30 Eylül 2011 Cuma

An'ı Değil Yanan Câm'ı Öper Aşık!

Aydınlık içimden geliyordu, doğudan değil.

Bir kere "hemen şimdi!" dedikten sonra vazgeçsem de hemenşimdilicilikten, yönümü aradım durdum hep.

Alçak mıyım, yüksek miyim; aşağıda mıyım, yukarıda mıyım bilemez oldum. Bilemez oldum sağım neresi, solum neresi. Güneşim nerede batıyor, nereden doğuyor?

Birisini öpmeden önce acılarını, acıyan yerini öpmeli insan, ulaşabilirse, aklına gelirse, oluşundan kaçmazsa.

Ey ayak sürüyen yanım, safram sanmaktaktaydım seni, azık çıkınımmışsın, yol gösterenimmişsin.

Yanardağların pırıltısına, kaynayan elmasa kapılmadım. Uçurumlarda patikalar buldum, dalgaların üzerinde kaydım, Zındanda dehlizler buldum, karanlıkta da gördüm.

Gün ışığı cama vuruyor. Gelmem Gün Işığı boğazım ağrıyor! Çok yorgunum! Şakaklarım zonkluyor!
Sana mucizeni göstermem mi gerek, her şey sadece içimden geldiği için öyle olsa bile?

"Her şey bana yansısa bile, vaktim yok bana dönene bakmaya!" dedi Güneş: Her şey, benim de sadece içimden geliyor! Seninle oynamak, kendiliğimden gelen bir şey. İçim karanlık. Karanlıklar patlıyor! Karanlığım patlıyor!

Peki Güneş, bekle, bir duş alayım! Giyinip geliyorum!

Traş falan olmayacaktım, olmuş olacağım, işitildiğinde olduğumun gerisinde kalacak söz.

Sözüm. Verilmiş sözüm.

24 Eylül 2011 Cumartesi

Ailesiz Aşk Olmaz!

Hür, insiyatif sahibi, düşünen, demokrat, başkalarına değer veren insanın ailesiz bir toplumda/toplumsallıkta(*), insanlık geleneği aktarılmadan yetişebileceğini savunabilecek birileri kaldı mı bugün, bilemiyorum. Bugün olmasa da yarın totaliter, geleneksiz ve insanın tarihsel varlık olduğunu unutmaya gönüllü eğilimler karşımıza çıkacaktır.

Bugün de facto aile karşıtlığı totaliter bir söyleme karşıt olduğunu hayal eden, insanlığın tarihsel akışını bireysel hayatın akışı, tatmini, anlamlandırılması direktiflerinin gerçekleştirilmesi süreçlerinde unutuveren bir bireyci söylemden, popülerkültürel olmayınca olmaz listesinden kendisini ifade ediyor.

Kültürün nesillerarasılığının unutulması, kültürün bireysel olanı boğmasını nasıl engelleyebilir, anlaması veya açıklaması mümkün görünmüyor.

Bireyselliğin serpilip gelişmesi işleyen bir sosyalizasyona, özgürleşen bir bildirişime ve öznelerarası kurumlaşmış eleştirel alışverişe de işarettir.

Tarihsel perpektif ahistorik olarak temellendirilen bir moderniteyle, toplumların maddî manevî dinamikleri kitle kültürünün insani gerekirlik listesiyle değiş tokuş ediliyor.

Haz, tatmin, hız zahmetsizliğin ve emeksizliğin tüketici dünyasında yeniden tanımlanıyor.

Had, ölçü, tad(ında bırakabilirlik), öznelerarası temellenen zevk anlayışı yeniden  darmadağın ediliyor, dahi estetiğinden geri bir noktaya çekiliyor.

Cinsellik insanlararasılığından, insan oluşun dinamiklerinden, insanın tarihinden ve insanlık tarihinden sökülüp atılıyor, ya da tek başına güdü, iti, itki, paralel veri olarak baştacı ediliyor.

Çocuk yetiştirmek meşakkatli bir iş, zevkli olduğu kadar.  Bir insan oyun oynayarak, rollerle oynayarak, taklit ederek, değişik duruşları sınayarak yetişiyor. Kendisine lâzım olanlar kendi çevresinin, zamanının dışında geliştirilen şeyler de. Aile tek başına elbette yeterli değil onca aktarım için.

Bir dil topluluğuna ait oluş, o dilin tüm topluluklarına ait oluş değil. Bir dil oyununa hakimiyet tüm dil oyunlarına hakimiyet değil.

Dilin, davranışın, kalıpların, sembollerin gündeliği, pragmatiği ve çeşitli anlamlarıyla tarihsel uzanımları var.

Çocuk, aile içinde kendilerine benzeyeceklerini öğrenmiyor, tersine, işin farklılık yanını öğreniyor, bir insanın yetişmesini soyutlayabilirmişiz gibi konuşursak. Modelden çok karşı model hayatın belli bir döneminde yanıbaşındakiler. Kuralları, prensipleri, ilkeleri, argumanları an geliyor, yakınındakilerle hesaplaşmalarında, yüzleşmelerinde bir kendisi olarak ayağa kalkmak için kullanıyor çocuk.

Çeşitli aidiyetlerden kaçınarak değil, aidiyetlerin kodlarını içerden çözerek özgürleşiyoruz, yani ait olarak.

Hazcılık en azından faydacı versiyonunda tüm insanların mutluluğunun artırılmasını hedeflerdi, ya da toplam acıyı azaltmayı, şimdiki gibi dünyayı bir fetih ve keşif işine indirgemeden.

Kavramlar toplumsal ve tarihsel uzanımlarından koptukça, birey sanki kendisinden doğmuş gibi konuştukça, insan yağmasını tamamlamadan dünyadan gitmeyi yarımlık addettikçe işimiz kolay değil.

Kuluçka makinalarında dünyaya gelmişiz gibi konuşmaya başladık. Aşkın sadakat işi olduğunu, bir başkasının önünde eğilmeyi gerektirdiğini unuttuk. Aşkı cinsel vücutlaştırabilirlik, cinselliği haz, hazzı teknik sanıyoruz: Bir başkasının üzerine titremek, üzerine kapanmak, bir başkasıyla ruh derinlemesine bağ kurmak olduğunu artık farketmiyoruz bile.

Dil, davranış kalıpları, bakış ve alâka tarzları sanki bin bir emekle nesiller boyu kurulmuyor gibi geliyor yeni nesillere: Onlar sanki birey doğuyorlar, daha kişiselleşme, kişilik geliştirme süreçlerini bile yaşayamadan. O halde itiraz neye itiraz olabilir ki, kendi kişiselliklerine olmayacaksa, yani diğerleriyle ortak yanlarına olmayacaksa?

İtiraz o çok sevilen "ötekileştirme" karşıtlığı edebiyatına rağmen, ötekiliğin evine yöneliyor, yönelmekte. Eleştiri insanın kendisinde kaçıyor, kaçmakta.

Bireyselliğimiz yani başkalarından ayrıştığımızı yanlarımız, başkaları ile ortak olduğumuz yanlarımız ile birlikte/beraber gelişiyor. Kişiselliğin yapılarının arkasında okulun, bireyselliğin arkasında ailenin duruşu sadece bir karikatürden ibaret olsa da bizi vatandaş, bir yere ait yapan süreçler ile ayrı, farklı yapan süreçler birbirlerini gerektiren, içiçe girmiş süreçler, ayrıştırıp yalıtma mümkün olsaydı.

Ortak yanınız ne kadar zayıfsa, ayrışma noktalarınız da o kadar temelsiz oluyor maalesef.

İnsan olmak için onca çaba, insanlığı insanlık yolunda devam ettirmek için yapılan onca fedakarlık, yağmasını yapmadan dünyadan gitmeme ya da hazda aşağı kalmama duygusunun işi değil.

Dünya, hayat, insanlık, kendisi olmak zevkisiz işler değil elbette. Ama vazgeçme, kendisine sınır koyabilme, her şeyden payını alma çabasında olmama işi de.

İnsanların çırpınmalarını, çabalarını, fedakârlıklarını nasıl anlatacağız yeni hayatı tad, zevk, haz istiflemesi sanan yeni insanlara?

Devamlılığı, aktardığı olacaksa insanlığın dayanışma kültürü, paylaşma kültürü, fedâkarlıkları, çileleri göze alışları, uzun yollara çıkabilişleri de olacak.

________
(*) Burada yetim ve öksüzlerin de aileli bir toplumda, rol disposizyonlarının canlı olduğu toplumsallıkta yetiştiklerini hatırlatmakla yetineceğim. Yetimler ve öksüzler marjinal değiller, toplumsal dayanışmanın, yani toplumsallaşmanın eleştirel merkezindeler. Nasıl dilsizlik sanılan farklılık dile entegre ise, marjinal görülen veya olan, hattâ belli türde toplumsallaşmalardan kaçınabildiği oranda özel denilebilen hayat tarzları da toplumsal hayata entegre farklılıklarıyla ele alınabilirler.

21 Eylül 2011 Çarşamba

Çölü Seçmek

Mecnunsa da deli mi adam neden çölü seçecek? Zaten bir ayağı çölde olmalı. Terk-i diyar'ın, alıp başını gitmenin adı çöl olmalı.

Kalsa başı belada. Kalmasa nerede kalacak? Her yer parsellenmiş. Onun yurdu, bunun yırdu, onun evi, bunun evi, onun toprağı, bunun toprağı.

Çölü kapışan yoktu evvel. Çölde yol kavgaları, durak kavgaları, kaynak kavgaları az biraz süregitse de.

Çöldeki mecnuna yine de herkesin ihtiyacı olur. Yollarını kaybettiklerinde; azıklarını, develerini kaybettiklerinde. Mecnuna ilişilmemesi, ona insanların işi düşebileceği için de.

Tahtını bırakıp da yola düşen padişah neyi arar? Tahtını sanırım. Bahtını? Evet onu da.

Mecnun çölde Leylayı neden arasın? İçindeki tırmalayan altüst oluşu gezdirip avutmada.

Rahatı kaçmış bir insan içindeki bunaltıyı havalandırmakta, ayaklarını yormakta, zihninin yetişemeyeceği hızda huzur bulur gibi olmakta.

İlk sesli siyah beyaz Leyla ile Mecnun çeşitlemelerinden birisindeki ceylanlara vurulmuştum, küçüklüğümde. Mecnun bana dünyanın en güzel yerinde gibi gelmişti. Dostların arasında. Güneşin sofrasında. Özgür. Uzakta. Antalya çöllerinde -şimdi oralara kumsal, plaj falan diyorlar- yalnayak dolaşıp sınamıştım mecnunluğu, ceylanların ayaklarının neden yanmadığı beni bilim hayatına taşımış olmalı o yıllarda. Mesela, yani. Ayaklarımdaki yanmayı hissedecek kadar ayıktım.

Mecnun da ayık. Hatırlatmayacak yere gitmiyor ki. Ona da hatırlatmayan yerler yakıcı gelmiş olmalı. Ceylanlar ortak dostlar idiyse. Ceylanın gördüğünü görmek, elinden su içirenle ceylanla sudayken buluşmak şiirin bilmece, bulmaca, şifreleme, kodlama olmadığı zamanların işi.

Yarin elinden su içenle vahada aynı suyu içmek, aynı suyu öpmek, ayışığı altında bir dünyadalık şimdinin hakikat pestillerinin dünyası değil.

Alıp başını gitmek, ayak altından çekilmek, deli gönlü yol ile avutmak bir mecnununu bile tutamayan halka bırakılan yas, utanç, acı. Mecnunu giden yer, bereketi kaçmış yer idi eskiden. Yollara düşülürdü, gideni getirmek için. Giden deliyse, doluysa, oturduğu yerde avunamıyorsa, içindeki deryayı gölgede avutamıyorsa.

Çocukluğumun Osmancığında kaybolan delilerimizi, aşıklarımızı, dertlilerimizi, masumlarımızı aramaktan perişan olurdu halk. Onun için benim bir memleketim var Ey Talip!

Mecnunun çölde gezinişi gündüz gözüyse, dalgınlıktandır. Gündüz dolaşan, nasıl çölün güzel gözleriyle yoldaşlık edebilir ki?

"Başım alıp hangi yere gideyim, vardığım yerlerde buldu dert beni" derse Erenler, gidişin kaçış olmadığını biliştendir: Kaçan kim?

"İllallah!" eden ne dertten kaçar, ne de kurtuluşa. Uykusuzluktan, huzursuzluktan, hafakan bastığından. Yeni belalarda, acımayan ya da diş bilemeyen acımalar ya da diş bilemelerde kaderine açılır. Çemberi kırar.

Mecnunu çöle düşüren de kim? Leyla mı, dünya mı, dar edilen hayat mı?

Bir hayal kırıklığı olmasa, ait olduğuna ait olmadığını düşündürmese hayat insanın yolda işi ne?

Yolda aidiyetin, hapishanen seni bulur asıl Ey Talip! Güllerle beze aidiyetini, hapishaneni, derdini.

Bülbülün ölümü düğün dernek aleme. Şeddat'ın has bahçesinin hüznüne dayanamadı rüzgâr! Uzaktan yeryüzü cennetini sildi süpürdü derler, inanma! Sen denilen denilmeyene inan da önce, bir hakikatin olsun da, sonra ahkam kes dur hakikatin has bahçelerine dair!

Aşktan ve Gariplikten konuşamıyorsan, sus, dinle bülbülü kim kanar!


(Her zamanki gibi online yazıldı, düzeltilmedi, iyi geceler arkadaşlar, yoruldum çölünüzden, ilinizden, elinizden yav:))

20 Eylül 2011 Salı

Kendisini Seçmek

İnsan kendisini seçse ne olur? Yapacakları varsa, insanlık için bir sözü, emeği, tavrı önemliyse kendince ya da başkalarınca, insanın kendi hayatını alıp gitmesine sıcak bakabiliyoruz da.

Bugün en eleştirel akılların bile aklına getiremediği bir kavram var: Ötekisi. Hem de ukalaca "ötekilik" ve "ötekileşme" kavramımsılarını ağızlarında pelesenk ettikleri halde.

Ötekisi, ötekileştirilenle kendisini anladığında insan, kendi farklılığının, biricikliğinin avukatlığını yapmakta sadece. Hem kavramla vurgulanan bu değil, hem de öteki ile yüz yüze, göz göze, kalp kalbe oluş bu değil.

"Birlikte oluş" kendi ihtiyacının buyruklarıyla tanımlandığında karşı taraf sadece bir araç. Ötekileştirilmekten yakınan, ötekisinin sömürge valisi çoğu kez.

İnsanın kendisini, kendi yapacağını, kendi yolunu seçmesi kötü bir şey olmak zorunda değil, bu kendisi oluş sosyalize bir kendisi oluş ise.

Yalnızlık, dünyayı yalnız bırakıştan da ibaret çoğu kez. Dünyayı gören aydın/insan yanındaki hayatın, bakışın, anlayışın ufkun farkında değil.

Evini arayan yalnızlıkla, evinden kaçan yalnızlık aynı şeyler değil. Evden kaçış kendi başına olumsuz bir şey olmasa da, ev zulmü veya baskıyı değil de başkalarıyla birlikteliği simgeledikçe evsiz kalmışlığın içini boşaltan bir yönelim.

Kendisini seçmiş bir insanı seçmek kendi gerçekleşmesini seçmiş bir insanı seçmişlik, kader arkadaşlığı değil çoğu kez. Bir bencilliğe gölge olmak, omuz vermek, kapı açmak.

Bencillik, başkalarının bencilliği ile karşı karşıya gelerek kendisini gözden geçirebilir mi bilemiyorum. Bencil karşı karşıya gelişlerden de kaçmanın ustasıdır çoğu kez.

Ustalık dedim. Başkaları ne kadar silik ise birisi için, başkaları ne kadar kendi işine yaradığı, işine geldiği kadarsa o kadar usta acemiliğinde.

Aynada yüzünü gören, başkalarının gözünün içine bakmışlardan değil artık.

19 Eylül 2011 Pazartesi

Birisini Seçtiğinde

Birisini seçtiğinde, seçiminin arkasında durabilecek kadar omurgalı olduğunu kabul etmen gerek.

Seçimin ne kadar özgür olup olmadığı gelecek zamanları da kapsadığında istisnasız her seçim her daim tartışmalı olacaktır.

Tercihi yaptığın an, gün başka seçenekler de belirebilecektir. Seçimi bitiremediysen, adeta her gün seçimde bulunacaksın. Karşındakine her gün her an seçilmekte, imtihanda, kapıönünde olduğunu hissettireceksin.

Seçim dramatiği, seçim eziyeti neden sürekli yaşatılma zorundadır hayat ortaklarına pek anlayabilenlerden değilim.

Evin çocuğu okulun, sokağın en akıllı uslusu, beceriklisi, şirini olmak zorunda değil. Benim gibi bir kocakafa bile evine gittiğinde evin oğlusu. Hayatı güzeldir, değildir ayrı konu. Bir gün daha iyisini bulduklarında kapı önüne konmayacak olmak iyi bir duygu.

Öylesine bir değiş tokuş furyasında ki insanlar, savunmak zorunda kaldıkları hayat tarzının sürekli rekabet gerektirdiğini, hastalık, tökezleme, eskime halinde hurda insan malzemesi muamelesi görmeyi onayladıklarının farkında değiller.

Birisini seçiyorsam dünyanın en akıllısı, beceriklisi, güzeli, şirini olmak zorunda değil. Mümkün olsaydı da, meselâ hangi okulu bitirdiğini, maaşının kaç olduğunu bile bilmeseydim diyebileceklerdenim, siz bana bakmayın. Bazı şeyleri isterseniz kurcalayın. Ama dünyanın en şirinini, başarılısını, önü açığını seçseniz bile rüzgâr nun için de ters yönden esecek bir gün.

Bir arkadaşım bir kıza evlenme teklif edecekti. Yıllar önce. Abi dedi, evlenme teklif edeceğim ama bu bir "impuls" mu, yoksa gerçekten ben bu kızı seviyor muyum? Beni, duygumu, tavrımı, seçimimi sına!

Çaresizlikte insan çareyi kolay buluyor sanırım. Dedim ki: "Kızı nikah masasına oturt!". "Oturttum Abi!" dedi.
"Şimdi merdivenden aşağı yuvarla!"
"Yuvarladım abi! Yalnız ben mi itecem, kendisi mi düşecek anlayamadım?"
"Tabii ki kendisi düşecek, hiç beklemediğin anda, Kaçık Herif!"
"Peki Abi, düştüğü gözümün önünde. Yuvarlandı."
"Şimdi, artık bir daha yürüyemeyecek. Belki de konuşamayacak doğrudan. Çocuklarınız olmayacak. Hayatı yatakta geçecek.
"Tamam Abi, ama bazan tekerlekli sandalye ya da tekerlekli yatak ile taraçaya falan çıkarabiliyor muyum?"
"Çıkart, sana izin!"
"Sağol Abi!"
"Peki şimdi kaçmak mı istedin, hemen yanına koşmak mı?"
"Yanına koşmak Abi!"
"Halâ o senin için vazgeçilmez, en birinci, hayat boyu yanına koşacağın birisi mi?"
"Evet Abi yav, ver elini öpeyim, ben gidiyom, evlenme teklif etmeye!"

Ve gitti. Kız sormuş, "tamam da nasıl emin olabiliyorsun?" demiş. İlk evliliğe doğal bakmayan kuşaktılar sanırım, kendilerini rasyonel seçim öznesi sanan ilk kuşak...

Çocuk da ona demiş ki: "Seni merdivenden yuvarladım, yuvarlanmış hayal ettim ve bunu daha düşünür düşünmez hayat boytu yanından ayrılmak istemeyeceğimi düşündüm!" Kızın gözleri dolmuş tabii.

Çocuk süklüm püklüm geldi. Ne oldu dedim sırıtarak: Çok duygulandı: "Beni bir sen sevdin. Ama, seninle evlenemem, taşınacağım, bir başkasının teklifini kabul ettim bile!" demiş.

"Seni sevmiyor muymuş?" dedim.
"Seviyo Abi! Ha Abi merdivenden yuvarlamayı kendi icadım gibi anlattım."
Gülümsedim.

Başka bir zaman sordu. Ona bakıp bakamayacağını, öyle bir olay mevzubahis olsaydı. Dedim ki, ilk elde kaçıp gitmek geçmediğine göre içinden tercihinin arkasındasın. Ama usanırdın kaza geçirmeseydi bile. Kaçmayı düşününen belki tek yanında kalabilecek olabilirdi. Öyle ya da böyle, hayat hep başka şeyler gösterir, ama sadakat duygun, kararının arkasında durur gibiliğin güzel meziyetler, en azından kağıt üzerinde. Gülüştük. Evet Abi, "usanırdım" dedi, "merdivenden yuvarlanmadan önce bu konuyu kaşısaydın!"

Aslında hiç de belli olmazdı. Sadece kendim için şunu düşünmüşümdür hep: Başkalarının yanlışlarını yapmamaya bağışıklıkla doğmadın. İpin ucunu salma. Bana olmaz, ben satılmam da deme, başkaları bunu hakederek doğmuyor. Bir insan sana emanet olacak sadece. Kararı, doğrusu, yanlışı kendisinin ne beklentisiyle ne de beklentinle zorla hayatı. Tevazuyla, günlük gayretle, insalığı elden bırakmayarak, sürekli çare aramayı, çaresiz kalmayı göze alarak hale rıza göster. Yani tevazu içinde diren, inat et, çarpış, kapış gerektiğinde, ama emanet, emanettir unutma! Kendini başkalarını sınamak için emanet etme. Hayatta her sınavı, sınanmayı geçecek insan az çıkar. Hatta hiç çıkmaz. Hayata meydan okuma! Haksızlığa meydan oku! Zulme meydan oku! Haksızlığa meydan oku! Kazan ya da kaybet, at üstünde, yol üstünde öl!

Birisini seçmiş de olabiliriz, birisi üzerimize kalmış da olabilir, yani bize öyle gelebilir, durumu onayladığımızda tercih artık bizim. İstisnalar? Size ne istisnalar bulurum neler, ama burada istisna olmayan haller önemli, boşverelim istisnayı.

Bir insanı seçmişsiniz. Sürekli itip kakmanın ne anlamı var? Ortak noktalar bulmak için kapışmanız, anlaşmazlıklardan tüymemenizi konu edinmiyorum, dikkat edin, karşınızdakini sürekli yeniden yeniden yeniden seçiyor gibi halinizden bahsediyorum.

Meleşecek, koklaşacak mevzu her insanla bulunabilir mi bilemiyorum. Ama hayat arkadaşınızı rasyonel seçim öznesi gibi ya da değil, kendiniz seçtiğiniz de dahi muhabbetten bir oda açamıyorsanız sorun tercihte değil. Tek sorun tercihte değil. Bin bir bileşende.

Hayat tarzlarımızda geleneğin herkese hazır kalıplarını yarım insan ömründe keşfederek, yazarak bozarak, çizerek, birbirimizin çivilerini çıkararak yola salan bir yan var gibi.

Ne eskileri eleştirmek çok bilmişlik işi, ne de hayat tarzlarının gelenekleşmesi, nesillerce işlenmesi karşı koymamız gereken bir şey.

Beraber hayatın ontogenetik'i ile filogenetik'i yani bir insan hayatı boyunca ve toplumlarda kök salış tarihleri boyunca ele almamız ne zamandan beri entellektüel bir proje olmak durumunda kaldı diye düşünüyorum. Taş devri insanlarının becerebildikleri aktarımları çocuklarımıza sunamadan, tecrübe birikimlerini dolaşıma sokamadan çekip gitmemiz gerektiği gibi bir duygunun içinde yüzleşip duracağız: Gerçekten seviyor muyum? Kazık mı yedim? Kazık mı attım?

Eskiler için kuruntu olan, yeniler için itici güç gibi. hayatlarımız içinde yaşadığımız insanlıktan koparıldıkça, yolundukça.

Birisini seçmek demek, onu seçilme seçilmeme derdinden de çekip almak demek. Eskiler için görgüsüzlük olan bugün modern ise, ilkelliği moderniteye ikame ediyoruz demektir.

Başka bir anlamıyla insan diyebilir ki: Her gün hergün seni seçiyorum. Sana mahkum değilim. Sen benim hayat ortağımsın. Her halinle seçiyorum.

Yürümeyen, yürümez arkadaşlar! Yürüyecek de yürümüyor böyle:)

17 Eylül 2011 Cumartesi

Birisini Seçmek

(Yazı çok aksıyor, hiç düzeltilmedi, kısaltarak yazdığımdan bazı kısımlar çelişkili gibi görünüyor, okurken bütününden belki bir şey çıkar. Elden geçirmem lazım. sadece bir hatırlama notu olarak düşünülmeli)

Birisini seçmek dar anlamıyla sevgi işi değil, kalbinin sesini dinlemenin ifadesi hiç değil. "Sevgili"nin mevzubahis olması dahi bazı kriterlerden, önceliklerden yola çıkmamıza, dünyayı dümdüz etme hakkımızın olmadığını görmeye engel değil.

Seçim sevgisizlerin seçimi de değil, insanların tercihleri kalpsizlik işi olsa da çoğu kez.

Aşkı, sevgiyi bazan dönüşümlü kavramlar olarak kullanıyorum. Tanımlarını bir ölçüde boş bırakmam zorunlu gibi. Sevgi diyorum, aşk diyorum bazan ortada somutlaştırılmış hedef yok, hedef olmadığı halde şıpsevdilik de yok.

Bir insanı seçmek aşk veya sevgi işi değil çoğu kez de ondan demeyeceğim. Diğer insanlara yükümlülüklerimiz, sorumluluklarımız önemsizdir, aklı ve mantığı çağırmak gereksizdir demediğim gibi.

Tersine, gereklidir! Hesabın kitabın da insanî, aşkı besleyen yanı vardır, insanın kanını donduran yanları da.

Sevgi dolu bir insan şıpsevdi değildir. Hesap, kitap, beklentiyle işi olmaz; hesabı kitabı varsa başkalarıyla bir aradalığın unutulmamışlığıdır, unutulmamışlığındandır. Aşık fetihçi, kapkaççı olmamıştır aşk tarihi boyunca.

An gelir, dünyaya karşı koymak, meydan okumak, rezil olmak, vezir olmak, kepaze olmak elzemdir.

An gelir, kenardan geçilir.

Aşık maşuğun nedim(es)i, nikâh şahidi falan değildir. Kenardan geçiş, uzak duruş hoşgörü ve serbestlik kelebekliği değildir. Başkasını düşünme, insanlık üzerine titreme, insan gibi yaşama ve yaşatmaya rüyalarından kurban verebilmektir.

Aşık dünyayı çiğnemez, insanı itip kakarak yoluna varmaz. Yolunun son'u zaten sevdiği, maşuk değildir. Yol üzeri, yol kenarı, git gide sönen bir çıkış noktasına da dönüşür.

Aklın aşka üstünlük kurması aşkı ezmeden olduğunda, aşkı feda etmediğinde vicdan kanamaz.

Aşkın akla galip gelmesi de insan oluşu, komşulu oluşu, halk veya başkaları içinde oluşu ezmediğinde bencillik işi olmaz.

Aşık kenardan geçse de, alıp sevdiğini dağa çıksa da insanlık bayrağıyla yola çıkar.

İnsanlık yoksa, başkaları içinde oluş yoksa, aşk dünyasında vatandaşlık yoksa aşık yoluna tükürülesi birisidir arkada bıraktıkları için.

Taşlanmayı göze almayan aşık ise dosdoğru değildir! Derisini selam verdiğinin elinde bırakmayı göze almayan hayatın pamuğunu atmak için yola çıkmaz.

Her şey doğru anlaşılma, takdir edilme, edilmeme üzerine kurulmaz. Aşkın da meşruiyet gerekçeleri, iddiaları, temelleri vardır. Erbabı bilir. Deriyi cesede örter. İrfanın, maarifin zerafeti buradadır.

Üzerine tükürülen toprak parçası ziyarete dönüştüğünde anlayış geçmişe yönelik değildir. İnsanlığın yolunu bulmuşluğundandır. Yeni hallere körlük ise kuraldandır.

Maşuğun kimi seçtiğini pek konuşmadım. Zamanla ele alırız. Aşık için maşuğun rahatı seçmesi aşka hakaret değildir çoğu kez. aşık'ın itirazı dünyaya, dünyanın haline itirazdır. Bizi insan yapan şartların insanlık dışı oluşuna vurgudur. Olmaması gerekene vurguyla zulüm ihtiyarlatılmaktadır. Aşık, başka bir dünya daha yokken onun yolcusudur!

Aşığın itirazlı, itirazsız gidişi, kapıya dayanışı ya da uzak duruşu aşk mantığı diyebileceğimiz kolay anlaşılamaz bir diyalektiğin hareketleridir de.

Kimi aşık insanlığı tuttuğu eli savunarak ayakta tutar, kimisi el bile tutmayarak. Aşk bir dengeler tarihinin, itirazlar tarihinin, aşıktan aşık'a selam göndermeler tarihinin ifadesidir de.

Aşık'ın ezbere kuralları, idealleri, ikeleri yoktur: Aşık hiç bir şeyin işlemeyebileceği bir ucu açıklıkta hayatı, insanı, toplumu hakikati içinde kabul eder, hakikatsizliği içinde reddeder. Aşık dünyaya, insana, komşusuna sadakat içerisinde isyan eder. Bilgisi yoktur, hikmete açılmış kapısı vardır. Praksis, fronesis, sürekli hakikatle düzeliş, rıza içinde itiraz kurama ancak katkı sunar. Kuramın valisi, egemeni, hakimi olmamanın yolundadır aşık.

Sevgi ve Aşk için sevgi ve aşkın terbiyesi, doğru düzgün bir sosyalizasyon, başka insanları önceleyebilecek bir hal gereklidir.

Sevginin gelip kendisine dokunmasını bekleyen sevgiyi seçmez, sevgiye sabretmez. İşine geleceği bekleyiş olmasa da.

Sevgi sevgi kapısı açar mı? Evet, evet, kesinlikle açabilir, mümkün. Kendisini seveni sevmek de bir büyüklenme işidir, yalnız. Aşık ise fanidir, küçüktür, bir sızıntıdır, esintidir.

Aşık kimseyi ezmeden, çiğnemeden olur ya maşuğun elini tutabilirse aşkı çiğnememiş olur da, hayatı hayat olur mu olmaz mı bize de bağlı. Aşık aşkı somutluğun alanında göğüslerse imtihan olan bizleriz. Toplumsal dayanışmadır aşktan çok imtihan edilen. Somut aşk, el ele insanlar, aşkın sınanmasının kapısını açmazlar.

Somut aşk bir uygulamadır, yorumdur, eldeki malzemeyle evi inşadır. Zemin, dünya, etraf, eldekilerle bir kavram inşa edilmez, hakikati olan bir kavrama sadık yaşanır. Kılavuz, hayatı selamlayıştır.

Ezberleri yoktur Aşıkların. Hafızaları toplumsal hafızanın dilinin hafızası olsa da.

Maşuk değildir mantıkla aşkı sepetleyen her daim. Aşık da kâh akıllıdır, kâh delidir. Meydan da okur, meydana çıkmadığı dahi olur. Aşık'ın aklı aşk-akıl savaşının aklı değildir. Dünyanın, dünyadalığın, gelip geçiciliğin, geriye bırakılabilcek olanın aklıdır, aşkıdır.

Bir insan bir insanı seçtiğinde, en son aşk test edilir. Ey Talip!

Sevmeyi Bilmek

Sevgi'li oluş dünyada oluşun kavranmışlığı, hazmedilmişliği üzerinde kurulu. Başkalarının varlığını, önceliklerini kendi ihtiyaçlarını aşan bir duruştan öncelemek işi sevgiyle bakış; sevgiden bakış, yaklaşış, dokunuş.

Sevgi beğenme, sahip olmak için çıldırma, yapışma, yol kesme işi değil. Kimsenin beğenmediğini, beğenmeyeceğini de sever seven, herkesin beğendiğini, beğeneceğini de. Sevgi beğenme beğenmeme meselesine bağımlı değil.

Sevgide yol açma, arkasından su dökme de var, sahiplenme kadar.

Sevgi, sevdiğimiz insanlara, sevgi nesnelerine yönelik ama onların ürünü veya bağımlısı değil. Sevgi sevilme veya sevilmeme talebinde de değil. (Sevmeyi bilmeyenin sevmesi, sevmemeyi kepaze edenin sevmemesi de hoş olmaz gerçi.)