5 Ağustos 2009 Çarşamba

Çiğ Tanesini İteklerken Bülbül


Nar tanesini yakuta değişmeyenlerdeniz. Bizim elimize unufak oluş, dağılış yapışmaz. Bir yüzüğe taş edilecekse kanayan ateş, anlayışın mesleğine tacedilir.


Evet, sevilecek her şey bu kadar küçük. Ve bu kadar küçük her şey alemler taşıyor içlerinde. Geçmişleri ve gelecekleri uçuşuyorlar havada.


Fındık kurduna fındık, atlastan döşek, bir yeryüzü cenneti. Sen hiç yanılmayan, bir incir çekirdeğini, çitlembiği, fasulye tanesini ne zaman geleceğe gönderilen bir mektup olarak gördün?.


Hayranlıkla bakılacak her şey evet bu kadar küçük. Yarin bir gün toprak olacak gözlerinden, gülüşlerinden, kaynayışlarından küçük.


Bülbülün niyazından küçük, yuvarlanan kayadan, gökyüzünden, deryalardan.


Ve her tanede bir alem, her alemde bin bir başka alem var.


Ve her şiirin bir Asaf'ı.


Şiirden küçük, şiirinin de babası.


Şiir yazdığını düşünürken, şiirle yazılan insan, insaf, kavrayış.


Ey Güzel! Aşkın o kadar büyük ve kutsal ise, neden bir kum tanesine bile sığınak olamamaktasın?

10 Temmuz 2009 Cuma

Bir Eksiklik Olarak Aşk


Aşkın yolu, aşk okuyarak dokunmuyor. Aşk okunacaksa, ancak bir eksiklik olarak okunabilecek bir şey.


Aşk hiç bir zaman için tamamlanmış, sunulmuş, verilmiş bir kavram değil.


Verililiği bir eksiklik olarak verililik.


Aşk bir terbiye. Terbiyeden ibaret bir şey değil aşk. Aşkın göğüs kafesi, belkemiği terbiye. Bir duruş, diklik istiyen bir omuz düşüşü.


Terbiyesi, kavramlarını buluşu, aşkın duruşlarını yakalayışı, ötekisinin olması, başkalığın önünde eğilebilecek kadar kendisi olabilmeye yatkınlığı var Aşık'ın.


Kavramlarını buluşu, aşkın tanımından yola çıkış, mantığını buluş değil, yeni bir şey söylemeye açılış. Sevilecekten de sevilmeyecekten de insan çıkarma, maşuk çıkarma.


Aşkın mantığı elbette var. Fiziği, kimyası, coğrafyası da. Üzerine konuşulabilirliği de. Bu aşk ne aşık çıkaran aşk, ne de pişen bir çorba. Bir genel anlayış, kavranan, ama kavrandığı anda eskiyen.


Yeni bir şey söylemek, söyleneni yok saymak değil, onu canlı tutmak, genişletmek, bağlamak, bütünleştirmek, anlatılır kılınamazsa da her daim anlaşılır kılmak.


Aşkın anlaşılır kılnması, hayatın akışı içerisinde bir hakikat olarak, eksiklik, lütuf, letafet olarak vücutlandırılması, sınanması değil, kendisiyle sınananlarca açılması.


Sınanan, kepazeliğe de, körleşmeye de, kendini aşmaya da razı. Sınanan aşk, aşk değil, bir kavram, bir anlayış. Aşkla sınanan, aşkı vücutlamaya çalışan insan. Bir sınanmaya açıklık olarak. Bir praksiste oluşarak kavramak, kavratmak, genişlemek, ama kavramını da canlı tutmak, anlam, bağ bağlantı, hayat çerçevesi pişirmek.


Aşık, kavramı alıp uygulamıyor. Etrafta iyi ne varsa soyutlayıp kılavuz olarak kullanmıyor. İyiden güç alıyor, iyi olma nedenini diskursif olarak temellendirebiliyor. Ama eksiklikleri, hoyratlıkları görerek, aşık olmaya yatkın olanı da olmayanı da maşuk ediniyor. Sevileceği, hazır olanı değil, olmayanı sevebiliyor çoğu kez. Adım adım. oluşa oluşa. Oluştura oluştura.


Oluşturan? Aşkın toplumsallaştırıcılığı, toplumsallığı, alışverişi, eyleyişi, eytişimi.


Aşk bir alışveriş. Eleştirel bir alışveriş. Cebelleşme. Kurma, kurulma, olma, oluşturma.


Maşuk eski şiirde epeyce işlenmiş vefasız, haspa, uçarı olduğunda, aşk bir anlamıyla karşılıklı değilse mesele yok. Aşka cevap verse böylesi bir maşuk lütuf olur. Ama lütuf olan aşk, latif olmaz. Rakibi handan eden, şizoid, narsist, ürkek, korkak, kırılgan, biraz teşhirci, ilgi delisi maşuk, lütfuyla vezir eder, haliyle rezil eder.


Rezil olmak aşıkın işi. Kaçmaz. Kaçınmaz. Tükenmekte de kendini bulur, ufkunu genişletir, insanlaşır.


Aşk karşılıklı oldu muydu mesele olur. Pratik bir hayatta tematize edilir, gündelik sınanmalarda, ortak duruşlarda sorun çözümlerinde, ortak nokta bulmalarda. Aşk, cebeleşerek vücut bulur. Ama insan zaten vücutluysa iş kolay. İnsanlar tamamsa az çok. Bu imkansız. İnsan hep yarım. İnsan hep yolcu. Hep fani. Hep arayış, didikleyiş.


Aşkın normal bir şey olduğu bir dünyada dahi iş zor. Aşka tuzlu, kurak gelen toprakta daha bir çırpındırıcı.


Aşk umutsuzca umutlanış. Şıpsevdiliğin kültüründe iş zor. Ama örnek bulamadıklarından değil. Karşı oldukları şey bir hayat dünyasını yeni baştan dayayıp döşemek gibi bir şey. Desteksiz, köstekli, itip kakılmalara rağmen ve itip kakarak, yıpranarak, yıpratarak.


Aşkın da, insanlığın da yarısı kültür, başkasına saygı, temkin, hatayı düzeltebilme, öğrenmeye açıklık, fedakarlık, incelik, uygarlık (kapma, koparmadan farklılık olarak). Aşkın saygı gördüğü, dayanışmanın, anlaşmanın koklaşmanın, orta noktanın (orta yol değil, konuşmanın orta noktası)önemli olduğu bir toplumda anlaşma, koklaşma da kolay. Şerh, eleştiri daha hafif, daha uysal.


Sosyal patolojinin hüküm sürdüğü bir toplumda, aşık olmak, hayat tarzı tutturmak, bu aşk karşılıklı ise neredeyse yeni bir toplumsal model önermek kadar kökten bir didinme istiyebilir. İdeolojiyle, ezberle, deforme sosyal kurumlarla, çarpıtılmış anlaşma kanallarıyla, semiotiğe dönüşen toplumsal semantikle, gramatik farklılaşmanın geri çekilmesi ile.


İki aşık. Birisi aşık. Öbürüsü lütufkâr. Majesteleri. Lütuf ukalalığa dönüşmedikçe, ezmedikçe, iteklemedikçe ve lütuf olarak algılandıkça bir lütuf. Ama bir lütuf olarak aşk, aşk değil. İlk elde dışardan bakana. Sonra, haksız hukuksuz bırakılıyorsa aşığa.


Kırılma noktası burada hep beraberlik. Burada aşk, bir bireyin oluşumundan, kendisini bulmasından çıkıyor, bir interaksiyona dönüşüyor. Toplumsallaşmaya, hatta toplumsallaşmanın kanallarından birisi olmaya dönüşüyor.


Akta her zaman bir toplumsallaştırıcılık var, başkasının önünde eğiliyorsun, onu keşfediyorsun, ondan kendine bakabiliyorsun, onla kendini düzeltebiliyorsun.


Karşılıklılık oldu mu aşk, sosyalizasyon sürecine, interaktif bir praksis olarak diskura, bilinç oluşturma düzeyine daha açık seçik bir biçimde yerleşiyor. Konuşma, tartışma, eleştirel iddiasallık bir hayat/hayat biçimi eleştirisi olarak aşkı çıkarıyor karşımıza.


Eksik gördüğünü tamamlamaya çalışıyor Aşık. Aşıklarsa kendilerinde eksik gördüklerini, yani interaktif kürelerinde eksik gördüklerini bir hayatı değiştirme praksisi olarak geliştiriyor.


Kapışma, tartışmaya kapalı aşıklar bu işi zor becerir elbette. Ama aşk bu, insanı demokrat da yapar, yerle bir ederek, küllerinden de doğurur.


İnsanlar, etraf nasıl yapıyora bakarak özel hayat geliştirmiyorlar. Belli bir hayat tarzından, şu ya da bu anlamıyla emancipe oluş ya da olmayıştan, şu ya da bu anlayış ya da anlayışsızlıktan yola çıkıyorlar. Hep yola çıktıkları bir duruş, nokta, tarz olacak. Uyum, uyumsuzluk.


Ancak, yaptıkları bir mühendislik, tasarımcılık değil. Çözüm bularak. İleri geri aranarak. Hayatta kendilerini destekleyen arkaplanlara sırt vererek, işlemediğinde eleştirerek, eleştiri tutmadığında kendilerini gözden geçirerek bir şeyler yapıyorlar.


Aşıklık entellektüellik değil. Bir ahlakı olmasına rağmen, vazife işi değil. Vazifesini bilenin işi olmasına bir itirazım yok. Aşk gönüllülük işi .Temellendirilebilir, evrenselleştirilebilir, tartışılabilir bir gönüllülük.


Aşkın praksisi ise entellektüel, diskursif, interaktif. Konuşmadan kaçınmayacaksın. Ukalalık etmeyeceksin. Söylediğini kastedeceksin, kastettiğini söyleyeceksin. İnsanlığından olmadan, başkalarını çiğnemeden O'nu önceleyeceksin. Öylesine önceleyeceksin ki, insanlık için yapabildiklerinin sınandığı yer, gelişen insanlığının kaynağı, kucağı olacak aşk.



(uykum geldi, eksik bırakıyorum:) zamanım yetmedi maalesef. yarın çok iş var. üstelik, aşksız, insafsız, iitip kakmalı bir dünyada:) online yazıldı, düzeltilemedi...)






15 Mayıs 2009 Cuma

Sadakatin Hakedileceğini Düşünmek, Sadakatsizliğin Hakedildiğini Düşünmektir !

Sadakati "hak etmek" için hep en iyi, en güzel, en dinç, en taze ve "kıyaslanabilir" olmamız gerekiyorsa bunu başarabilecek insan yok. İnsan bu: Yorulacak, dert sahibi olacak, hastalanacak. Her daim başarılı olamayacak. Başarı yolundayken kaybedenlerden görülecek ve tersi.

Başkalarına yardım ederken kendi çıkarlarımızı unutarak, eve götürdüğümüz ekmeği elimizden düşürerek insanlaşıyoruz.

Sana sadık olmayan, kıskandığın bir başkasına mı sadık olacak?

Herkes aldatılabilir. Ama herkes aldatmaz.

Tutarsız bir insana, sözünü tutamayan bir insana düşman olmamamız, onun hallerini anlamamız yaptığını onaylamamız anlamına gelmez. Farkındalık, aynı şeyi bizim de yapmayacağımız anlamına gelmez.

İnsandır. Yapar. "İnsanız, yaparız!" demek değil bu. Sadece, kendisini başkasına kıyasla üstün, "şerbetli", kurtulmuş görmemek; hayata, düşünceye, duruşuna, eylediklerine, tarzına dikkati elden bırakmamak demek.

Başkalarının bekçisi değiliz, gecenin merhametliliği, kabahatleri örtücülüğü, yanlış bildiğimizi hoşgörmekte değil, insanlara insanlık gücü verebilmekte. Güneş gibi aydınlatıcı olmamız, kabahat ve kusur deşelememizde değil: İnsanlara, insanlığa çıkış bulabilmemiz, mantık verebilmemiz, insanlığı ve insan olmayı sevdirebilmemizde.

Sadakatsizlikle karşılaşırsak, haketmediğimiz ya da hakettiğimizden yola çıkmayacağız. Belki bir insan bizim yüzümüzden incindi, intikam yolunu seçti, insan gibi davranmayı adil bulmadı, duruşunu kaybetti, ya da zaten hiç sahip olmadığı bir şeye daha da yabancılaştı. Mümkün.

Etrafınızın en güzeli, en çekiliri, en sağlıklısı, en tazesi, en akıllısı olmak zorunda değilsiniz. Tabii ki en kötü huylusu, en haini, en serti, en hakkaniyetsizi, en bakımsızı da.

Bazı yorgunluklar, bıkkınlıklar hayatınızın çiçek açacağına işaret. Bunu bilmek durumunda değil herkes. Bilenle bilmeyen arasındaki fark, buralarda kendini belli eder. Farkedileceği fark ediş, gelecek okumak değildir. Bilen, yani anlayışlı, ufku açık olan farklıdır, ama yanılmaz ve korunmuş değildir.

Sadakati hakedecek nadir insanlardansanız, haketmeyen çoğunluk var gözünüzde.

Sadece siz haketmiyorsanız başkalarının gözünde, buna itirazla insanlık bilincine ulaşacaksınız.

Konuşurken, herkes için, herkese açık, yanlışlanmaya açık konuşacaksınız.

Emek, ihtimam, özen gösteren insan daha fazla sadakat görecek diye bir şey yok. Yaptığını, yapılması gereken olduğu için yapacak.

Bir insanın sadakat beklemesi, sadık davranması, karşısındakini nerede bulabileceğine emin olması, söylediğini kasteden, kastettiğini söyleyen insanlarla haşır neşir olması kişilikliliğin toplumunda yaşayışa da işaret.

İnsan sadıktır. İnsan oluş, sadık oluştur. Konuşmada, anlaşmada, dayanışmada "hesaba katılan" hep "sözünde duruş"tur.

İnsan, olmuş bitmiş değildir, olmakta bitmektedir,
İnsan oluşta utopik olanla, gerçekleştirdiğimiz/hayata geçirdiğimiz arasındaki farkedilebilir fark medeniyete ölçülürlük yazmaya çalışanları düşündürebilmeliydi.

12 Mayıs 2009 Salı

"Onu Gördüm Dünyam Değişti!"

Daha önce görmüyordum.

Daha önce görmemezlikten geliyordum.

Daha önce göremiyordum.

Daha önceleri görmek işime gelmiyordu.

O ayırdedilir bir insan. Farklı bir insan. Farketmeden geçemeyeceğim, uyuklayan farkındalığını ayağa kaldıran bir insan.

O işime gelen bir insan. İşime gelen zamanda, işime gelen özellikleri yazabileceğim, yanında sancısızca, eski halime dönme opsiyonunu yitirmeden değişebileceğim bir insan.

Dünyaya bakmam gerektiği gibi bakamıyordum.

Şimdi dünyaya bakmam gerektiği gibi bakamıyorum.

Büyülendim. Geri alabileceğim özellikler yazdım. Kapıldım gidiyorum.

Ona esirim. Herşeyi riske atabilirim. Lolipopumun rengini bile değiştirmem onun için, ama çok değiştim.

O ne yapsa hoş görürüm.

O ne yapsa aynısını yaparım Hatta daha beterini. Görsün gününü.

O çok farklı, beni farketmediğim bir dünyanın eşiğine getirdi.

Eskisi gibi değilim. Çok değiştim. Değişmek üzereyim ama, ne olur ne olmaz, diğer imkânları elimden çıkarmıyorum.

Onu çok seviyorum, ama, ...

O ne derse yaparım, ama, değişmek çok zahmetli, kariyerimi de düşünmek zorundayım.

O bana uymalı ama. Hem ne kadar yetenekli, başka şeyler yapsın. Bana ne. Bu benim tek şansım, sadece o varmış gibi hayatta, tek ata oynayamam.

Ay ağzımın içine bakıyor, sıkıldım ya.


Ay bana baktığı yok, aşık usandırıyor ya.


Ay gözü hep dışarda, bıktım ya.

Birisini gördüm bugün, sen olmasaydın mutlaka onunla olurdum.

Ya çekip giderse. Ya başkasını bulursa.

Sandığım gibi değilmiş. Evdeki bulgurdan olduk.

Sandığım gibi değilmiş. Bak ne kadar popüler.

Önceleri kimseleri sevmemişim. Önceleri sevmeyi bilmiyormuşum. Önceleri gerçekten kimseyi sevmedim, sevgi dolu bir insan olduğum halde, işim vardı, koşuşturmadaydım. Sevebileceğim bir insanı bekledim, Hep aldatıldıım, yalanla yaşamak istemedim, şıpsevdi değilim.

Onu gördüğümde, "İşte Bu!" dedim. Gerisine önem vermedim. Evli mi, nişanlı mı, bir seveni var mı, karaktersizin teki mi aldırmadım. Evdeki ne der düşünmedim, yok, garantilemeden konuşmadım, sonra ayrılacak bahane aradım. Yok yapayalnızdım, hayatımda kimse yoktu.

Paçadan daldım, dalmadım, başka birisini seviyor sandım mesafeli davrandım, böyle birisi olsa hayatımda dedim, ama çok acı çektim, onu seveni gördüm çok beğendim, onu seveni gördüm içimden boğazlamak geldi.

O çok iyi bir insan. Onla olmam etrafımdakileri çatlatacak. Kariyeri etrafımdakileri perişan edecek. Egoist diyorlar ama, herkes kendini düşünür. Hiç de bile, benim gözümde o... hık mık.

Arkadaşı olduğunu bilmiyordum. Söylememişti. Evde bir başkası beni beklerken ona güzel görünmeye çalıştım. Hayatımda başkası olduğu için ona yüz vermedim, buna yanıyorum, bunu yaptığım için kendimle gurur duyuyorum. Aa, kaçırılır mı? Aa, yangından mal mı kaçırıyoruz?

Onu çok beğendim. Adresini, telefonunu aldım. görüşüyoruz. Evdeki? Farketmedi, bana güvenir, yanında görüşüyorum. Kaptırır mıyım kimseye. Tabii ki kimseyle tanıştırmam.

Onu çok beğendim. Ne kadar değişik ve tatlı bir insan. İçim ısındı. arkadaşlarımdan birisi onu ne beğenecek, ilk fırsatta tanıştırayım.

Sandığımdan daha kapasiteli çıktı. Manyağın tekiymiş. Ya elimden kaptırırsam. Yedeklemem lazım. Kurtulmam lazım. Ona dünyayı dar ederim. Burnundan getiririm. Elimi sallasam ellisi. Bıktım artık. Onsuz yapamıyorum. Pişman olacak!

...



Öyle ya da böyle. Hatta hiçbirisi.

Bir kitap okumakla, bir insan görmekle dünyalar değişmez.

Siz o dünyanın zaten bir parçasısınız. İçinde yetişmektesiniz.

İçinde ölçülen, biçilen, belli tarzlarda yaşanan, belli tarzlarda isyan edilen bir dünyada.

Özgünlük dünyayı, hayatı, geleneği, insanı bilinebileceği kadar bilen ve her yeni durumun, an'ın bilinmezliğini kabullenen, eyleyen, değişen, sorumluluğunu asla başkalarına delege atmeyen ya da yıkmayan insanın mütevazı, sınırlı sonlu, yanılabilir, eleştirilebilir, insaniyete hesap verebilir hallerinin meyvesi.

Sevdiniz, çarpılarak sevdiniz, önceden sevmediniz ama şimdi hayatınızın aşkını buldunuz, anladık, ama, kendinizi hiç karşı tarafın yerine koydunuz mu? Onu onun için beklediniz mi? "Kendinizden" bir ölçüde de olsa vazgeçebildiniz mi? Geçtiniz diyelim, kendiniz miydiniz ki? İnsan başkaları ile alışveriş içerisinde kendisi oluyor. Siz, "size özel rüyalarınız"dan mı bahsediyorsunuz, başkalarının bir biçimde iteklendiği? Kendinizden geçmiyorsunuz, toplumsallaşıyorsunuz sadece. Fedakarlık sandığınız insanlarla ilişkinin küçük bir parçası.

Ne aldığınıza mı bakıyorsunuz? Sadece ne verdiğinize mi bakıyorsunuz? Tamam iyi de, bu aşk mı?

Birisini görüyorsunuz vuruluyorsunuz. Bu fena bişey değil. Bundan öncesi ve sonrası nasılsınız ey İnsan?

Eğer bazan kendinizi başkalarının yerine koyabiliyorsanız, hesaplı fedakârlıktaysanız, pazarlıkla "taviz" koparabiliyorsanız, en fazlasıyla "empati yapıyorsunuz" demektir. Yani sizin hesabınızda kitabınızda, anlayışınızda, ruhunuzda, ufkunuzda olmayan bir insanın yerine koyuyorsunuz kendinizi, onca hesap kitabın arasında. İnsanlık, sizliğiniz'e baştan katılmamış, insan sizden konuşamıyor. Bazan, duruyorsunuz ve insanlık yapıyorsunuz. Oysa, insanlık kişiliğin, bireyselliğin, birey ya da kişi olmanın tavrında, duruşunda, hamurunda, çamurunda.

Önünüze geleni sevmek zorunda değilsiniz. Şıpsevdi olmak zorunda değilsiniz. Seveceğiniz birisi karşınıza çıkmamışsa sevgisiz değilsiniz. "Çarpıldıysanız", ille de aşık değilsiniz. Evet, belki bir anlamıyla. Kıyısından, köşesinden.

Aşkın kültürü, başkalarının varlığını kabul edişin kültürüdür. Öncelik verişin. Aşk ne egoist işidir, menfaatte/menfaate yatar, ne de kendisini unutuşun, kendisine karşı sorumsuzluğun onaylatılmasındadır.

Aşık, evet, diğerkâmdır, ama bu, kişilikli bir insanın, hayatı olan bir insanın başkasına öncelik vermeye açılışıdır. Sanıldığı gibi kendisini unutmaya değil, bulmaya açılır. Karşılıksız, pazarlıksız, çıkarsız sevgi, kendindeki sevgiyi, öncelik verebilmeyi, hesaba tüm insanlığı, kainatı, hakkı hukuku katabilmeyi sevmeye de açılıştır.

Aşık, sonunda kendisini de severse, aşkı severse, insanlığı severse aşkın kıvılcımı görülür hale gelir.

Sevmek ne işgal, ne kapıp koparma, ne de kendisine ayırma işidir. Birisini delicesine sevmeden de sevgi dolu, aşk sahibi olabilirsiniz.

Çölde kayboluş da aşk yolunda kayboluş.

Toplayacağınız meyve başınıza düşebilir. Ağaçtan yere çakılabilirsiniz. Gölgesi birilerini serinletecektir yine de. Meyvesi, kurda kuşa, börtü böceğe, insanlığa mirastır.

Toprağınızda hayat yeşerecektir.

Sevin, aşık olun, ama sakin olun, talan etmeyin, haramilik etmeyin ey insanlar.

Sevince herkes için, insanlık için, kainat için sevin.

Sahip olmak istemediğinizi de.

Ve başkaları için de sevin.

Hakiki aşk adildir dünyasına karşı.


Bir ahlâkı, hukuku, bilgiyi, bilgeliği, oluşu, oluşmayı, önemsemeyi konuşur Aşık.

Onu görünce dünyan değişmeyecek. O o değil. Dünyan dünya değil, çoğu kez.

Tasalanma. Kendinden, insan olmaktan, insan olarak/insanlaşarak kendin olmaktan vazgeçme. Kendinden bu şekilde geçiş sadece bir eğretileme.

Sadece kendin ol Ey İnsan! İnsanlar içinde bir insan. Hakiki bir insan! Kainatta, bir fani, bir aşk, bir açıklık, bir arayış, bir tevazu. Başkalarını ta başından işin içine katış. Hayat çiğnemeyiş.

14 Şubat 2009 Cumartesi

Aşk'ı Toprağa Verdiğimiz Gün


Bahçesinde gül yetiştirenlerin işidir gül alıp vermek. Bir dalını, "kaned"ini, alınterini, bahçe içindeki ve dışındaki hayatı, hayat akışını, hayat parçasını kendi elleriyle kundaklayıp uzatmak. Ürkerek. Ürpererek. Gururla. Meraklısına, selamlıyanına, komşusu olacağa. Yeni doğmuş evladını, henüz çilesiz süt kokusunu. Emaneti bilene. Emaneti bileceğe.

Ne gül kokusu bizim. Ne de gül. Itır, yaprak, dal? Bize. Bizde. Bizden önce. Bizden sonra.

Ne bahçe'nin sahibiyiz, ne de o bahçe bizsiz bahçe. Kim kime emanet, kimbilir?

Aşkı gömdük. Aşıklar yetiştiren kültüre kıç döndük. Esnaf sevindiriyoruz. Seviyeli birliktelikleri, sıradanlıkları, "kaynanam olur musun"larımızı gül ve çukulata kokusuna sarıyoruz.

Esnaf da bizim. Esnaflık da. Gül bahçelerine dikilen apartımanlar da.

Çölünü elinden aldık Aşık'ın, ama, aşık, her yer çöl, her yer çöldü der durur: Siz nerdesiniz? Siz neredensiniz?

O gezineceği çileyi, kaybolacağı yolu bulur, biz keseceğimiz yolu dahi bulamayız artık.

Aşık aşkta kayıp, dünya ufuksuzluğumuzda. Döneceği, kendi halinde bırakacağı huzurlu ya da huzursuz çorba yok artık. Dünya çalıdan da olsa ev değil.

Dünyaya dönüş, eve ya da evsizliğe dönüş değil, hakikate dönüş idi. Yol var, ama dönüşü yok, çıkışı yok. Gittiğinde de döndüğünde de kayıp olanın gidişi de dönüşü de kayıp. Hep yol, hep yol. Hakikatiyle çarpışamayan aşık, dünya hakikatini dünyaya yansıtamayan aşık.

Dönen bir eleştiri, bir hatırlatma, soru olarak dönmüyor. İçimizdeki ve dışımızdaki hayalet, kayıp, görünmez O artık, baştan sona.

Hakikat Sahibi olmak, Hakikatin Sahibi olmak değil, geçiciliğine, şahadetine, didinmene çırpınmana, kendi halinde oluşuna, göz ucuyla da olsa sahip çıkmalarına dön ey Göremeyen, Şahit Olamayan İnsan dese bir ses, hiç bir zaman için sıradan olmamış sıradanlıklarımıza döner miyiz?

İşimizde gücümüzde, ama tutkun aşıklar yanı başımızda. Bizim yerimize de, bizim için de.