19 Şubat 2012 Pazar

Belâ-yı Aşk

Nohut! Yeğenim! Foto: Özlem Hanım & Burak Bey
Aşık "Aman da Allah aman al başımdan belâyı" da der, "belâ-yı aşkla hoşem" de.

Öyle sermesttir ki bilmez, unutur dünya nedir, dert nedir, derman nedir. Kendini gülün dibinde bulana değin.

Haline rıza göstermekle yetinmez, şükreder de.
Öyle canı yanar ki, yiğitliğine leke sürdürür, halinden şikayet eder.

O da bu da, Aşıklığın Kitabında yazılıdır.

Yiğidin şikayeti tevazudur insanlığı, faniliği kabuldendir.

Acıların adamı, kadını olmaya gönülden rızası da bir kenarda kalışı kabulleniştir. Acının merkezinde, toplumun kenarında. İtilmiş kakılmışın isyanı başkadır, itilip kakılamayacağın itilip kakılmaya rızası, hayreti başka.

Toplum öyle bakar, böyle de bakar. Onun elden geçirdiği kendi bakışıdır.

Aşk dert olduğunda da deva olduğunda da aynı şeydir. Bulutların üstü de yerin dibi de birdir, aynı derûn'da  olgunlaşmadır.

Aşkta kazanılan tevazudur. Faniliktir. Dolayısıyla sonsuzluktur.

Aşık ukalâ ise, aşık'a tavrında bir yamukluk vardır. Aşık kayıp ise kapıların kapalıdır. Aşık tahrişkârsa derinle, kabuğunla yüzleşmen gerek.

Aşık ne yanındadır, ne de uzağında. Ne konuşur karşında, ne de sessiz kalandır.

Aşık ile mesafesini ayarlayamayan, mesafeli bir yakınlık, yakın ama mesafeli bir bağ kuramayan hayatının kenarını köşesini, çerçevesini gözden geçirsin.

Aşık sınanandır. Işıktan kaçamayan tavşandır, ne kadar heybetli olursa olsun, sınanmaktan uzaklaşamayandır. Feneri gözüne tutsan da tutmasan da onun ışığı başkadır.

Şikayet ettiğinde, isyan ettiğinde, itiraz ettiğinde bir olamadığına itirazı vardır, bir olması gerekene adım atmıştır. Rızası da, yakınışı da, yakarışı da birdir.

"Yeter!" diyen aşık kuyunun dibinin, düşüşün dibinin olmadığını görmüştür. Boyun eğen aşık, çileden, sınanmadan kaçamayacağını, çileler bitse bile yakalamış olandır.

Bir öğreteceği varsa kuyudan çıkar, çıkma derdindedir. Bir öğreneceği varsa yolundan çıkma korkusundadır.

İnsan öncelikle kendisinin öğrencisi olduğunda, yani dersini almayı öğrendiğinde, öyle de olur böyle de. Tersi de düzü de, öylesi de böylesi de zıddına çıkar. Zıd da zıddına. O kapıdan çivili kapıların ardındaki avluya geçilir.

Aşık nereden geçtiğini, nerede takılacağını unutabilendir. Hekim ise hastalarını, baba çocuklarını, sürülmüş memleketini hatırladığında içi karıncalanmıyorsa, aceleye gelmiyorsa dağları aşışı o dünyada da bu dünyada da vatandaştır artık.

Bekleyen olmak, beklenen olmak pek farklı şeyler değildir. Hayat gezinenin yolunu merkez edinmez. Hayata dersini almış ya da almamış olarak dönülür. Merkezi olan, olmayan, evi dağılmış, dağılmamış dönüşlerin kitabı uzun havalarımızdı, dinleyen kaldı mı, insan kaldıysa dinleyen de kalmıştır muhakkak.

Belâyı seçiş denilemese de her daim, belâdan kaçmayış yalnız kalabilme ayrıcalığına sahip olabilişlerin işi kadar mahkûm oluş işi de. Kuttül Ammare'de esir düşmüşleri, cezaevlerine gömülmüşleri, müteferrikada lağım içinde berceste mısraı bulanları birgün anlatabilmemiz lazım, insanlara, iyi insanlara.

"Mutlu aşk yoktur!" diyenlere bir zamanlar kızmama gülümsesem de, yanıldığımı hâla düşünmüyorum, yanılgan, fani bir insan olduğumu keşfetmişliğimde bile.

Nereden söylendiği, kimin söylediği de önemlidir. Anlarken söyleyenin anlamını yakalama imkanımız, ödevimiz olmasa da. Anlamak, bir hale, zamana, duruşa uyarlama, uygulama da, eğer bir şeyleri muvakkaten anlamakla başlamayı becermiş olsak. Anlayışın, ufkun açılması bir insanlaşma yolculuğu.

Aşık, acemi aşıkların sırtını örtmek, yollarındaki çukurları bedeniyle bile olsa doldurmakla mükelleftir.

Aşık varsa, köşede mutluluk da vardır.

18 Şubat 2012 Cumartesi

Aşk, Hakikat, Maşuk’un Biricikliği

Aşk fetih işi değildir. Mecazî anlamda, maşuk’un, başkalarının gönüllerini kazanma anlamıyla bile öncelenen, hedeflenen bir fethediş, ele geçiriş, elde tutuş değildir.

Gönül kazanma istenci hakikî iletişimin, dert anlama ve anlatmanın, insanlıkta ve kardeşlikte uzlaşmanın, buluşmanın ifadesi, iradesidir.

Aşık itilme, kakılma, hor görülmeyi gönül kazanmaya yeğler. Hor görülmeyi, itilmeyi yeğleme gönül kazanmayı reddetme değil aşma işidir.

Hor görülme hoyratça ve hoyratlıkla değil hakikatlilikle ve başkalarının onayından geçmişlikle ve geçmişlikten yeğlenir.

Eskiden ”Hakikat Aşığı” diye bir kavram vardı. Aşık ve Maşuk'un fanîliğinde, aşkın sonsuzluğunda maşukdaki maşuktan yani aşkdan vazgeçmemede bir ayrımı yaşamış, duvarla yüzleşmiş kişi.

Maşuk'un geçiciliğinde, insanlardan bir insan ama biricik insanlığında, gelip geçen aşkların çoğulluğunu aşk geleneğinin emanetçiliğinde birleyiş, tekilleyişte durmayan insan. Aşkta hakikati, hakikatte aşkı unutmamış, hale entellektüel bir mesafe koyabilmiş ama yangının (halâ) içinde kalmış insan. Gemisini terketmememiş, terketmeyecek bir kaptanın fare gönlüyle devleşişi. Başkalarının varlığını ve yokluğunu kendi varlığı ve yokluğu, kendisi için varlık ve yoklukla tartmayan, tartmayacak kişi.

Öznel ”Yalnız O!”yu ”Benim İçin Yalnız O” diyebilmeye, öznelerarasılığına dönüştürmüş rüyâda ve hakikattte hakikatli olabilmeye geçmiş insan. ”Yalnız O!” sadece benim için olduğunda, hem sevilenlerin çoğulluğu, yokluğu, yoklaşması hem de aşkın sadakat işi olduğu vurgulanmakta, evrenselliğinde görelileştirilmekte, göreliliğinde evrenselleştirilmekte.

Maşuk’u ”Yalnız O” bilen, onun şahitliğinden çok bakışını, hatta ezici bakışını kavramayı, hissetmeyi önceler. Onaylanma hale şahitlerden, ”Aman hakikatli yar olsa”lardan, insafa ulaşması mümkün ve hayalde asla insafa kapatılmaması gereken dönüşebilecek, ara verebilecek zalimliklerden gelir gelse gelse.

Öbür Dünyayı Umursamama dahi sanıldığı gibi başkalarına aldırmazlıktan gelmez. Aldırmazlıktan geldiğinde cahil işi olur. Tersine, yaptıklarının, ettiklerinin, duruşunun sonuçlarını kabullenmişlikten, yaptığını yapması gerektiği için yapmışlıktan, hakettiği ihtiyacını aştığındaki kanaatkâr duruşundan gelir.

Başkalarına aldırma başkalarının varlığını kavramada kendini kavramaya kapı açar. Umursamazlık şahsiyetsizlik ile sonuçlanır. Kendisini ”kurmuş”, temellendirmiş insan, şahıs, kişi kendi sorumluluk ve emeğiyle halâ şekillendirilebilecek, şekillendirilmekte olan "kısım"ın sorumluluğundan bakar. Dil, kalıplar, toplumsallaşma süreçleri insanı aşar, insan sadece kendi gelişim genetiği ile ele alınırsa. İnsanda insanın öncesi ve sonrasından bir şeyler, yani kendisini "aşan" çok şey vardır.

Aşık, saplantısında dahi mütecaviz değil de aşık ise, insanlaşma yolunda oluşu ve bu yolda kalışı ile alakalıdır.
Olan biten ile olan bitenin algılanması arasındaki fark, oluşan boşluk hakikaten olan ile, anlaşılan algılanan, şahidi olunan arasındaki farkı görür. Karşı tarafın bakışı ile olan bitene, olacak biteceğe ve dünyanın anlamına, toplam anlamına bakamayacak oluşumuzu kabullenişimiz, üçüncü şahıslara, gelmekte olana, oluşacak olana hakikatliliktendir. Hakikate hakikatliliği şimdilik mevzubahis etmezsek!

"Maşuk bana şöyle bakar, anladım ve amenna". Ancak başkalarına zulüme de dönüşebilir bu. Haksızlıklara da. Hakikat kararmalarına da. Aşık, maşuk'un bakışında bir insanı öznelliği ile de tanır, cevaplar, onaylar. Bu onaylamışlıkta, tanımışlıkta diğerlerinin varlığı ve olanların olmuşluklarının öznelliğin ötesindeki olası ve olan farklılıklarından dolayı da elştiri, mesafe ve kuşkuyla karşılar.

Kuşku sadakatin, daha geniş bir gerçekliğin ve hakikatin alanından geldiğinde? İnsan oluşunu duruşunu, görüşünü, önemsediğini de göreliliği içerisinde yakalama çabasına girer.

Hakikatle alâkamız yalnız aşkla değil, önceliklerimiz, hakkani ve temellendirici öznelliklerimiz içinde yalnız olmadığımızı kavramamız aşık ve maşuk arasındaki ilişkinin, hukukun asimetrisinde kendisini kolaylıkla ifşa/deklare ediyor.

Hakikat bizim için hep bir yerden, duruştan, hapsolmadan, çivilenmişlikten görülse ve yoruma açık olsa da, bizim yorumladığımız ve kavradığımız, kendimizle ilgili kararların kozmolojik uzanımlarına hakim olamamamızdan gelen kararlarımızın iyiliği konusundaki tevazumuz bile ister ”ilahi bakış”ı  öngörsün ister meselenin hakikatini: Kendisine hakikati şahit tutar, kendisine hakikati şahit bulur. ”Konuşacak ve konuşmayacak hakikat” anlayışları da bir yerde buluşur: Konuşmasına ve bizi savunmasına çağrı yapmayacağımız Hakikat’te. Haketmediğimiz ceza değil de, haketmediğimiz mükafaat olduğunda sorun, hukuk ile ahlâkın dengelendiği bir insanî duruşla buluşuruz. Şizofren, patolojik, psikopatik sorumluluk duyguları değildir söz konusu olan. Peşinen affetmişlikten konuşan ve tarihi adaletine, insanlığına, dayanışmasına çekmeye çalışan ama çekiştirmeyen bir kararlılık, sorumluluk, dinamik tarihsellik.

İlahî aşktaki ”Yalnız O!” hem öznel, hem öznelerarası hem de nesnel ”Yalnız O!” iddiasını taşır. Nesnellik antinomilerin eleştirisine getirir ve nesnel iddiadan çok bir sezgi, inanç olarak kendisini gösterir. Hakkanî ve hakikatli aşık’ın düşüncesi ”Yalnız O!” dese de demese de ”Yalnız O!”yu içerir, içerebilir.

Hakikat aşığı ile sıradan Aşık’ın ortak yanı karşılıksızlık kapısından geçişleri, geçmişlikleridir. Hakikatlilik konunun adaletiyle buluşmuşluktan gelir.

Arz eyleriz gündüz hayalimizden, gece düşümüzden. Tutkun arkadaşların yanı başından.


(Zaman yetmedi, düzeltilmedi)