Hatırlama Notu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hatırlama Notu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Temmuz 2021 Perşembe

Aşk Var mı Hakikaten?

Aşkı yazmak, ilerde zaman bulursam aşkın fenomenolojisini inşa etmek için kurdum bu siteyi kurmasına ama aşk var mı yok mu, varlığı yokluğu fark eder mi noktasına geldim. 

Birileri aşk üzerine konuşsa kızıyorum, 'ne bu ya?' dediğim oluyor ara sıra.

Aşk yok belki ama, aşıklar var.

Aşk saplantılı hal de değildi benim gözümde. Aşka saplanılır, evet, ama, saplantılı olunduğundan değil, bir söz verildiğinden. Explicit, dışa vurulmuş, ifade edilmiş anlamıyla değil bu; implicit olandan da öte. İfade edilmiş halinden derin, etle kemikle, sinirle, kalple, aka kanla, uykuyla, rüyayla, hayalle, düşle sarmalanmış, kaynaşmış bir söz. 

Aşk karakter sahibi insan ister, evet. Sağlam bir kişiliği bile çözebilir, yerle yeksan edebilir o ayrı mesele. ancak bu aşk bizim var olduğunu sandığımız, incelttiğimiz, tasvir ettiğimiz, olması gerektiği gibi değil olduğu gibi yaklaştığımız aşk mı, aşk kavrayışlarımızdan birisi mi?

Aşk delilik ister evet, akıllıyı da deli eder, ediyor muhakkak, edebiliyor, edebilir. Bu delilik aklı başındalık, stabilite, kişilik de istiyor, her hangi bir delilik de değil yani. Kurulmuş, yapılanmış bir kişiliğin olmamış gibi değil, olmuş gibi dağıtılması, salıverilmesi, tahakkümünün sınırlarının dışına çıkılması, bir anlamıyla eleştirel bir çıkış, terk, veda, transendens, aşma, aşmışlık...

Aşık var. İşine/faaliyetine de aşıklık, istidadına da aşıklık istidadı diyoruz, evet. Burada söz konusu olan aşk mı, aşk istenci mi, aşkı var etme gayreti mi?

Aşık Edebiyatımız maşuka pek yüklenmez. Aşık için talepkârdık, aşıktan talepteyiz. Oysa aşık talip, aşka talip, maşuka da talip belki ilk başta. Satılana kadar, aklı başına gelene kadar, çoğu kez de mudarasız.

Divan Şiirinde maşuk bazan adeta haspa, işveli, flörtöz, narsist. Aşık maşuku ikna, kazanma derdinde de değil, kendini sınama, kazanma, varlık ve yokluğun dibine inme peşinde. Bu sıradan, antientellektüel bir iş de değil. Maşukun kelebeksi karakterlendirilmesi de sığ, önyargılı bir pejmürdelik değil.

Baştan itibaren ifade etmiştim: Hiç değilse Edebî Aşık maşuk karşısında boyun eğer, maşuku selamlar, onun 'sömürgeci' gözüyle kendisine bakar, başka türlü bir kendisini keşfe çıkar...

Aşıklık Tasarımı ciddi bir tasarım, kavram ciddi bir kavram, fenomenolojisi daha kolay, aşıklık yaşantısı var. Diyalektik denilmeyecek anlamlarda tutarlılıklar, dümdüzlükler yazılabilir, kendini ve kendiliğini çözme işleri bir transendens olarak kavranabilir belki. Aşk'ın ise çok daha zor. Kavranışı daha soyut, beklentisel. Zıddı ile çeşitli farklı düzeylerde iç içe. Diyalektiği çetrefilli bir diyalektik, eğer aşkı var sayacaksak, varolmayan yanlarını yontmadan, noema-noesis meselesiyle de kavramlaşabilirliğini geçici olarak sınayarak.

Bir çeşit sosyalpsikolojisi var işin, etiği var, son zamanlarda kabul ettiğim üzre hukuku bile var.

Çok disiplinli bir çalışma zırvasını kast etmiyorum edebiyatımızın en kolay anlatılmış, en karmaşık mevzuuna.

Cahiller aşk yok dese kızıyorum, aklı başındalar, hayatı derinliğine yaşamışlar öyle dese seviniyorum. Kader kavramı gibi. Cahilerin var sayması, sayarken ne saydıkları bazan insanı çıldırtıyor. Bir hayat tecrübesinin vücutlanmıştığında bir kaderin adeta parmakla işaret edildiğini görüveriyorsun. Tanpınar'daki bir hikayesi olan adam kavramı bu alanda geçerli, vurgulamış olayım.

Büyük Aşklar yok belki, Büyük Aşıklar var. Bir çok anlamda, hepsi de geçerli anlamlarında.

Küçük Aşklar var görünüyor. Bunun öznelerine de aşık denmez. Yani ben demem.

Gözyaşı ve Kederden çok şahsiyet, sözüne sadakat, kendine sadakat, fedakarlık, mazbut ve sağlam karakter, cömertlik, dayanıklılık, derin bir toplumsallaşmanın dışavurumları karşımıza çıkıyor, ömrümüzde Aşık denilen bir özne görmüşsek. (Görmeyenler çoğunluktadır, ezbere konuşan konuşana). Yiğit insan istiyor bu yol diyeceğim şimdi, yiğit insan gören var mı, görüp de hayatı burnundan getirmemiş olan? Ezber yine bir başka ezberle açıklanır hep. Yiğitlik nedir onu da ele alalım zaman bulduğumuzda. Zor bir hayat projesi. Aşık yiğittir, ama yiğitliği de aşma, yenme durumundadır diyerek konuyu iyice karıştırayım.

Sonra devam ederiz.


(Online yazıldı, hiç okunmadı, düzeltilmedi)


11 Kasım 2012 Pazar

İlân-ı Âşk

Aşık aşkını ilân ettiğinde açık bir senet verir. "Tüm zamanlar için böylesin".

"O zaman öyle diyordun amma"daki "öyle deyiş", karşısındakinin öyle olmakta elbette değişerek de olsa devamının öngörülmesini de içerir, "senin bana karşı tavrından bağımsız olarak bir birey olarak, bir sorumluluk, bir aşık olarak ben böyleyim"i de.

Maşuk ya ilan yaprağını buruşturur yere atar, ki bunda bir sorun yoktur, ya da "ben de seni" der.

Maşuk'un "ben de seni"si maşuktan aşık yapmaz, bir karşılık vermiş olsa da. Ancak bir söz vermişlik durumuna düşürür. Sözü söz olmayan bir maşuk, insanlık değerinden kaybeder, aşık öylesini de böylesini de kabul etmiş olsa da. İnsanlığa ahdini tutmayan bir insan sevilse de, önceliğinden, biricikliğinden kaybeder, söner.

"Ben de seni" aşıklık mertebesine uçuş değildir. Aşık kıymeti biliştir. Aşığın gözünde zaten maşuk eşsizdir. Başka bir şey olması gerekmez.

Maşuk aşkta yarıştığında, aşktan sıkıldığında, sevilmekten ve sevmekten bıktığında, sevilmeye bayılıp sevme de rahvan gittiğinde aşkın bir terbiye olduğunu, yılların emeği ve diğerini öncelemeyi öğreniş olduğunun farkında değildir.

İnsanlar diğerkâmlıktan sonra gelen, ileri götüren bir hal sanmaktalar kendine saplanmışlığı, kendini düşünmeyi, kendinden düşünmeyi. Oysa diğerini keşfedişle başlar insanın farkında olabildiği, olabileceği kendiliği.

Sen karşındakini düşünüyorsun. O da kendisini düşünüyor. Hattâ bunun böyle olacağını savunuyor. Aşığın değerini düşürmez bu. Aşkın çeşmesini kurutur. Maşuğun değerini de aşık gözünde düşürmese de hakikat indinde/nezdinde düşürür.

"Aman hakikatli yar olsa"daki hakikatli zaten yardır. Hakikatini düşüren zalimleşir. Bir mecaz olarak zalimden, bir kavrayışsızlık olarak zulme.

Aşkı bekleyen, aşkı arayan kendisi için aradığında ve kendi mutluluğu için aradığında yaprağı dökülen güldür bülbülün karşısında. Bülbül gülün haline de ağlar, kendi haline de. Solan ve bir fidanın teki olan gül, bülbülü gülün dibine düşüremez. Uçurur.

Bülbülün kan vererek canlandırdığı, ayakta tuttuğu gül ise başkadır. Hikayesi hikmeti başka.

(Gözden geçirilecek. Düzeltilmedi)

10 Nisan 2012 Salı

Aşkta Yanlış

Aşk ne yanlıştır, ne de doğru.
Aşk bir oluşun olmaya, oluşa açıklığa atılmışlığıdır.
İçten içe kaynayan bir sedef kutu şeklini kaybetmese de anlamını kaybederek yeni anlam bulur.
Her oluş, oluşum bir şeyin bir başka şeye de dönüşmesidir. Kendisi kalarak dönüşmesi de.

Aşk yanlışı doğru, doğruyu yanlış yapmaz.
Aşık yanılsar. Aşk yanlışa zorlanır. Aşk yönlendirilir. Aşk adına yanlış ne aşkı yanlışlar ne de doğrular.
Yanlışın öğreticiliği yanlışın yanlışlıktan çıkarılabilirliği, dönüşebilirliği ile alâkalıdır.

Yanlış nesnenin karşısında nesne olsa, özeneleştirerek nesneleşip özneleşse de aşık aşk öğreteceğini öğretir.

Git hata yap, yanlışlarda boğul demez aşk, yanlışı düzeltir, yanlışta da doğruda da öğretir aşk, ideal olanı, olabilirlik sınırındakini sınatır, sunar; hayatla da, en son anlamıyla da düzeltir.

Aşk her daim öğretir. Aşk karşısında gündelik herşey yanlıştır, dibe vurur bir bakıma. Olması gerektiği gibi olmadığından, olamadığından değil kendi mantığıyla sınandığından herşey sarahaten sınanmıştır.

Aşık hep yetersizdir. Aşk hep yetersizdir. Kazanmak için yetecek bir aşk derecesi, mertebesi yoktur. İnsan kazanacaksa kendisini kazanır. Aşkta en büyük gayretin, en derin fedakârlığın sınanması söz konusudur. Yetmeyen açık ve hür bir dünyada oluşana müdahale, talepkârlıktır. Geç kalmışlık, erken davranmışlık, çiğlik, pişkinlik, olgunluk, acemilik bin bir insiyatifin üstüste gelmesi neyin kazanılabileceğini, neyin kazanılamayacağını da öğretir.

Aşkta adalet bekleyen, bir gün adalet bekleyen, aşkın fırsat eşitliği olmadığını öğrenir. Geçmiş geleneklerin aşkı o kadar önemserken herkese şans veren örf ve adetlere dönüşmelerinin anlamını anlayamayan, adaletsizlikte sadece kendisini olgunlaştırır. Aşık toplum kurucu olduğunda aşksızdan temkinli olur.


18 Mart 2012 Pazar

Âşk Yazıları

Onca terkediş, terkediliş, itişip kakışma, bencillik içerisinden süzülüp gelen âşk yazıları.
İmrendiren, özendiren saplantılar, esaret, tutsaklık.
Âşk, oysa, her daim gündelik hayatta, hayatla, hayattan.
Birbirlerinin sırtlarını örtüp alınlarındaki terleri silenlerin dilini, şiirini okuyamadığımızda yazı merkezli, yarım bir hayatla, ama yine de hayatta yaşamadayız.
Âşk fedakârlıkların, diğerkâmlıkların, üzerine titremelerin, önünde eğilmelerin, sadakatla suskun ve tesellisiz kalışların dilinde dile gelmelerde.
Güzel yazı yazanı ve yazılanı güller içinde kılmaz.
Güzellik hep sade olmasa da sessiz, sadık, düşünceli ve ince. Dokunulmadan, fark edilmeden gelip geçen.
Karşısında kör davrandığımız sanki hep maskesizliğin maskesi, incelik, üzerine eğilme, üzerine kapanma.
Kendini siper edeni çiğneyip geçiş. Bazan bir gelinciğe, nâr çiçeğine doğru hamle de olsa.

19 Şubat 2012 Pazar

Belâ-yı Aşk

Nohut! Yeğenim! Foto: Özlem Hanım & Burak Bey
Aşık "Aman da Allah aman al başımdan belâyı" da der, "belâ-yı aşkla hoşem" de.

Öyle sermesttir ki bilmez, unutur dünya nedir, dert nedir, derman nedir. Kendini gülün dibinde bulana değin.

Haline rıza göstermekle yetinmez, şükreder de.
Öyle canı yanar ki, yiğitliğine leke sürdürür, halinden şikayet eder.

O da bu da, Aşıklığın Kitabında yazılıdır.

Yiğidin şikayeti tevazudur insanlığı, faniliği kabuldendir.

Acıların adamı, kadını olmaya gönülden rızası da bir kenarda kalışı kabulleniştir. Acının merkezinde, toplumun kenarında. İtilmiş kakılmışın isyanı başkadır, itilip kakılamayacağın itilip kakılmaya rızası, hayreti başka.

Toplum öyle bakar, böyle de bakar. Onun elden geçirdiği kendi bakışıdır.

Aşk dert olduğunda da deva olduğunda da aynı şeydir. Bulutların üstü de yerin dibi de birdir, aynı derûn'da  olgunlaşmadır.

Aşkta kazanılan tevazudur. Faniliktir. Dolayısıyla sonsuzluktur.

Aşık ukalâ ise, aşık'a tavrında bir yamukluk vardır. Aşık kayıp ise kapıların kapalıdır. Aşık tahrişkârsa derinle, kabuğunla yüzleşmen gerek.

Aşık ne yanındadır, ne de uzağında. Ne konuşur karşında, ne de sessiz kalandır.

Aşık ile mesafesini ayarlayamayan, mesafeli bir yakınlık, yakın ama mesafeli bir bağ kuramayan hayatının kenarını köşesini, çerçevesini gözden geçirsin.

Aşık sınanandır. Işıktan kaçamayan tavşandır, ne kadar heybetli olursa olsun, sınanmaktan uzaklaşamayandır. Feneri gözüne tutsan da tutmasan da onun ışığı başkadır.

Şikayet ettiğinde, isyan ettiğinde, itiraz ettiğinde bir olamadığına itirazı vardır, bir olması gerekene adım atmıştır. Rızası da, yakınışı da, yakarışı da birdir.

"Yeter!" diyen aşık kuyunun dibinin, düşüşün dibinin olmadığını görmüştür. Boyun eğen aşık, çileden, sınanmadan kaçamayacağını, çileler bitse bile yakalamış olandır.

Bir öğreteceği varsa kuyudan çıkar, çıkma derdindedir. Bir öğreneceği varsa yolundan çıkma korkusundadır.

İnsan öncelikle kendisinin öğrencisi olduğunda, yani dersini almayı öğrendiğinde, öyle de olur böyle de. Tersi de düzü de, öylesi de böylesi de zıddına çıkar. Zıd da zıddına. O kapıdan çivili kapıların ardındaki avluya geçilir.

Aşık nereden geçtiğini, nerede takılacağını unutabilendir. Hekim ise hastalarını, baba çocuklarını, sürülmüş memleketini hatırladığında içi karıncalanmıyorsa, aceleye gelmiyorsa dağları aşışı o dünyada da bu dünyada da vatandaştır artık.

Bekleyen olmak, beklenen olmak pek farklı şeyler değildir. Hayat gezinenin yolunu merkez edinmez. Hayata dersini almış ya da almamış olarak dönülür. Merkezi olan, olmayan, evi dağılmış, dağılmamış dönüşlerin kitabı uzun havalarımızdı, dinleyen kaldı mı, insan kaldıysa dinleyen de kalmıştır muhakkak.

Belâyı seçiş denilemese de her daim, belâdan kaçmayış yalnız kalabilme ayrıcalığına sahip olabilişlerin işi kadar mahkûm oluş işi de. Kuttül Ammare'de esir düşmüşleri, cezaevlerine gömülmüşleri, müteferrikada lağım içinde berceste mısraı bulanları birgün anlatabilmemiz lazım, insanlara, iyi insanlara.

"Mutlu aşk yoktur!" diyenlere bir zamanlar kızmama gülümsesem de, yanıldığımı hâla düşünmüyorum, yanılgan, fani bir insan olduğumu keşfetmişliğimde bile.

Nereden söylendiği, kimin söylediği de önemlidir. Anlarken söyleyenin anlamını yakalama imkanımız, ödevimiz olmasa da. Anlamak, bir hale, zamana, duruşa uyarlama, uygulama da, eğer bir şeyleri muvakkaten anlamakla başlamayı becermiş olsak. Anlayışın, ufkun açılması bir insanlaşma yolculuğu.

Aşık, acemi aşıkların sırtını örtmek, yollarındaki çukurları bedeniyle bile olsa doldurmakla mükelleftir.

Aşık varsa, köşede mutluluk da vardır.

22 Kasım 2011 Salı

Kenardan Geçmek

Kalp kenardadır.

Tevazu kenardan geçer.

"Aşk nerededir?" diyen, aşık görmemiştir hiç.

Gözü kenara ilişmemiştir.

Kenardan geçmek yolgeçen hanı yapmamaktır, yol etmemektir verimli toprağı, çiçeğe duran ağacı. Kapışmaya bulaşmamaktır.

Başkalarına bırakmak? Ne münasabet? Ancak bir ana çocuğunun bölünmesini, ortadan ikiye ayrılmasını göze almaz. Mesnevîyi okumayan bari Kafkas Tebeşir Dairesi'ni seyretmeyi akletse.

Kenardan geçme bazan sömürgeci tavrı reddetmedir, bazan bir balonu ufukta kaybolarak söndürme.

Sessiz, kimsesiz.

30 Eylül 2011 Cuma

An'ı Değil Yanan Câm'ı Öper Aşık!

Aydınlık içimden geliyordu, doğudan değil.

Bir kere "hemen şimdi!" dedikten sonra vazgeçsem de hemenşimdilicilikten, yönümü aradım durdum hep.

Alçak mıyım, yüksek miyim; aşağıda mıyım, yukarıda mıyım bilemez oldum. Bilemez oldum sağım neresi, solum neresi. Güneşim nerede batıyor, nereden doğuyor?

Birisini öpmeden önce acılarını, acıyan yerini öpmeli insan, ulaşabilirse, aklına gelirse, oluşundan kaçmazsa.

Ey ayak sürüyen yanım, safram sanmaktaktaydım seni, azık çıkınımmışsın, yol gösterenimmişsin.

Yanardağların pırıltısına, kaynayan elmasa kapılmadım. Uçurumlarda patikalar buldum, dalgaların üzerinde kaydım, Zındanda dehlizler buldum, karanlıkta da gördüm.

Gün ışığı cama vuruyor. Gelmem Gün Işığı boğazım ağrıyor! Çok yorgunum! Şakaklarım zonkluyor!
Sana mucizeni göstermem mi gerek, her şey sadece içimden geldiği için öyle olsa bile?

"Her şey bana yansısa bile, vaktim yok bana dönene bakmaya!" dedi Güneş: Her şey, benim de sadece içimden geliyor! Seninle oynamak, kendiliğimden gelen bir şey. İçim karanlık. Karanlıklar patlıyor! Karanlığım patlıyor!

Peki Güneş, bekle, bir duş alayım! Giyinip geliyorum!

Traş falan olmayacaktım, olmuş olacağım, işitildiğinde olduğumun gerisinde kalacak söz.

Sözüm. Verilmiş sözüm.

24 Eylül 2011 Cumartesi

Ailesiz Aşk Olmaz!

Hür, insiyatif sahibi, düşünen, demokrat, başkalarına değer veren insanın ailesiz bir toplumda/toplumsallıkta(*), insanlık geleneği aktarılmadan yetişebileceğini savunabilecek birileri kaldı mı bugün, bilemiyorum. Bugün olmasa da yarın totaliter, geleneksiz ve insanın tarihsel varlık olduğunu unutmaya gönüllü eğilimler karşımıza çıkacaktır.

Bugün de facto aile karşıtlığı totaliter bir söyleme karşıt olduğunu hayal eden, insanlığın tarihsel akışını bireysel hayatın akışı, tatmini, anlamlandırılması direktiflerinin gerçekleştirilmesi süreçlerinde unutuveren bir bireyci söylemden, popülerkültürel olmayınca olmaz listesinden kendisini ifade ediyor.

Kültürün nesillerarasılığının unutulması, kültürün bireysel olanı boğmasını nasıl engelleyebilir, anlaması veya açıklaması mümkün görünmüyor.

Bireyselliğin serpilip gelişmesi işleyen bir sosyalizasyona, özgürleşen bir bildirişime ve öznelerarası kurumlaşmış eleştirel alışverişe de işarettir.

Tarihsel perpektif ahistorik olarak temellendirilen bir moderniteyle, toplumların maddî manevî dinamikleri kitle kültürünün insani gerekirlik listesiyle değiş tokuş ediliyor.

Haz, tatmin, hız zahmetsizliğin ve emeksizliğin tüketici dünyasında yeniden tanımlanıyor.

Had, ölçü, tad(ında bırakabilirlik), öznelerarası temellenen zevk anlayışı yeniden  darmadağın ediliyor, dahi estetiğinden geri bir noktaya çekiliyor.

Cinsellik insanlararasılığından, insan oluşun dinamiklerinden, insanın tarihinden ve insanlık tarihinden sökülüp atılıyor, ya da tek başına güdü, iti, itki, paralel veri olarak baştacı ediliyor.

Çocuk yetiştirmek meşakkatli bir iş, zevkli olduğu kadar.  Bir insan oyun oynayarak, rollerle oynayarak, taklit ederek, değişik duruşları sınayarak yetişiyor. Kendisine lâzım olanlar kendi çevresinin, zamanının dışında geliştirilen şeyler de. Aile tek başına elbette yeterli değil onca aktarım için.

Bir dil topluluğuna ait oluş, o dilin tüm topluluklarına ait oluş değil. Bir dil oyununa hakimiyet tüm dil oyunlarına hakimiyet değil.

Dilin, davranışın, kalıpların, sembollerin gündeliği, pragmatiği ve çeşitli anlamlarıyla tarihsel uzanımları var.

Çocuk, aile içinde kendilerine benzeyeceklerini öğrenmiyor, tersine, işin farklılık yanını öğreniyor, bir insanın yetişmesini soyutlayabilirmişiz gibi konuşursak. Modelden çok karşı model hayatın belli bir döneminde yanıbaşındakiler. Kuralları, prensipleri, ilkeleri, argumanları an geliyor, yakınındakilerle hesaplaşmalarında, yüzleşmelerinde bir kendisi olarak ayağa kalkmak için kullanıyor çocuk.

Çeşitli aidiyetlerden kaçınarak değil, aidiyetlerin kodlarını içerden çözerek özgürleşiyoruz, yani ait olarak.

Hazcılık en azından faydacı versiyonunda tüm insanların mutluluğunun artırılmasını hedeflerdi, ya da toplam acıyı azaltmayı, şimdiki gibi dünyayı bir fetih ve keşif işine indirgemeden.

Kavramlar toplumsal ve tarihsel uzanımlarından koptukça, birey sanki kendisinden doğmuş gibi konuştukça, insan yağmasını tamamlamadan dünyadan gitmeyi yarımlık addettikçe işimiz kolay değil.

Kuluçka makinalarında dünyaya gelmişiz gibi konuşmaya başladık. Aşkın sadakat işi olduğunu, bir başkasının önünde eğilmeyi gerektirdiğini unuttuk. Aşkı cinsel vücutlaştırabilirlik, cinselliği haz, hazzı teknik sanıyoruz: Bir başkasının üzerine titremek, üzerine kapanmak, bir başkasıyla ruh derinlemesine bağ kurmak olduğunu artık farketmiyoruz bile.

Dil, davranış kalıpları, bakış ve alâka tarzları sanki bin bir emekle nesiller boyu kurulmuyor gibi geliyor yeni nesillere: Onlar sanki birey doğuyorlar, daha kişiselleşme, kişilik geliştirme süreçlerini bile yaşayamadan. O halde itiraz neye itiraz olabilir ki, kendi kişiselliklerine olmayacaksa, yani diğerleriyle ortak yanlarına olmayacaksa?

İtiraz o çok sevilen "ötekileştirme" karşıtlığı edebiyatına rağmen, ötekiliğin evine yöneliyor, yönelmekte. Eleştiri insanın kendisinde kaçıyor, kaçmakta.

Bireyselliğimiz yani başkalarından ayrıştığımızı yanlarımız, başkaları ile ortak olduğumuz yanlarımız ile birlikte/beraber gelişiyor. Kişiselliğin yapılarının arkasında okulun, bireyselliğin arkasında ailenin duruşu sadece bir karikatürden ibaret olsa da bizi vatandaş, bir yere ait yapan süreçler ile ayrı, farklı yapan süreçler birbirlerini gerektiren, içiçe girmiş süreçler, ayrıştırıp yalıtma mümkün olsaydı.

Ortak yanınız ne kadar zayıfsa, ayrışma noktalarınız da o kadar temelsiz oluyor maalesef.

İnsan olmak için onca çaba, insanlığı insanlık yolunda devam ettirmek için yapılan onca fedakarlık, yağmasını yapmadan dünyadan gitmeme ya da hazda aşağı kalmama duygusunun işi değil.

Dünya, hayat, insanlık, kendisi olmak zevkisiz işler değil elbette. Ama vazgeçme, kendisine sınır koyabilme, her şeyden payını alma çabasında olmama işi de.

İnsanların çırpınmalarını, çabalarını, fedakârlıklarını nasıl anlatacağız yeni hayatı tad, zevk, haz istiflemesi sanan yeni insanlara?

Devamlılığı, aktardığı olacaksa insanlığın dayanışma kültürü, paylaşma kültürü, fedâkarlıkları, çileleri göze alışları, uzun yollara çıkabilişleri de olacak.

________
(*) Burada yetim ve öksüzlerin de aileli bir toplumda, rol disposizyonlarının canlı olduğu toplumsallıkta yetiştiklerini hatırlatmakla yetineceğim. Yetimler ve öksüzler marjinal değiller, toplumsal dayanışmanın, yani toplumsallaşmanın eleştirel merkezindeler. Nasıl dilsizlik sanılan farklılık dile entegre ise, marjinal görülen veya olan, hattâ belli türde toplumsallaşmalardan kaçınabildiği oranda özel denilebilen hayat tarzları da toplumsal hayata entegre farklılıklarıyla ele alınabilirler.

17 Eylül 2011 Cumartesi

Birisini Seçmek

(Yazı çok aksıyor, hiç düzeltilmedi, kısaltarak yazdığımdan bazı kısımlar çelişkili gibi görünüyor, okurken bütününden belki bir şey çıkar. Elden geçirmem lazım. sadece bir hatırlama notu olarak düşünülmeli)

Birisini seçmek dar anlamıyla sevgi işi değil, kalbinin sesini dinlemenin ifadesi hiç değil. "Sevgili"nin mevzubahis olması dahi bazı kriterlerden, önceliklerden yola çıkmamıza, dünyayı dümdüz etme hakkımızın olmadığını görmeye engel değil.

Seçim sevgisizlerin seçimi de değil, insanların tercihleri kalpsizlik işi olsa da çoğu kez.

Aşkı, sevgiyi bazan dönüşümlü kavramlar olarak kullanıyorum. Tanımlarını bir ölçüde boş bırakmam zorunlu gibi. Sevgi diyorum, aşk diyorum bazan ortada somutlaştırılmış hedef yok, hedef olmadığı halde şıpsevdilik de yok.

Bir insanı seçmek aşk veya sevgi işi değil çoğu kez de ondan demeyeceğim. Diğer insanlara yükümlülüklerimiz, sorumluluklarımız önemsizdir, aklı ve mantığı çağırmak gereksizdir demediğim gibi.

Tersine, gereklidir! Hesabın kitabın da insanî, aşkı besleyen yanı vardır, insanın kanını donduran yanları da.

Sevgi dolu bir insan şıpsevdi değildir. Hesap, kitap, beklentiyle işi olmaz; hesabı kitabı varsa başkalarıyla bir aradalığın unutulmamışlığıdır, unutulmamışlığındandır. Aşık fetihçi, kapkaççı olmamıştır aşk tarihi boyunca.

An gelir, dünyaya karşı koymak, meydan okumak, rezil olmak, vezir olmak, kepaze olmak elzemdir.

An gelir, kenardan geçilir.

Aşık maşuğun nedim(es)i, nikâh şahidi falan değildir. Kenardan geçiş, uzak duruş hoşgörü ve serbestlik kelebekliği değildir. Başkasını düşünme, insanlık üzerine titreme, insan gibi yaşama ve yaşatmaya rüyalarından kurban verebilmektir.

Aşık dünyayı çiğnemez, insanı itip kakarak yoluna varmaz. Yolunun son'u zaten sevdiği, maşuk değildir. Yol üzeri, yol kenarı, git gide sönen bir çıkış noktasına da dönüşür.

Aklın aşka üstünlük kurması aşkı ezmeden olduğunda, aşkı feda etmediğinde vicdan kanamaz.

Aşkın akla galip gelmesi de insan oluşu, komşulu oluşu, halk veya başkaları içinde oluşu ezmediğinde bencillik işi olmaz.

Aşık kenardan geçse de, alıp sevdiğini dağa çıksa da insanlık bayrağıyla yola çıkar.

İnsanlık yoksa, başkaları içinde oluş yoksa, aşk dünyasında vatandaşlık yoksa aşık yoluna tükürülesi birisidir arkada bıraktıkları için.

Taşlanmayı göze almayan aşık ise dosdoğru değildir! Derisini selam verdiğinin elinde bırakmayı göze almayan hayatın pamuğunu atmak için yola çıkmaz.

Her şey doğru anlaşılma, takdir edilme, edilmeme üzerine kurulmaz. Aşkın da meşruiyet gerekçeleri, iddiaları, temelleri vardır. Erbabı bilir. Deriyi cesede örter. İrfanın, maarifin zerafeti buradadır.

Üzerine tükürülen toprak parçası ziyarete dönüştüğünde anlayış geçmişe yönelik değildir. İnsanlığın yolunu bulmuşluğundandır. Yeni hallere körlük ise kuraldandır.

Maşuğun kimi seçtiğini pek konuşmadım. Zamanla ele alırız. Aşık için maşuğun rahatı seçmesi aşka hakaret değildir çoğu kez. aşık'ın itirazı dünyaya, dünyanın haline itirazdır. Bizi insan yapan şartların insanlık dışı oluşuna vurgudur. Olmaması gerekene vurguyla zulüm ihtiyarlatılmaktadır. Aşık, başka bir dünya daha yokken onun yolcusudur!

Aşığın itirazlı, itirazsız gidişi, kapıya dayanışı ya da uzak duruşu aşk mantığı diyebileceğimiz kolay anlaşılamaz bir diyalektiğin hareketleridir de.

Kimi aşık insanlığı tuttuğu eli savunarak ayakta tutar, kimisi el bile tutmayarak. Aşk bir dengeler tarihinin, itirazlar tarihinin, aşıktan aşık'a selam göndermeler tarihinin ifadesidir de.

Aşık'ın ezbere kuralları, idealleri, ikeleri yoktur: Aşık hiç bir şeyin işlemeyebileceği bir ucu açıklıkta hayatı, insanı, toplumu hakikati içinde kabul eder, hakikatsizliği içinde reddeder. Aşık dünyaya, insana, komşusuna sadakat içerisinde isyan eder. Bilgisi yoktur, hikmete açılmış kapısı vardır. Praksis, fronesis, sürekli hakikatle düzeliş, rıza içinde itiraz kurama ancak katkı sunar. Kuramın valisi, egemeni, hakimi olmamanın yolundadır aşık.

Sevgi ve Aşk için sevgi ve aşkın terbiyesi, doğru düzgün bir sosyalizasyon, başka insanları önceleyebilecek bir hal gereklidir.

Sevginin gelip kendisine dokunmasını bekleyen sevgiyi seçmez, sevgiye sabretmez. İşine geleceği bekleyiş olmasa da.

Sevgi sevgi kapısı açar mı? Evet, evet, kesinlikle açabilir, mümkün. Kendisini seveni sevmek de bir büyüklenme işidir, yalnız. Aşık ise fanidir, küçüktür, bir sızıntıdır, esintidir.

Aşık kimseyi ezmeden, çiğnemeden olur ya maşuğun elini tutabilirse aşkı çiğnememiş olur da, hayatı hayat olur mu olmaz mı bize de bağlı. Aşık aşkı somutluğun alanında göğüslerse imtihan olan bizleriz. Toplumsal dayanışmadır aşktan çok imtihan edilen. Somut aşk, el ele insanlar, aşkın sınanmasının kapısını açmazlar.

Somut aşk bir uygulamadır, yorumdur, eldeki malzemeyle evi inşadır. Zemin, dünya, etraf, eldekilerle bir kavram inşa edilmez, hakikati olan bir kavrama sadık yaşanır. Kılavuz, hayatı selamlayıştır.

Ezberleri yoktur Aşıkların. Hafızaları toplumsal hafızanın dilinin hafızası olsa da.

Maşuk değildir mantıkla aşkı sepetleyen her daim. Aşık da kâh akıllıdır, kâh delidir. Meydan da okur, meydana çıkmadığı dahi olur. Aşık'ın aklı aşk-akıl savaşının aklı değildir. Dünyanın, dünyadalığın, gelip geçiciliğin, geriye bırakılabilcek olanın aklıdır, aşkıdır.

Bir insan bir insanı seçtiğinde, en son aşk test edilir. Ey Talip!

Sevmeyi Bilmek

Sevgi'li oluş dünyada oluşun kavranmışlığı, hazmedilmişliği üzerinde kurulu. Başkalarının varlığını, önceliklerini kendi ihtiyaçlarını aşan bir duruştan öncelemek işi sevgiyle bakış; sevgiden bakış, yaklaşış, dokunuş.

Sevgi beğenme, sahip olmak için çıldırma, yapışma, yol kesme işi değil. Kimsenin beğenmediğini, beğenmeyeceğini de sever seven, herkesin beğendiğini, beğeneceğini de. Sevgi beğenme beğenmeme meselesine bağımlı değil.

Sevgide yol açma, arkasından su dökme de var, sahiplenme kadar.

Sevgi, sevdiğimiz insanlara, sevgi nesnelerine yönelik ama onların ürünü veya bağımlısı değil. Sevgi sevilme veya sevilmeme talebinde de değil. (Sevmeyi bilmeyenin sevmesi, sevmemeyi kepaze edenin sevmemesi de hoş olmaz gerçi.)

23 Temmuz 2011 Cumartesi

Adam Olamayan Aşık Olamaz, Aşık Olamayan Adam Olamaz!

Aşkı haketmek, aşıklığı haketmeden sonra gelir.

Aşkın aşığa dönüşü, oluşun tevazuya dönüşüdür de.

Aşkın aşığa dönüşü, maşuktan gelen bir hareket değildir.

Kendine saygının, kendisini ayaklar altına alabilişten geçmesidir.

Bir tevazu olarak saygıdır, kendine saygı.

İnsanın kendisine saygısı, artık kendisinden ibaret olmayışın kapı aralamasıdır.

Başkalarına olan bitenle, başkalarının kaderleriyle kardeşlik kuruşun kapısıdır aşk.

Ne adam olarak yola çıkarsın, ne de aşık olarak adamlıktan ibaret olursun. Aşk da adamlık da ömür ister, karar ister, başka türlüsünü yapamazlık ister.

Gerisi kader, kısmet ama bir o kadar da emek, çırpınma, kibri lağıma dökme, burun sürtme; yanlış ile yaşamayı yani yanlıştan öğrenmeyi öğrenme; başkalarını öncelemenin silikleştirmediğini, alçaltmadığını, yükseltmediğini ama insanın kendisine giden yol olduğunu farketme işi.

6 Mart 2010 Cumartesi

Aşk'ın Kendisine Yönelmesi


Aşkın insanın kendisine yönelmesinin narsizmden açıklanabilirliği yok, her dile getirilmesinde.

Mesnevîde dikkati çekmez ama, aşk aşıka geri döner. Kendisine aşk olarak, kendisine sevgi olarak, kendisine saygı olarak. İhtimam'ın duruşumuz olması da demek bu sonuçta, tezahürde. Tezahürü küçümsemeyin hemen, göründüğün gibi ol'u unutup.

Aşkın aşık'a yönelmesi sonuçlarıyla, getirdiği noktayla açıklanabilecek bir çevrim'in sonucu değil. Biteviye bir oluşma, iç alemli olma, eylemede içi dışı bir oluşa yönelmede kavranmalı.

Aşık aşkı kendisine de çeviriyor. Artık başkası var. Öncelediğimiz, dertlerini, dünyalarının varlığını kabullendiğimiz insanlık var.

İnsanın önemi, onunla iletişimimizin diskursif olmasında. Diğer varlıklara bile egoist ve ilkel davranışın kalkmasında insanla alakamız var.

Aşkla baktığımızda bir terbiyeyle, duruşla, kültürle, anlayışla da bakıyoruz: Ondan önceki insanlararası alışverişin üzerinde temelleniyor aşk.

Aşkla insanlığımız başlamıyor, başlayan insanlaşmamız kendi yerini keşfediyor. Bir ben oluş, iç alem geliştiriş aşkla kendisini buluyor. Sadece aşkla değil. Sadece aşkta değil. Aşk diyebilmek için insanın filizlenmesi gerek, tomurcuklanması, şekillenmekte oluşu, kendini değiştirebilme kapasitesine kavuşmuşluğu da gerek.

Aşkın aşıka yönelmesi aşığın kendisine de insan, feda edilmeyecek bir hayat, vaz geçilmeyecek bir armağan olarak bakması da. Bu kendini önceleyiş demek değil, kendini önceleyişten vazgeçmiş kişinin kendisine de bir insan olarak bakması. Başkalarına hoşgörüsünü kendisine de yöneltmesi, mesela. Bu yöneltmede sorumluluk kaybı yok, tersine, ders çıkarmışlık, hatalar ve kayıplara hayıflanmaktan tecrübeye, daha iyi bir insan olmaya bilinçli yönelme söz konusu.

Bir yerde başlayıp bir yerde biten ve kendi başına gelişen bir hal değil, insanın insanlaşması. Bir çok düzeyde, katmanda, gelgitte cereyan ediyor. Bir çevrim bir noktada başlayıp başladığı noktayı doruk edinip bitmiyor. İnsanlararasılık sayısız başlayan ve biten, süren ve dönüşen alışverişlerle, süreçlerle gelişiyor mayalanıyor, yeşeriyor.

Aşkın aşıka dönmesinin bizim geliştirmekle yükümlü olabileceğimiz bir başka anlamı da Aşk'ın maşukun aşkı olarak geri dönüşü. Nefret olarak bile dönseydi aşk'ın dönüşü olurdu ama aşk olarak dönüşü olmazdı.

İnsani alışverişin en ayrıştırılmış ve iyi tanımlanmış biçimleri bile gerçeklikte sayısız birbiri ile alakalandırılabilecek alakalandırılamayacak alışverişlerle, katlarla, dokular, lifler, halatlarla dolu.

Aşk aşıka çeşitli biçimlerde geri dönebilir. İnsan oluştaki en önemli çevrim ya da çember bir kendisine yöneliş, anlayış, kavrayış olarak. Ancak aşk üzerine daha kapsamlı düşünebilmek için, aşkın maşukun aşkı olarak geri dönmesini de ele almak durumundayız. Aşk tekyanlılığını vurguladığmızda dahi bir intersubjektivite (öznelerarasılık) sorunu. Aşk toplumsallığın toplumsallıkta ifadesi. Tek ifadesi değil, ifadelerinden.

İnsanlararasılığa baktığımızda insani alışverişin ve iletişimin her yöne ve her yönden sayısız boyutta ve biçimde sayısız tarihsellkten ve zamandan alışverişine bakıyoruz.

Bir bebeğe şefkatle bakan yada tıslayan bir kedinin, dünyanın binbir halinin ve boyutunun, diğer insanların aralarındaki ilişkilerin etkisinin katkısının unutulması demek değil, aşk üzerine düşünmek. Doğayla olan, etrafımızla zaten baştan beri var olan ilişkilerin bizim ya da başkalarının merkezinden kaçmasının, insani bir bilincin de ifadesi aşk. Ben'in ya da tabi olunan ben'in merkezinden çıkışın içinde ben olmamız, kişilik ve bireysellik geliştirmemiz de demek bu rakip sanılan bir başka deyişle.

Aşka rakip açıklama tarzları da mümkün olabilir, ama aşka rakip olarak değil.

Herşey aşkla başlamıyor ve bitmiyor. Edindiğimiz her şey aşktan sonra bize gelmiyor. Aşk herşeyin arasında, herşeyin ortasında (kimseler farketmeden çoğu kez) derisini atmada, kabuğunu kırmada.

10 Şubat 2010 Çarşamba

Kavl Meselesi

Aşkta taraflar, tekyanlılığın yerini karşılıklılık almaya başlayınca kendilerinden bekleyebileceğimiz, niteliğinden kaynaklanan meşruluk iddiası da taşıyan beklentiler içine giriyorlar; bazı önkabul ve (felsefî anlamda dikkate şayan) önyargılara başvuruyorlar .

Karşı tarafa güven, karşı tarafın bir duruşu taşıdığı önkabulü aşık’ın eyleminin desenine, çiçeklenişine omurga oluyor. Bir beklenirlik, beklenebilirlik, bazı kurallara uyuş, karar vermişlik, sözünde dururluk karşı tarafa yazılıyor.

Aşkın tektaraflı halinde maşuka tereddüt, sırt dönüş, kadirbilmezlik yazılabilmesi aşık'ın naivitesinin (cahilliğinin) eseri değildi. İnsan bilgisi, tecrübesi ve ahlâkının arifane ve edebî bir karikatürü ile karşıkarşıya idik daha çok.

Tecrübe, hayat bilgisi, kavramın kendi sınanmışlık tarihi ve mirası insanın kendine güven kurma çırpınışında hassas ama temkinli, kırılgan ama daha geniş bir bütünleşme sürecinde olgunlaşmaya açılıyor, hakikatte.

Aşık'ın aşık ahlâkından, karşılıklı aşka ilerlemesinde ilk dikkat çekici fark karşılıklı beklentilerinin söz konusu olması.

Aşık karşı tarafa sınanmalar öncesi de güveniyor, bu aşık olarak maşuk için de geçerli. Kuşku ise bir azap.

Maşuk da aşkta taraf. Aşkın bihaberi, yalnız sultanı değil artık. Karşılıklılık saltanatın gölgesi, şartı, muhakeme alanı gibi.

Detaylandırmayı, (aşkın) kavramların(ın) her yönünü kurcalamayı şimdilik ihmal ederek acemi, tecrübeli, sınanmış, sınanmamış her duruş sahibinin benzer kalıplara uyduğuna dikkat edelim.

Güven temkinini bırakma sınırına geliyor, hayatının ipini karşı tarafın eline bırakarak tırmanıyor aşık bir bizoluş’ta, karşılılıkta, ahlâk ipiyle inilmiş hukukta. Kendisinin sevilmesini beklemeyen, sevildiğinden daha fazlasını addediyor artık.

Güven karşı tarafı tanımışlıkta, tanımamışlıkta, tecrübeden bakmada, tozpembe bir ufukta yolunu kaybetmişlik halinde, ilk elde hayat ipini başkasına verebilme işi. Sırtını dönebilme, sırt verebilme.

İp koptu muydu olacaklar belli, belli ama, karşı tarafın sınanmasından daha büyük bir heyecan kendi güven hayatını yaşamak. Güven yitirmekle sonuçlanacak olsa da güveni yaşamışın, güvenmeyi yaşamışın güveni yitmesinden konuşabiliriz artık.

Tecrübe tüm durumlar için tecrübe değil, tecrübeye açıklık hali demiştik defalarca, Gadamer'e de göndermede bulunarak. Tecrübe, hem başkalarından öğrenmeyi içeriyor hem de kavramların ve insanlık hallerinin tarihi gelişmişlik ve şekillenmişlikleri içinde kendini sunabiliyor.

Aşk praksisinin en naif hallerinde bile bir kavl, söz vermişlik, paylaşılan bir normativite devreye giriyor. Beklentilerimiz bugünün populerkültürel kültürsüzleşmesinde kayıtsızlaştırılarak ve egoize edilerek pıstırılsa ya da azdırılsa dahi her daim devreye giriyor. Kavramın demeyelim, kavrayışın, praksisin, hayat bulmanın her canlanışı, ete kemiğe bürünmesinde, insanî ilişki olarak devreye girmesinde karşı tarafa ve ilintililiğe bir norm yazılıyor. Bu normativite bir tehditden çok insanlaşmanın şemasını ele verişi.

Kuyuya inerken çıkrığa ve çıkrığı tutan ele güvendiğimiz kadar, kendimize de güveniyoruz. Çaresiz kalmayı göze alabilecek bir başka çaresizlikle belki, inerken.

Kuyuya bin kere inmiş, bin kere ipi kopmuş, bin kere çıkrığı dağılmış, çıkrıktaki eli bin kere yitirmişin tecrübesi, şımarıkığı ya da tevazusu ile değil, o güne kadar yaşadıklarımızın o günden sonrakilere dayanak olacağı umudu, temennisi ile. Temkin tereddütün tevazusu, arifanesi, kaderine açıklığın, risk alabilirliğin, razı olabilirliğin inisiyatifliliği. Risk almadığımızda rolumüzü, kendiliğimizi yitiriyor gibi oluyoruz, risk aldığımızda kendimizden olabilecek olsak da rolümüzden olmuyoruz. Riske atarak azanmak durumunda olduğumuz öncelikle kendi anlamlanışımız.

Kuyuya bin kere inmiş olan bile aslında, her kuyuya inişin, her doruğa tırmanışın, her yeni halin yeniliğini, farklılığını bilir. Hayreti şaşkın işi olmasa da, şaşkınlığın kaçınılmaz olduğunu kabul edebilmenin tecrübesindedir. Hale razı oluş yapılacağı bulma çabasının içinde oluştur da. Eşiğe takılmak veya dar kapıdan geçmek suratına çarpılacak kapısı bile olmayana zorlayacağımız fiiller değildir.

Acemilik her daim hakim yanımızdır. Tecrübe en aceminin de, en tecrübelinin de açıldığı sonu gelmez ufuktur. Tecrübeli insan kaşarlanmaz, hayatını eskiterek yeniler. Bilgelik, olgunluk hep yeni oluştur, masum kalıştır. Söyleyeceği yeni bir şeysiz kalamayıştadır.

Bilgelik aktarılır. Tecrübe edinme aktif bir çabadır. İnsan olma çabalamalarının çoğunda tecrübenin, toplumsal tarihin, insan oluşun toplumsallığının temelleri verilidir. Sona götürücü, sonlandırıcı anlamıyla değil, hale açıcı, insan(lıkta) tutucu anlamlarıyla.

Her ilişki ve alâkada bir kavlden yola çıkıyoruz, farketsek de etmesek de. Verilmiş söz, aşkın sözü, sözün sözü, yükümlülüklerin sözü.

İster kalubeladan, levhimahfuzdan ister başka bir noktadan dilin dünyada şekillenmelerinden yola çıkarak temellendirelim, hayat dünyamızın diskursivitesi bir söz vermişliği insanî praksisin hamuruna kaynaştırıyor.

Nereden başlatacağımız konusu sadece teknik bir mevzu, söz ilk ele alındığı şekliyle diskursiv, dilsel olmayabilir, ancak kavlin de her anlamıyla diskursif olmadığını bilerek.

İnsanî bilgi, kavrayış dünyalılığı, zaman ve mekanda yerleşikliği, faniliği ve sınırlılığı, diskur(lar) içinde konuşmayı öngörüyor. Üzerine bilerek, kavrayarak konuşulamayacak olan üzerine nasıl konuşulacağını konuşmayı yasaklayabilecek, gereksiz kılabilecek bir cehaleti şart koşan bir insan marifi ve marifeti yok.

Bir yerden bakarsak bir söz vermişliği, bir başka yerden bakarsak (diskursiv anlamıyla değil!) bir sözü, bazan birinden birisini bazan ikisini de öngörüruz, her insana, eşyaya, hale, duruma yöneldiğimizde (insan) yüzümüzü döndüğümüzde, eylediğimizde ve eyleştiğimizde yani birbirimize güvenerek sırt dönebilmenin hukukuna açılabildiğimizde.

Cahilin arif, arifin cahil kadar önkabulleri var. Eylediğinde öngörülen, yazılı, kazılı olan var. Bu yazılılık, kazılılık insani praksisin otomatiği, değişmezliği, üzerinde çalışılamazlığında değil, hergün yeni bir şey söylerliğinde, insiyatifliliğinde, eylerliği ve işlerliğinde yazılı, kazılı.

Kaderi özgürlük, özgürleşme olan insan deseydik de bunları kastederdik. Hürriyet inderminizm gerektirmiyor diyenler de haklı. Kimin ne dediği, ne kavramda, ne yaftada. Kavramla konuşuluyor, ama, anlayışla anlaşılıyor, anlayışla anlatılabildiği kadar.

Kavl meselesi yalnızca aşıkların sorunu değil, arada bir geri dönüp üzerine düşüneceğiz.

(bitmedi, düzeltilmedi, yanlışlar, tekrarlar olabilir, iş güç arasında kaleme almaya çalıştım, olmadı. Üzerine çalışılacak bir not olarak okunmalı. Efendim.)

17 Ocak 2010 Pazar

İpni Kopar: Aşık Ol!

Aşık ol, ipini kopar! Bırak çıkarını, kârını, ipini kopar! Onun açısından bak, bunun açısından bak! Kendini başkasından, başkalarından seyret, ipini kopar!

Keyfinden kop artık, yapman gerekeni yap!

11 Ocak 2010 Pazartesi

Gemiyi Önce Fareler Terk Eyler

Kıyıda çatırdayan gemi, hatırladın mı engini?
Ahşabın kemirilemeyecek kadar ıslak, yanamayacak kadar sert, yeşeremeyecek kadar köklerinden kopmuştur. Ahşabın dalgaları izleyecek kadar suya ait, kaderine ait olmuştur.
Bütünün yine da ayak sürüyen parçalarının sesidir çatırtılar, gıcırtılar. Parçaların alıp başını gitmenin musikisiyle inlemez. Yorgunluğun, olgunluğun, bir gemi olmuşluğun bütünlüğünün ve birarayagelmişliğinin iç çekişleridir. Dağılma isteğinin değil, bütünün dağılırlığının hayatlı hırıltısıdır.
Serene tırmanmış bir kedi sakin suya, ılık rüzgara, sessizce oynaşan balıklara sırtını vermiş, huzurlu bir sinirlilikle kuyruk attırıyor.
Bir gün gemiye kıçını dönecek, sahildeki bir farenin, ahşabı titremeyen bir evin peşinde koşturacak. Yoksa gemiyi en son o terkederdi.
Fareler, bir gemiden öbür gemiye sıçrayan kaçak yolcular gibi kendi pıtırtılarına, düzenli ve akan gürültü dışında herşeye kulak vererek fare hayatına hayat kazndırma derdindeler.
Yaşlı kaptan, yola çıkmadan da yolda.
Genç kaptan suyla oynaşmayan, suyla raksetmeyen, inlemeyen, kendi sesi olmayan, bir bütünlük olarak doğmuş, eklemsiz bir geminin hülyasında.
Hayat, izlenimler, deneyimler yağma edilecek. Her fırtına sadece bir tecrübe, sınanmışlık anlatısına malzeme. Malzeme ama, içinde özleyen, törpüleyen, yumuşatan bir kasede.
Hayatı sahilde uyuklayan bir fırtınanın hayatı olduğunda, eklemleri ahşap bir gemi gibi gıcırdayacak. Olgunluğun ve bütünleşmişliğin en güzel aksiyle suya.
Fareler inecek fareler binecek. Kediler kuyruk çırpacak serende, küpeştede. Gideceği ve geleceği bir yer kalmamışlığın yolcuları, hareket eden bir hayatta sabit taife her şeye açıklığın heyecansız hızıyla bir oradalıktan bir başka oradalığa geçecekler. Gerçek kaygı, gerçek endişe, gerçek teslim oluş ve karşı koyuş alınçizgilerinde, yüzhatlarında. Fırtınaları yaran, bir kaşık suda boğulan, ayakta yaşayan, rüyalarında bile yolda olan, yollarda hep evinde kalan onlar.
Hep aldatan rüyalara da sadık, kendine sadık bir uçuculukta insan oluş...

Bir gemiyi önce bütünlüğü terkeyler. Bütünlüğün doruğu başkaları için hep fethedilecek bir kaledir. Bir yolda oluş için ise, kendisini buluştur.

Kendisini bulanın ne parçaları kalır ne de bir bütünlüğü, bir zamandan, bir andan sonra.

Bir başka dağılmışlık, bir başka yol, bir başka yolculuk.

Farelerin, kedilerin kendi bütünlüğünde algılayabildikleri gemi suyla, dalgayla, hayatla bütünlük için gıcırdamaktadır oysa.

Daha büyük ve kalıcı bir bütünlüğe dağılır. Oradan sonrasında da dağılır, sonranın sonrasında da.

İçinde kalamayacağınız, birlikte yol alamayacağınız bir hayat akışını, yolculuğu izlemeniz, izlememeniz, terketmeniz terketmemenizden ibaret yol arkadaşlığınız.

Ne incitir, ne de yıkar.

Hayat, hareketiyle, suyuyla, fırtınalı yolları ve ılıcacık limanlarıyla yıkar, altüst eder, abad eder, alt eder.

Macerayı unutmuş maceralılara, yollardakilere, sellerdekilere, çöllerdekilere selam olsun.

10 Temmuz 2009 Cuma

Bir Eksiklik Olarak Aşk


Aşkın yolu, aşk okuyarak dokunmuyor. Aşk okunacaksa, ancak bir eksiklik olarak okunabilecek bir şey.


Aşk hiç bir zaman için tamamlanmış, sunulmuş, verilmiş bir kavram değil.


Verililiği bir eksiklik olarak verililik.


Aşk bir terbiye. Terbiyeden ibaret bir şey değil aşk. Aşkın göğüs kafesi, belkemiği terbiye. Bir duruş, diklik istiyen bir omuz düşüşü.


Terbiyesi, kavramlarını buluşu, aşkın duruşlarını yakalayışı, ötekisinin olması, başkalığın önünde eğilebilecek kadar kendisi olabilmeye yatkınlığı var Aşık'ın.


Kavramlarını buluşu, aşkın tanımından yola çıkış, mantığını buluş değil, yeni bir şey söylemeye açılış. Sevilecekten de sevilmeyecekten de insan çıkarma, maşuk çıkarma.


Aşkın mantığı elbette var. Fiziği, kimyası, coğrafyası da. Üzerine konuşulabilirliği de. Bu aşk ne aşık çıkaran aşk, ne de pişen bir çorba. Bir genel anlayış, kavranan, ama kavrandığı anda eskiyen.


Yeni bir şey söylemek, söyleneni yok saymak değil, onu canlı tutmak, genişletmek, bağlamak, bütünleştirmek, anlatılır kılınamazsa da her daim anlaşılır kılmak.


Aşkın anlaşılır kılnması, hayatın akışı içerisinde bir hakikat olarak, eksiklik, lütuf, letafet olarak vücutlandırılması, sınanması değil, kendisiyle sınananlarca açılması.


Sınanan, kepazeliğe de, körleşmeye de, kendini aşmaya da razı. Sınanan aşk, aşk değil, bir kavram, bir anlayış. Aşkla sınanan, aşkı vücutlamaya çalışan insan. Bir sınanmaya açıklık olarak. Bir praksiste oluşarak kavramak, kavratmak, genişlemek, ama kavramını da canlı tutmak, anlam, bağ bağlantı, hayat çerçevesi pişirmek.


Aşık, kavramı alıp uygulamıyor. Etrafta iyi ne varsa soyutlayıp kılavuz olarak kullanmıyor. İyiden güç alıyor, iyi olma nedenini diskursif olarak temellendirebiliyor. Ama eksiklikleri, hoyratlıkları görerek, aşık olmaya yatkın olanı da olmayanı da maşuk ediniyor. Sevileceği, hazır olanı değil, olmayanı sevebiliyor çoğu kez. Adım adım. oluşa oluşa. Oluştura oluştura.


Oluşturan? Aşkın toplumsallaştırıcılığı, toplumsallığı, alışverişi, eyleyişi, eytişimi.


Aşk bir alışveriş. Eleştirel bir alışveriş. Cebelleşme. Kurma, kurulma, olma, oluşturma.


Maşuk eski şiirde epeyce işlenmiş vefasız, haspa, uçarı olduğunda, aşk bir anlamıyla karşılıklı değilse mesele yok. Aşka cevap verse böylesi bir maşuk lütuf olur. Ama lütuf olan aşk, latif olmaz. Rakibi handan eden, şizoid, narsist, ürkek, korkak, kırılgan, biraz teşhirci, ilgi delisi maşuk, lütfuyla vezir eder, haliyle rezil eder.


Rezil olmak aşıkın işi. Kaçmaz. Kaçınmaz. Tükenmekte de kendini bulur, ufkunu genişletir, insanlaşır.


Aşk karşılıklı oldu muydu mesele olur. Pratik bir hayatta tematize edilir, gündelik sınanmalarda, ortak duruşlarda sorun çözümlerinde, ortak nokta bulmalarda. Aşk, cebeleşerek vücut bulur. Ama insan zaten vücutluysa iş kolay. İnsanlar tamamsa az çok. Bu imkansız. İnsan hep yarım. İnsan hep yolcu. Hep fani. Hep arayış, didikleyiş.


Aşkın normal bir şey olduğu bir dünyada dahi iş zor. Aşka tuzlu, kurak gelen toprakta daha bir çırpındırıcı.


Aşk umutsuzca umutlanış. Şıpsevdiliğin kültüründe iş zor. Ama örnek bulamadıklarından değil. Karşı oldukları şey bir hayat dünyasını yeni baştan dayayıp döşemek gibi bir şey. Desteksiz, köstekli, itip kakılmalara rağmen ve itip kakarak, yıpranarak, yıpratarak.


Aşkın da, insanlığın da yarısı kültür, başkasına saygı, temkin, hatayı düzeltebilme, öğrenmeye açıklık, fedakarlık, incelik, uygarlık (kapma, koparmadan farklılık olarak). Aşkın saygı gördüğü, dayanışmanın, anlaşmanın koklaşmanın, orta noktanın (orta yol değil, konuşmanın orta noktası)önemli olduğu bir toplumda anlaşma, koklaşma da kolay. Şerh, eleştiri daha hafif, daha uysal.


Sosyal patolojinin hüküm sürdüğü bir toplumda, aşık olmak, hayat tarzı tutturmak, bu aşk karşılıklı ise neredeyse yeni bir toplumsal model önermek kadar kökten bir didinme istiyebilir. İdeolojiyle, ezberle, deforme sosyal kurumlarla, çarpıtılmış anlaşma kanallarıyla, semiotiğe dönüşen toplumsal semantikle, gramatik farklılaşmanın geri çekilmesi ile.


İki aşık. Birisi aşık. Öbürüsü lütufkâr. Majesteleri. Lütuf ukalalığa dönüşmedikçe, ezmedikçe, iteklemedikçe ve lütuf olarak algılandıkça bir lütuf. Ama bir lütuf olarak aşk, aşk değil. İlk elde dışardan bakana. Sonra, haksız hukuksuz bırakılıyorsa aşığa.


Kırılma noktası burada hep beraberlik. Burada aşk, bir bireyin oluşumundan, kendisini bulmasından çıkıyor, bir interaksiyona dönüşüyor. Toplumsallaşmaya, hatta toplumsallaşmanın kanallarından birisi olmaya dönüşüyor.


Akta her zaman bir toplumsallaştırıcılık var, başkasının önünde eğiliyorsun, onu keşfediyorsun, ondan kendine bakabiliyorsun, onla kendini düzeltebiliyorsun.


Karşılıklılık oldu mu aşk, sosyalizasyon sürecine, interaktif bir praksis olarak diskura, bilinç oluşturma düzeyine daha açık seçik bir biçimde yerleşiyor. Konuşma, tartışma, eleştirel iddiasallık bir hayat/hayat biçimi eleştirisi olarak aşkı çıkarıyor karşımıza.


Eksik gördüğünü tamamlamaya çalışıyor Aşık. Aşıklarsa kendilerinde eksik gördüklerini, yani interaktif kürelerinde eksik gördüklerini bir hayatı değiştirme praksisi olarak geliştiriyor.


Kapışma, tartışmaya kapalı aşıklar bu işi zor becerir elbette. Ama aşk bu, insanı demokrat da yapar, yerle bir ederek, küllerinden de doğurur.


İnsanlar, etraf nasıl yapıyora bakarak özel hayat geliştirmiyorlar. Belli bir hayat tarzından, şu ya da bu anlamıyla emancipe oluş ya da olmayıştan, şu ya da bu anlayış ya da anlayışsızlıktan yola çıkıyorlar. Hep yola çıktıkları bir duruş, nokta, tarz olacak. Uyum, uyumsuzluk.


Ancak, yaptıkları bir mühendislik, tasarımcılık değil. Çözüm bularak. İleri geri aranarak. Hayatta kendilerini destekleyen arkaplanlara sırt vererek, işlemediğinde eleştirerek, eleştiri tutmadığında kendilerini gözden geçirerek bir şeyler yapıyorlar.


Aşıklık entellektüellik değil. Bir ahlakı olmasına rağmen, vazife işi değil. Vazifesini bilenin işi olmasına bir itirazım yok. Aşk gönüllülük işi .Temellendirilebilir, evrenselleştirilebilir, tartışılabilir bir gönüllülük.


Aşkın praksisi ise entellektüel, diskursif, interaktif. Konuşmadan kaçınmayacaksın. Ukalalık etmeyeceksin. Söylediğini kastedeceksin, kastettiğini söyleyeceksin. İnsanlığından olmadan, başkalarını çiğnemeden O'nu önceleyeceksin. Öylesine önceleyeceksin ki, insanlık için yapabildiklerinin sınandığı yer, gelişen insanlığının kaynağı, kucağı olacak aşk.



(uykum geldi, eksik bırakıyorum:) zamanım yetmedi maalesef. yarın çok iş var. üstelik, aşksız, insafsız, iitip kakmalı bir dünyada:) online yazıldı, düzeltilemedi...)