım.

...?

Abi seni düşüncesiz görsem, kızlara boşverecem.

Köpeklere su taşıyodun yazın, evi boşverip. Kızlar sana bakar mı Koçum?

Bakmasın be Abi. Sana çekiyoz.

Yav, ben ne zaman su taşıdım?

Abi Babamlar senden korkudan bana karışamadı. Suyu sen taşıdın, burda oturup.

Çay söylüyorum. Açık olsun diyecek kadar küçük. Cebinden yarım simit çıkarıyor. Bana uzatacakken, kuyruk sallayan köpeğin önüne atıyor. Köpek, kuyruk sallamada hızını alamıyor. Sakin sakin, uysal uysal sallıyor. Neden sonra simide eğiliyor. Açlıktan sallamadığını, sadece selamladığını söylemek istedi galiba?

Evet Abi. Çok haysiyetlidir. Ama aç. Gidip önünden simidi alsam, gene kuyruk sallayacak, ama gözleriyle ağlayacak da. Benim gördüğümü neden kimse görmüyor?

Seni görmüyolar ki, gördüğünü görsünler be Çocuk?

Orası öyle Abi.

Yani bir gün sevmediğim, ya da beni sevmeyen bir insanla evlenebilirim, öyle mi Abi. Kaderime razı olacam?

Aşk bir kültür, bir incelik, bir terbiye evladım. O insanları sen yetiştireceksin.

Babam kötü iş yapmamış yani Abi. Cahil olsa da. Hiç bişey bilmese de.

Ama bilinenin, bilmenin arkasındakini bilir. O bilmelere varmanın duruşundan gelir.

Ya üniversiteye gidemezsem Abi? Çalışmaya devam edersem?

Adam olursun evlât. Bizim okuldan memnun değilsin yani, e kızlar sana varmaz tabii.

Adam olana varmazlarsa varmasınlar be Abi. Ama, çoluk çocuğun olur bizi görmezsin.

Ya sen bizi görmezsen Dayı?

Köpeği bile görüyom ya Abi. Sence?

Sana da laf yetişmiyo lan Velet.

Abi? Bize yemeğe gelsen?

Yok sağol, bekâr adam hiç bi yere sığmaz.

Kapıcı dairesine mi inmekten korkuyon Abi?

Rahat dur Evlât!

Abi, büyük adam olsan da bizle konuşur muydun?

Olmam, ama olsaydım, gazeteleri, ekmekleri bile dağıtırdım imtihanın olduğunda. Bunda ne var ya?

Yapardın Abi. ben de yaparım, her zaman.

Abi köpek sen olunca yaklaşmıyor.

Öğretmen sanıyodur. Sözlüye kaldırırım sanıyodur.

Yok Abi, size hürmeti var.

Benim de ona ve sana hürmetim var.

Estağfirullah Abi. Biliyom Abi.

Neyi biliyomuşun, söyle!

Kıkırdıyor. Annesi apartmanın bahçesinin duvar içindeki çalıların arasından eve çağırıyor. Akşam ezanı okunuyor. Derede taş kaydırıyorum. Köpek ağır ağır kuyruk sallayarak uzanacak, tenha bir yere yollanıyor. Vapur düdükleri.

Evde yemek yok.

Sahilde yalnız bir balıkçı yuvarlak bir mangal yavrusunu tutuşturmuş. Yalılara doğru hamsi kokusu yayılıyor.

Kolay gelsin Amca. Sahilden nasıl hamsi tuttunuz böyle?

Yok evladım. Mangal balıkçılara hoş görülüyor, eh biz de eski balıkçılardanız. Evde sıkıldım. Yalnız yiyemiyorum Hanımı kaybedeli beri. Olmuyor. Lokantaya alışmamışız. gitsek, acıyorlar, konu komşu çağırıyor. Oğlanın tayini çıktı, kızı da everdik. Bana da gelebilecek misafirlere de yetecek kadar hamsi aldım. Balık tutarsam, yalılara ikram ederim, eski müşterilerimiz. Gül gibi geçinip gideriz.

Bıçakla yarılmış yarım ekmeği uzattı. Açtım, hamsileri maşayla dizmeye başladı. Tuz karabiber ektik. Sumaklı, maydonozlu soğan halkaları.

O kadar sessizdi ki Hanım. Ne ferah sessizlikmiş. Ne latif sessizlikmiş. O gidinceki sessizlik dayanılır gibi değil. Kulaklarım çınlıyor sürekli. Ylnızlığın sessizliği ile huzurun sessizliği ne kadar farklı, beyefendi, bilemezsiniz. Bir çay daha alır mıydınız? Evlâdım, bir çay daha.

Balık temizlemeyi sevmezdi. Balık kokmamdan da hoşlanmazdı. Eve gitmeden önce hamama giderdim. Üst baş değişirdim. Evden de temiz iş elbiseleriyle çıkardım. Hamamda yıkamadan eve götürmezdim. Hanıma hiç balık kokusuyla gitmedim. Evde her taraf mis gibi sabun kokardı. Su kokardı ev. Ben gelince çalışmazdı. Ne zaman yapar onca işi anlamazdım. Karşımda otururdu. Gülümserdi. Teğel sökerdi. Örgü örerdi. Bebekleri ayaklarında uyuturdu. Ben de ona ve çocuklara mısır patlatır, kestane közlerdim. Ayva soyar, nar ufalardım. Güzel balık yapardı. Ama mangal falan sevmezdi. Kaçamak yapmak istemiyorum, lâkin hoş da oluyor, sahilde. Sağolun beni soframda yalnız bırakmadınız.

Soru sormaması ne büyük incelikti. Hikayeme nereden başlayabilir, nasıl bitirebilirdim. Sessiz, ağır ağır çiğnedik lokmalarımızı.

Radyoyu evde unuttuk. Dışardan müzik gelse de, kendi müziğimiz olsa ne iyi olurdu dedi. Çaylar tazelendi, tahin helvasının kırıntılarını atıştırdık. Hanım müziksiz yemek sevmezdi. Konuşmama karışmazdı, anlatmama, dinlerdi, ama müziği bastırmamaya çalışırdım. Şimdi dinliyorum müziği dedi. Müziği ne kadar seviyormuşum, ama Hanımı daha da önemsiyormuşum. Evi özlüyordum, deniz bir dost, ama deniz buz gibi de. Eve ekmek götürmenin heyecanınyla titriyordum. O zamanlar benim için musiki sadece bir ufuk, bir fon gibiydi. Hayat cıvıl cıvıldı. Yine de öyle. Ama sonbaharı görünce, musiki başkalaşıyor. Torunlar gelince baharı görürüz yeniden, değişiriz mutlaka.

Elimi ağzımı kahvede yıkadım geldim. İç cebimi delerek yerleştirdiğim nısfiyeyi çıkardım. Bir isteğiniz var mı, Efendim dedim.

Gazete üzerine bağdaş kurdum ve rast'da gezinmeye başladım. Gemilerin balkonların ışıkları, sokak lambaları yanmaya başladı. Suda oynaşan balıklar.

Rast Methali bitirdiğimde ikimiz de konuşmadık. Gelen çaylar soğumuştu. Nısfiyeyi cebime soktum. Yol boyunca yürümeye başladım. Her taş, her ağaç, denizdeki her pırıltı, gramofonların cızırtısı, takılan kasetler, okuduğum bu incelikli, bu ağır kitabın arasına konulmuş birer hatırlatma nişanıydı, ayraçtı.

Hayat dayanılır şey değil ve hayat insanı hayretlere, hayranlıklara sürüklemeyecek bir şey değil.

Tanıdığım onca insanı da gecenin içine yürüşe sürükledim.


(Seni Seviyorum"dan üzerinde çalışılacak bir parça, düzeltilmedi)

23 Mart 2008 Pazar

"Sen Yaparsan Ben de Yaparım"

İnsan kendi eylediklerinin öznesi. Yapıyorsan kendi yapacağını, yapabileceğini yapıyorsun. Yapabileceklerinden konuşuyorsun.

İnsanın eylemi kendi yapması gerekeni aşıp misillemeye döndüğünde "adaletin tecellisi" mi söz konusu ediliyor? Bunu düşünebilmek çok zor. Adaletin deneyim alanında da ahlâkta olduğu gibi düşünme, seçme, bir duruştan eyleme var.

Bir duruştan dedim. Çoğu kez bir hayat tarzından, eyleme geleneğinden, elimizde olan kalıptan hareket ediyoruz. Tecihlerimiz her daim tek tek olası tüm seçeneklerin, imkânların üzerine eğilme biçiminde olmuyor. İtici gelen, hoş gelenlerin bize bıraktığı üzerine düşünüyoruz bazan. Hatta geride kalanlardan bizi en çok ne rahat ettiriyorsa ona yönelerek.

Hoş geleni seçiyorsak, buna seçim adı vermek uygun mu? Evet, başka türlü yapabilirliği düşündükçe, bir sorumluluğumuzu oldukça. Hoş gelenin hoş gelmesinin boş bir iş olmaması söz konusu ise.

Hızlı karar almalarda belli bir tecrübeyle, duruşla, eyleme tarzı ile hareket edebiliyoruz eylememiz gerekebiliyor. Kazadan, beladan, emrivakiden, hayatın dayatmalarından uzak kalamıyoruz. Oturup düşünecek zamanımız olmuyor çoğu kez. Bir kazada anaya mı yavruya mı, çocuğumuza mı, başkalarının çocuğuna mı, sevgiliye mi, insanlığa mı, tanımadığımız bir insana mı öncelik vereceğimiz bir karakter, hayat tarzı, eyleme geleneği içinde ve bir takım duruşlardan belirlenebiliyor. İmkânlarımızın kısıtlılığı, gücümüzün neye yettiği, karar verecek durumda olamayışlarımız, karşımıza ilk çıkanı çözümlememiz gereken durumlar, her daim çözüm hiyerarşileri kurmak zorunda olmayışımız da göz önünde tutulmalı, elbette.

İnsanın eylemesi bir başkasının eylediğine ya da eyleyeceğini sandığımıza misillemeye dönüştüğünde ne bir engelleyici eylem ne de bir gerekirliğin ifadesi söz konusu. Bir hak yerini buldu ifadesi bile değil. Gündeminizde olmayanı, ya da aslında hep gündeminizde gizlenmiş olanı yapıyorsunuz.

Karşı tarafa bir eleştiri içermiyor. Acıtan bir sorumsuzluk, bir olası acıtan sorumsuzlukla karşılanıyor. Belki acıtma başarılıyor. Ama eylemin kendisi ne oluyor? Eyleyen, bazan bir başkasını, yani üçüncü bir şahsı eylediğinin mesajına alet ediyor, araçlaştırıyor. Araç, kendince kârlı çıksa, o da kendinçe araççı davransa bile yine araç, yine araç: "Sen aldatırsan ben de aldatırım!"da mesela. "Sen çaldın ben de çalarım", "sen sınırı aştın ben de sınırı aşarım" biçiminde olduğunda ise başkası hiç yok, ya da yok sayılmakta.

"Aynısını yaparım"larda çoğu kez kendi şahsiyetini, karakterini koymama, insanlığından, "kendini biliş" halinden, kazandıklarındaninsan olarak kazandıklarından, temellendirdiklerinden vazgeçme söz konusu. Kuyruğumuza basılıyor, ısırıyoruz, basit, ama burada bile ısırıldığımız için ısırmıyoruz, bir meşru savunma halindeyiz. Şüphede, kuşkuda, olmamışı olmuş yapışlarımızda, endişede misillemeci oluşumuz, doğrudan saldırıya uğramamız halinden daha sorunlu. Saldırıya uğradığımızda tepkimizde bir ölçü tutturmak, saldırıyı aşan bir tepkide bulnmamak durumunda oluyoruz. Kuyruğuna basılabileceğini bilen, kalabalıkta yaşayan hayvan dostlarımız daha az şaşırabiliyor, daha az saldırgan davranıyor. Onların dahi refleksin ötesine geçmelerini hoş görmüyoruz. Belli bir terbiyede kalmalarını bekliyoruz. Ama belli hukuklar da yazıyoruz, nüanse ediyoruz, farklılıklar yakalıyoruz. Evde kedimizin şımarıp tırmıklaması ile sokakta bir kedinin üzerimize atlaması gözümüzde farklı, ikincisini daha zor hoş görüyoruz. Ama, kedimizin önündekini temizlerken saldırmasına kızabilirken, sokaktaki bir kedinin, ya da komşunun kedisinin ciğerine dokunursak öfkeleneceğini de biliyoruz, öfkeyi kabulleniyoruz. Bir kediden dahi farklı şartlarda farklı beklentilerimiz, terbiye ve davranış ifadeleri beklediğimiz oluyor. Farklı kedilerden farklı davranış, eyleyiş biçimleri beklediğimiz gibi.

Misillemenin, karşılık vermenin gerektiği anlar olabilir mi? Bir terbiye edici, kişilik kurucu yanı olabilir mi? Bazan, belki. Bir insana "yaptığın şunu hissettiriyor" diyebilmek için, bir hareketin başkaları için ne demek olduğunu düşüncesizce yapıp durana öğretebilmek için, belki. Yani, karşı tarafa acı çektirmeden çok bir şey öğretme yükümlülüğünün ağır bastığında. "Vurma acıyor", "sen batırırsan iğneyi bak ben de batırırım, canın yanar" gibi. Belki azcık dokundurmak gerekebilir de bazan, bir şeyin acıttığı gösterilebilir. Ancak, geriye dönüşsüzlüklere, zulme, eziyetle, kendini ya da başkasını aç köpeklerin önüne atmakla, başkalarını kullanmakla, kendini kullandırmakla olacak iş değil bu öğretme, gösterme, işaret etme.

Yanlış yapan düzeltebilir. Yanlış anlaşılmış da olabilir. Zanna karşılık veren, ne yaptığını bilerek, seçerek eylese de, kendince ölçülü, rasyonel bir tepki koysa da bir insanın yapmaması, insanlarca yapılmaması gerekenin alanına girmiş oluyor, kendisini kendisi yapan alanı, kendiliğin alanını zorluyor, kendi sınırlarını da olumsuz anlamda tanımlıyor, belirliyor, kendini oluşunu, oluşum hukukunu da farkına varmadan tartışmaya açıyor.

Öfkeyle kalkmak sanırım, etraftan çok, insanın kendisi için, kendi kişiliği için tehlikeli. Kişilik ve bireysellik insanî eylemenin çıkış evi. Evi yıkıyorsun, evini yağmalıyorsun. Kazandığını kaybediyorsun, kendi özgürlüğük alanını genişletiyormuş edasıyla fakirleştiriyorsun.

Karşı tarafı üzmek, ya da intikamın tatlı gelişi bir denge sağlayabilir mi? Bazan, mümkün. Kısa vadede. Kısa vadeli olan, ayakta tutan olduğunda. Geriyedönüşsüzlük, "pişmanlık imkânı"ndan yoksun oluş'un acısı, tırmalayıcılığı da unutulmamalı. Kendini ve başkalarını araç eden, vicdanını da boğmak zorunda kalıyor zamanla, istisnayı kurala doğru çevirdiğinde, yani, yanlışlığı kavrayıp bir anlamaya, kişilik tahkimine çevirmedikçe. Tepkicilik kurallaştırıldığında, rahatlatlama sibobuna dönüştüğünde.

"Sen yaparsan ben de yaparım" diyene şunu diyeceğiz: Bu senin tercihinse, beklediğinse, istediğinse, yapamadan edemediğinse, yap, ama yapmadan önce, ve yaptıktan sonra bir düşün. Bir hareketimi hatalı görüyorsan, eleştirmelisin, karşı çıkmalısın. Karşı koymalısın. Olmuyorsa defterden silmelisin beni, def etmelisin, bizi, bunu yapanı, yapanları. En karşı çıktığın şeye sorunsuzca dalabiliyorsan, bazan bir yakıştırmayla, bazan da diyelim ki bilerek, görerek. Bu nasıl bir karşı çıkış, karşı koyuş? Bir de yanıldıysan, bu hukukla nasıl başkalarıyla hayat sürdürebilirsin? Bu güvensizliğin üzerine git, bunu yaşadığını hissettir, karşı tarafın hayatını esir alacağına kendi sorununu çözmeyi, birlikte aşmayı hedefle. Yok, öyle değil de karşı taraf seni sürekli geriyor, bildiğini okuyor, rencide ediyorsa, bir anlamı varsa karşı çık. İşlemiyorsa, işlemesi gerekiyorsa, bir yolu da bulunamıyorsa, ipleri kopar. Koparmak istemiyorsan, hayatını bir intikam projesine çevirme. "Sen gidersen ben de giderim. Sen alırsan ben de alırım. Sen söylersen ben de söylerim. Sen yaparsan ben de yaparım"ların yerine, kendin gibi yaşa. Hayatını zehir etme, kendine, kedine, insanlara, insanlığa.

Dik dur. Başkalarına misillemelerde bulunmanın alanı değil eylemenin alanı, kişiliğin, kültürün, geleneğin; bundan önce yapılmışların alanına yani geleneğe, göreneğe eleştirinin; insanla, insnlıkla buluşmanın, kavuşmanın çıkış noktasında bir yerlerde.

Kaba, çirkin, uyuşmuş, uyuşturulmuş, kindar, yırtıcı, kendisi için başkası ve başkasının dünyası olmayan çıkış noktalarının etiği, estetiği, hukuku yok. İnsan olmayı reddetmek ve insanın kültürünü savunmak diye birşey yok.

İntikam, misilleme isteği insani duyguların, itkilerin, dürtülerin, hattâ güdülerin eseri. Kırılmışlık, kırılganlık, kırılabilirlik halinden kim imtina edebilir ki? Çıkış, karşı tarafa takılıp kalmayı bir an bırakıp, ne yaptığımıza, yapabileceğimize, yapacağımıza bakabilmekte.

Hissetmek ayıp değil kini, öfkeyi, intikam duygusunu. Tepkiselliği yenebilmek, düşünebilmek, kendi ufkunu ve insanlığını genişletebilmek önemli olan. İnsan herşeyi kolay yenemiyor, kolay aşamıyor. Ama insanlık bu ve buralarda başlıyor.
Öğrenmeye, kavramaya, anlamaya açıklığımız bir öğrenilmeye açıklık alanı da oluşturuyor, bir kapı aralıyor. Başkalarına ders verici halimiz değil.
Sözü esirgememek, hakikatten kaçmamak gerek. Bu yanıbaşımızdakinin yeryüzündeki cehennemini kurmakla olacak iş değil, değil, değil.
("Sen yaparsan bende yaparım"da bir karşılıklılık vurgusu varken, "sen ne yaparsan ben de yaparım"da fazladan bir de gönüllülük vurgusu var, bu ayrımlarına girmek istemedim, şimdilik, Efendim.)