6 Haziran 2008 Cuma

Aşk ve Yalnızlık

Aşk eninde sonunda yalnızlık gibi görünüyor dediklerinize de bakarsak?

Olur mu? Aşk bir insandan. Kollektif bir eylem değil ki. Yani hem kendimize kavuşmanın, hem başkalarını görmenin, onların bize bakışını anlamaya çalışmanın yurdunda yaşayış. Aşkta yanılsama yok mu? Var. Aşkın duvarlara çarpanı, yol keseni yok mu? Var. Ancak aşkın aşk olmaktan çıkması ile ilgili bunlar. Aşkın kültürü, tavrı, duruşu, terbiyesinin noksanlığı.

Üç dört senede aşkın bittiğini okuyoruz, evliliklerde, sonra dostluğa dönüşüyor, yalnız yaşanan yalnız bırakan bir iş. Ne diyorsunuz?

Derin bir nefes alıyorum önce. Aşk "bir kimya" imiş. İstatistikler, biyokimyacılar şunu bunu diyormuş. Sonra dostluğa, alışkanlığa dönüşüyormuş. Bunu diyenler kimler? Konformistler. Hiç aşık olmuşlar mı. Köpekler gibi ulumuşlar mı? Sevilmeye layık olmadığı düşünülen bir insan için, aşksız bir insan için bile neleri var neleri yok köpeklerin önüne atmışlar mı? Derisiz dolaşmışlar mı? Karşı tarafın gözünün içine bakmışlar mı? Yataklarından ömür boyu sevdiklerinin adını sayıklayarak kalkmışlar mı?

Bunlar çekim duyabiliyorlar atraksiyon yani. Beğenebiliyorlar, birbirlerine bazı özellikler yazabiliyorlar. Ama birbirlerinin gözünün içine bakmıyorlar. Bir insanı tanımak, bilmek, ne yapabileceğini kestirebilmek, ne düşündüğünü sezebilmek, söylemeden anlayabilmek, anladığını söylediğine tercih etmemek, kafa karışıklığıyla yaşamak yorucu da olsa, ne müthiş bir şey. Anlamak, sözüne saygı. Anlamak ne olduğu, söylediği ne olacağı ile ilgili, bu gerilimde nasıl olacağının derdinden bakabilmek. Bir insanın ne olduğu ile projesi yani ne olmak istediği arasında at koşturabilmek, takılıp kalabilmek, bunalabilmek bu insanların işi mi?

Rahatlar. Çizgili pijamaları ve terlikleri ya da pijamasız ve terliksiz dergi okuyucusu kılıkları bizi şaşırtmasın. Rahatlar. Kalıplarını yaşıyorlar. Gelenekçi ya da geleneksizler kendilerince ama aynı gelenekten, gelenekselliktenler. Aşık, hayat dünyasının, kültürünün, terbiyenin derinliklerinin, inceliklerin dünyasının, özgürlüğün ve sorumluluğun, boyun eğmezliğin ve boyun eğmişliğin, yolda oluşun, kalıpsızlığın, açık ufkun insanı.

Kalıplar kötü mü? Hayır. O sayede tek başımıza yapamayacağımızı yapıyor, bulamayacağımızı buluyoruz. Bulunca da bunuyoruz o ayrı. Herkes ufka açılsa, dünya dünyalıktan çıkar. Stabil olanda, gezinenin çekirdeği var, desteği var. Gezinende hayatı stabilize edici irfan deneyim, hayatla sınama hayatta sınama var. Kalıpla yaşayanlar da hayatsız deneyimsiz değil. Ancak her deneyim de sonuna kadar deneyim değil. Aşık çizgiyi biraz daha aşıyor. Ama bir alanda konformist olanın başka bir alandaki tecrübesine yaklaşamayabiliyor da. Yani ne birisi herşey, ne de ötekisi hiçbirşey.

Aşkta bir heder edici, yalnız bırakıcı, çökertici yan yok mu?

Aşkta evet bir keder, bir melankoliye dönüşebilecek yan, bir saplantısallık var elbette. Çaresi? İnsanın bütünlüğü. Terbiyeden geçmişliği. sorumluluğu inceliği.

Kültürlü oluş kapıp koparma, ukalalık, lafazanlık, malumatfüruşluk değil. Hayata, hayatına incelikle hakim olma işi, attan her daim düşebilecek usta bir binici kadar. Kültürlü oluş, insan oluş! İnsan olmayana kültürlü demek arif ve maarif kavramlarını yakmaktır. Şimdilerde ukalâlara, çakallara, asalaklara, ömür boyu çalışmamışlara, acımasızlara yetişmiş, kültürlü insan diyorlar. Yeni üniversite idealimiz bu ve kültüre kontra gidiyor! Sömürge okulları mı kurduk, kuruyoruz 12 eylülden bu yana? Aşık insan yarım insansa aşk ne yapsın? İnsan bir bütündür. Her yanı aynı anda gelişmez. Bir yanı bazan öbür yanlarını körleştirir, ya da ileri çeker. Evet insan hayatında bir ilerleme, gelişme söz konusu, bunu bireysel hayatta hemen gösterebiliyoruz. Toplumsal hayatta var mı başka bir konu, ileride ele alırız.

Ancak yarım insan zaten yarım kalmaya da niyetli insan. Aşık olamayan insan, karşı tarafı düşünemeyen insan, bütünleşemeyen, kendini tamamlayamayan insan da. Bu konformist tavır değil. Vahşet. Hayatı deney haline getirmişlik, ama deneyden öğrenemezlik. Kitapları, eserleri kutsama, onları yazanları ise yakma işi. Bir yağma.

Bir yağma estetiği, iğrencin kabanın estetiği. aşkın topşumsallaştırıcılığına, yumuşaklığına, tevazudan bakışına aykırı. Üstelik monologcu, sosyalizasyona cahil ve halk düşmanı.

Yani aşık olarak kurtulacağız?

Şaka yapmıyoruz, öyle demesek de. Aşksızlık, komşusuzluk, başkasızlık bir dert, adeta son vebamız!

Diyorum ki, başkasını anlayarak bize bakışını anlayarak, kendimizi buluyoruz. (Anlama nedir ne kadardır sorunlaştırmayalım hemen). Aşık'ın duruşunda temel bir insani özellik var dikkat edelim. Yarım insanın, ukalanın, bay bayan imajların aşkı ukala, hava atma aşkı, fetihçilik, avını gösterme işi.. Aşkta ukalalık olmaz. Aşk tevazu işi. Önünde eğilme işi. Buna mı aşık oldun denilebileceğe karşı bile öyle. Maşuk av değil. Maşuk başkalarına ganimet olarak anlatılmak için edinilmez kapılmaz. Önünde eğilirsin. İsyan edersin. Çeker gidersin. Kendisi için istediğinden asla azını istemezsin, önermezsin. Kendisinde bulduğundan azını bulmazsın.

Esir almaz, hapsetmez, ama lakayt da kalmaz aşık. Aşık bazan kafayı yer, halıyı, çayırı ısırır, aşksızdan daha çılgındır belki ama, çılgınlığı aklıbaşında bir çılgınlık, ahl3aklı bir çılgınlık, ölüçülülüğün, had hududun çılgınlığıdır.

Had hudut aşılmaz mı hiç Efendim?

Bazan, bazı şeyler, mantığının sonuna kadar götürülür. Götüren, sınırları aşmanın ustasıdır, derisini de riske atar, riskini de. Usta değilse, insanlıkta tecrübeli değilse, en deli haline bile insanlığı sindirememişse, yine de yumuşak huylu bir yanı hakim olursa iyi meczup olur halk indinde korunur, değilse taşlanarak sürülür. Bu iş böyle, inancı bile sonuna kadar götürürsen, akıl gibi, bilim gibi, neyi sınırlarına taşırsan, taşlanma ihtimali doğar. Denge ve orta nokta her alanda kolay tutturulmaz. Anlaşılır söylemek içinse anlamaya başlamak lazım, bu kısmı da retorik, sanıldığından ciddi iş.

Aşk, yalnızların işi başka bir anlamında ama?

Evet, bireylerin işi en derin anlamında. Kaçışın değil, olacağını olmuşluğun, atılacağı atarlığın alanında. Oluş içinde, ama yok oluş içinde de.

Ancak, aşk yalnızlaştırıcı değil, başkasını açıcı. Aşık yalnız kalsa da, yalnız kalan bir öncü. Bir sınır nöbetçisi. Bir mayınlı tarla kuzusu.

Aşık üç dört senede usanmaz, uslanmaz diyorsunuz.

Diyorum ki, aşık, üç dört senede aşık bile olamaz. terbiye ömür boyu sürer. Aşkın terbiyesi ne çetindir. insanlık dahi insanı insanlıktan çıkarır, çivilerini çıkarır, ama yerine de oturtur. İnsan oluş, adam gibi adam, hatun gibi hatun oluş zaman ister, emek ister, didinme ister, mangal yürek ister ve de aşk ister. Aşk yolu bile aşksız olmaz. Aşkın kıvılcımı çakacak gözünüzde.

Aşkın metafiziğine doğru mu gidiyoruz?

Hayır, edebiyatına, kültürüne, geleneğine, lafzına, hakikatine. Söylediklerimiz ontolojikten çok ontik olanın alanında olabilirdi, emin değilim, çünkü, ben başka bir yerden temellendiriyorum. Bir bilinmeyenden. Herkesin bildiği yani: Geleneğimiz! İşin başındayız. Analitik olarak yerleştirme sonraki iş.

Son bir soru, İlahi aşk dışında bir devamlılık görülmemekte iken siz hepsine devamlılık yazıyorsunuz.

Şimdi bazıları ilahî aşkı da insanî aşka uyduruyorlar. Naz şu bu gibi kavramlar. Bazıları gerçekten yerinde ve güzel kullanılmış bir diyeceğim yok. Ancak sadece edebî sanatların devrede olduğunu, mecazî okumasını bilmek kaydıyla. Ben tersine diyorum ki, manevisinde de manevi olmayanında da aşk karşısındakine öncelik veriştir. Bunu başka söyleyenler de var, vardır, ilk ben değilim, olamam. Ancak evet, bu konudaki iddiasallığı çıkarabiliyorum ya da çıkarsayabiliyorum, iddiam büyük görünüyor bazan yani iddalı görünüyor iddiam, oysa hayat dünyamızı okumak yeterli. Bu anlayış zaten var, tasnif et, eleştir üzerinde düşün. Düşünmek ille de bu değil, bunu bir yöntem olarak sunmuyorum. Aşık, yoldadır. İhtimamın yolunda, karşısındakini okumanın dinlemenin anlamanın yolunda. Dinleyerek bakar. Bakarak da dinleyebilir. Görmeyebilir de. Görülmeyeni de farkedebilir. Başka bir dikkatin hayatı(ndayız).

Aşıklık tek yanlılık da oluşturabilir. Bunlar mevzumuz değil. Burada aşkın aşık'ı içe çekebileceğini reddetmiyorum. Ama dışa açık olmamanın sonucu değildir, çekilme. Tartışmaya çalışalım fırsat buldukça.

Aşkta Hukuk, Özveri, Karşılıklılık Üzerine

Aşığın hakkı yok mudur?

İnsanın ne kadar hakkı varsa aşığın da o kadar hakkı vardır. Aşık hakkı aşk'ın değil, "ilişki"nin alanında söz konusudur. Sevilenin yükümlülüğü değildir, insanlığıya, insanlık imkânlarıyla , hal ile alâkalıdır. Aşık'ın hukukunu gözeten toplum ise, aşk'ın kültürünün beşiğidir. Maşuk, hakkaniyet adına her sevenine gül yüzünü göstermez. Seven, kendi adına sever. Sadece sevdiği için zulme uğratılması insanın elbette kabul edilir değildir.

Aşığın incitilmeme hakkı yok mudur?

Hayır, yoktur. İnsanın, incitilmeme hakkı vardır. Ama, insanın incinerek insanlaşması da söz konusudur, inciterek değil. Bu, eziyetin hoşluğundan değil, insanı tanımak, hali tanımak, tecrübelere tecrübeler eklemek, çaresizlik hallerini görebilmek için gereklidir.

Aşığı incitmeyecek sevgili ne mümkündür, ne de gereklidir. Mümkün değildir, aşk karşılıksızlık üzerine kurulur. İncitilmeyen aşık varolabilir, ama karşılıksız aşk kadar karşılıklı aşkda da her şey yolunda gitmez, insanlar anlama anlaşma özürlüdür, sonsuz tecrübeleri yoktur, sevgi şımartır da bazan, havalandırır, uçurur, yere kapaklandırır, ve de uyandırır.

Aşk umutsuz bir vaka gibi görünüyor?

Karşılıklılığın, hakların alanı iki insan arasındaki ilişkidir. Yani ilişkide ve ve ilişkiden beklenti olur. İlişkiyle "seviyeli beraberlik"leri, cinselleştirilmiş iletişimleri yani iletişim bozukluklarını kastetmiyorum. İlişki, iki insanın bir biriyle bir beraberliğinin, hukukunun olması durumudur. Bu ister dostluk, ister aşk, ister evlilik, ister arkadaşlık olsun. Buradaki "aşk" başka bir anlamıyla kullanıldı: İki insanın arasındaki çekim, sevgi, yakınlık üzerine kurulu bir hukuk, bir ilişki.

Aşk, karşı tarafı yükseltme, öncelemedir. Bazı felsefeciler nesnelikten çıkarma derler belki buna ama eksik olur. Neyin öznesi, hangi anlamda olduğu açıklansa da birbirinden bağımsız alanların baskısıyla bu kavrama giriliyor. Özne nesne kavramlarını bu aşamada fazla kullanmak istemiyorum. Ancak gerek yabancılaşma konusu, gerek monolojik bir anlama anlayışının eleştirisi olarak ileride özne nesneden çok intersubjektivite sorunu olarak, öznelerarasılık sorunu olarak da tartışmaya çalışalım. Şimdilik kavramların kendilerinde, aşk'ın sorunlarında kalalım.

Aşık maşuku kaybedebilir. Maşukun haberi dahi olmayabilir. Ancak aşık kendini kazanır. İnsanı öğrenir. Başkasını önceleyerek, başkasının bakışıyla kendine bakmayı öğrenebilir. Burada empati sorununa giriyoruz. Aslında kavram, burada söylenebilecekleri kapsamaktan uzak, ama tartışma alanı buralarda bir yerde. Bu konuya da ilerde dönelim, bu bağlamda tartışalım. Hem Husserldeki ele alınışı ile öznelerarasılığı anlaşılır kılamadığını Theunissenle birlikte söyleyelim, hem de daha ayrıntılı ve karmaşık öznelerarasılık kuramlarının kişilik ve bireyselliği açıklasalar da empati kavramını gereksiz kılmadıklarını gösterelim.

Sevgilinin farkedemediği, kıvrandırdığı hatta zulmettiği aşık kendisine türlü gözlerle bakmayı da öğrenir, karşı tarafı esiri görmemeyi de: Yani nesneleştirmez. Ama nesneyi özne yapmaz aslına bakarsanız. Kendisini geliştirir, özne tarafını, sorumluluk tarafını, bakan gören, anlayan, sezen tarafını. Eyleyen tarafını.

Sevgili yiter, ama kendi insanlaşması kalır. Yani ele geçen, elde ettiği, kazandığı daha çok kendisidir.

Aşk diğerkâmlık mıdır?

Egoistlik değildir, Efendim. Evet bir ölçüde diğerkamlık olabilir, ama bir kulluk kölelik işi değildir. Yönelmenin bir yanının öne çıkmasındandır bu insanın bütünlüğünü yaklaşımlarındaki diğer yanları, adalet istencini, kendi ahlakını yani sorumluluğunu terketmemesini getirmez. Aşık meslekten aşık değildir her daim. Meslekten aşık da daha az diğerkâmdır, daha çok aşkın, hayatın, sözün, insanın tecrübesini aktarandır. Daha az diğerkâmlık daha çok egoistlik değildir. İşi bir çeşit metaaşktır diyelim, biraz nükteyle de olsa.

Kul lafzı çok geçer ama edebiyatımızda?

Evet ama, sanatla söylenir. Metafor, eğretileme vesaire. Kulluk tanrıya olur. Ama bunda da kölelikle karıştırılır. Kulsun ama kul olduğun seni geçmişinde, anında ve geleceğinde bilir, görür, anlar. Mecazi anlamında bir ihmalkâra yani görmeyene, anlamayana, halden bilmeyenedir. Her zaman olmasa da latiftir. Bazan gerçekçidir. Bazan hakikatinden, bazan ahlâkından bakılır.

Aşk bir kaçış, mazoşizm, ruhsal bozukluk mudur?

Olur mu? Aşksızlık bir belâdır. Başkasızlıktır. Anlayışsızlıktır. Tevazu yitimidir. Aşk pişirir, olgunlaştırır, insan eder, işgalci değildir, esir almaz, ele geçirmez, muhabbetini sunar, bazan kendini sunarak incitmez bile. Gül yaprağına düşen damla bile değildir ağırlığı, eziciliği. İhtimam kime ne kaybettirmişmiş?

Aşk ahlâk bozar mı?

Aşksızlık ahl3ak bozukluğudur desek yanlış mı olur? Aşk kimseye zarar vermez, korur gözetir. Aşık ele geçirmeye çalışmaz ki şehvet edebiyatı diyelim. Aşık sever, korur kollar, zarar veremez, üzerine titrer. Etrafına aşkla yaklaşan insanlar yok mu artık da işi şehvet sanıyoruz. Ama evet, öncelikle aşk iki cins arasındadır. Ama aşk ilişki işi değildir. Bir bakış, görüş, kavrayış, öncelik veriştir.

Yani şehvet edebiyatı diyenler yanılıyorlar aşk lafzına.

Maalesef, evet. Cinselliğin de yeri yurdu var. İnsanlar cinsiyetsiz değil. Ancak aşksız cinsellik, karşı tarafa ihtimamsız cinsellik, bir ele geçirme, fethetme, kapıp götürme, zapt etme demek olur. Yani aşksız cinsellik ahlâklı bir şey midir? Bunun üzerinde de düşünsünler. Ama aralarında aşk yoktur da ihtimam vardır, ahlâk, hak, hukuk vardır, saygı vardır, sevgi vardır, üçüncü şahıslar ezilip geçilmez, itilip kakılmaz, bu insanların cinselliğine hakaret edemem. Zaten aşk, haktan hukuktan anlamayanların, ahlâksızların zevksizlerin, haddini bilmeyenlerin işi değildir. Aşık aşkda had bilmez, kendini ortaya koyuşda durumuna bağlı, burada mecnunluk kavramı da devreye giriyor.

Aşk konusunu tamamen cinsellik bağlamında konuşmamız, geleneğimizi tartışmaya açıp eleştirmeniz mümkün mü?

Elbette efendim, gayret ederiz. Ancak, açmak zaten eleştirmektir, anlaşılır kılma, yerine yerleştirmedir. Geleneğimizin sahibi değilim. Neferi de değilim. Ancak onun içinde doğduk, bin bir halini kavramaya anlamaya çalışıyoruz. Aşk da bir gelenektir, bir yanıyla. Bir terbiyedir başka yanıyla. Duruştur bir diğer açıdan. Uzatmayalım, hakim olduğumuzu ve tümüyle eleştirip işimizi tamamladık diyebileceğimizi iddia etmeden ele alalım. Geleneksizliği savunmanın geleneğe esaret olduğunu da belirterek, yeniden, işimizin gelenekçilik değil, hayat dünyamızı, insanı, kültürü ve kültürümüzü kavramak olduğunu vurgulayarak ara verelim.

Teşekkürler.

Bir cehalletten, bir cehaletten kurtulma halinden konuşuyoruz, kimselere yanlışımızı dikte etmediğimizi temenni ederiz, Efendim. asıl ben teşekkür ederim.

5 Haziran 2008 Perşembe

Aşk Nedir?

Aşk başkasının, başkalığın önünde eğilmektir, başkasına önceliktir, önceliktedir.

Aşk karşısında kendimizi düşünemediğimizedir. İhtimamın kural olmaktan, ya da ayrıcalık olmaktan çıkması, rûh hâli ya da hâlimizin ihtimama ve ihtimamdan yönelmesidir.

Aşk bir körlüktür, körleşmedir, Sevgiliden başkasına kapalılıktır.

Kendi çıkarına, asgarî faydasını dahi gözetmekte zorlanmaktadır aşık. Erafını unutabilmektedir ham aşık.

Aşk olgunluk işidir, olgunlaştırdığı kadar. İnsanlık işidir, insanlaştırdığı kadar.

Aşk bir uyanıklıktır, başkasına açılmaktır, farketmektir, keşfetmektir, hayran kalmaktır; aradığını bulabilmek, görülmezi de görebilmektir; Mâşuk'un fazlalıklarını, yani kabuğunu soymak, kusurlarını giyindirmektir.

Aşk kendinden geçmektir. Yar ile mest gezmektir, sarhoşluktur, fazlası haram olsaydı dahi hoş görülürdü.

Âşık aşksızlığı yenik düşüren, meşâleyi yanık tutandır. Köklü toplumlarda Âşık közü canlı tuttuğundan dokunulmazdır.

Aşk, kendini bulmaktır. Başkaları içinde oluşu, başkalarının hayatlarını görmemezlikten gelemez Âşık. Dünyasını, komşularını, yaptıklarının cevabını, beklenileni ve beklediğini, bir arada oluşun nasıl işlediğini farkeder, bakar, başka gözle bakıldığını, okunduğunu bilir. Anlar, anlaşılmayı hedefler, anlatmayı dert edinir, açıklamalarla meşki telef etmez.

Aşığın Mâşuktan başkası olmasa bile, Mâşuk'un başkası vardır, kendisine bakan.

Diğer başkalıkları görmemesi, kendi inadından, duruşundan, talebinden vazgeçememesi aşkla insanlığın aşka getirilemeyeceğine de işarettir. İnsanlığı insanlık başlangıcındadır. Çiğdir. Pişer, pişmeye yatkınsa. Yoksa, kavrulur gider, ya da daldan dala fırından fırına, ateşten ateşe savrulur.

Aşk bir terbiyedir, kültürdür. Âşık dertleri okuyabilendir, dertliyi okuyabilendir, başkalarından öğrenebilendir, duyarlıdır, açıktır.

Koparıp kaldıran değildir Âşık, kenardan geçebilen, vazgeçebilen, ön açabilen, kendini feda edebilen, ama Mâşuk'un bülbül yaralayan dikenine de küsebilendir. Dinleyebilen, hesaba katabilendir. Hesaba gelmeyense Sevgili, Sevgiliyi yorabilendir aşkıyla. Yola koyabilendir. Yola çıkarabilendir. Gemiyi en son terkedendir. Gitti mi ömür boyu gider. Kaldı mı ömür boyu kalır. Hem gider hem kalır. Kendi gider, izi kalır.

Âşık küçümsendiğini görür, küçümsemez. Ve bu küçümseyici gelir Mâşuk'a. Mâşuk karşılık vermeyendir, zalimdir, haspadır, oynaktır şiirimizde. Âşıksa Mâşuktan çok sızıyı sevendir. Bu bir nüktesidir Âşık'ın. Ama bir hakikati de vardır: İnsanların kendilerinde farkedemeyeceklerini bile öne çıkarır, havalandırır Âşık, ham'ın düşüşünü görür ama dilemez, aşkın uğramadığı bahçeyi havalandırır, velveleye yol açar, kendi köşesinden.

Birisini sınayacaksan aşkla sına. Âşık küçümseyen Mâşuk sevilmeye teslim olmayandır, olamayacak olandır. Havalanır, dağılır gider. Sevilmeyeceği sevmek, çöl yeşertme işidir. Sevileceği sevmek kolay iştir. Sen sevmeden o yolunu açar, anlar, anlatır. Sevilmeyecek olan kapanır, dikenlenir, havalanır, kelepçeler, dayatır, yönetir, karşısındakini hayatsız bırakır, yalnız kendi hayatına tabi kılar. Âşık da, Sevilecek Olan da kendilerini anlatırken insanlığı konuşurlar, kendi tavizsizlikleri bile insanlıkla uzlaşmışlık, yani insanlığı hesaba katmışlıktır. Yarışları fedakârlık yarışıdır. Pazarlıkla geçen aşk hayatı, pazarlığa aşktır.

Tensel aşkla manevi aşk ayrılıyor, saçma. Ayrım zaten ayrı kelimeler, kavramlar oluşlarından gelmekte, ama, ikisinde de aşk aynı: Başkasını önceleme, başkalığı önceleme, ötekine, ötekiliğe ihtimam ve selamlama. Aşk aynı, Âşık aynı, Mâşuk farklı.

Yeni tasavvuf edebiyatında Tanrı insanlaştırılıyor adetâ. Ya da eskisinde olangidenden de fazla insanlaştırılıyor. Bizim sevmemizi bekleyen, bir beklentisi olan bir Sevgili gibi. Hallerine naz, sınama ve eziyet yazılıyor. Yanlış. Rahman, Rahim, Esirgeyici, Bağışlayıcı, Anlayan, İkram Eden, Hayat Veren, Müşfik olduğu unutuluyor. Edebiyatta insanî olanla teşbih yapılabilir, ama insanî olan sıfatlar İlahî Aşk'ın özellikleri gibi kuramlaştırılıyor, edebî olan zaten varolagelmiş insanlaştırmanın hizmetine giriyor. Tanrı, adil olmayana da adil. Tanrı, hiç kimsenin sevmediği, aşağıladığını da sevebilen. Tanrı bir çıkarı olmayan, bir statü peşinde olmayan, hakkaniyet sorunu olmayan. Önünde çakıllığını bilen bir çakıl da, inciliğini bilen bir inci de eşit. Bilmeyen de eşit. Kimi bilmeme had bilme işidir, kimi bilmeme had bilmezlik, bunları eşitiyle eşitleyen de yalnız O.

Güzel bir yanı için Âşığı aşağılamayan O. Âşık, yani Hak Âşığı, bir nesneye aşık değil, bu konuda son dönemde yazılanlar genellikle tüyler ürpertici. Hak aşığı, bir ayrıma varmışlığı olan, bir farketmişliği, farkındalığı olan insan. Bir hayatı, hesaplaştığı ufku, üzerine titreyip düzelttiği, eleştiriye yani düzeltilmeye açık tuttuğu duruşu olan bir insan. Adil, anlayışlı, müşfik; mazlumun yanında, zalimin karşısında; doğruyu söylemekten kaçınmayan; ölümden, kalımdan, zulümden korkmayan; zalimlere tutunmayan bir insan. Talana, yalana, eziyete, sömürüye, tepeden bakışa, hakikatsizliğe karşı çıkan insan. Yani giyindiği hırka sağlam olan insan.

Hak aşığının gücü, görüldüğünü, farkedildiğini bilmesinde. Çarmıha gerilse, yüzüne tükürülse doğrusu eğri yapılabilecek birisi değil. Dik başlı gelebilecek bir boyun eğiş, nereden baktığınıza bağlı.

Titrek sanılabilecek bir alttan alış, yufka yüreklilik var duruşunda mazluma karşı. Kendine karşı haksızlığa göğüs gerişinde kaderci, neme lazımcı sanılabilecek bir sabır söz konusu, bakamayana göre. Ve müthiş bir öfke , celâl söz konusu yavruyu çakalın ağzından alan atılışında. İsteyen istediğini görsün. Ben gül bahçelerinin toprağını elden geçiren insanı görüyorum. Yaprakla uğraşmayan. Gül kokusunu sırtı dönük de alabilen. Yüzünü çevirmeden hakikate yönelebilen.

Mevlâna "hakikât derdi olanlar bu kitabı eline alsın" der.

Hakikatsiz kim aşık olabilmiş kim bu cihanda?