16 Ekim 2007 Salı

Sadakat Üzerine

Sadakat insanın kendisine gerek, kendisinde gerek, kendisi için gerek.

Sadık olmayan insanla yolarkadaşlığı değil, yol yitirilir.

Sadık olmayan insan kendini yitirir. Kendini yitirmişle yarışan, kendi yolunu da yitirir.

Eskiden "sadakat krizi" diye bir aptalca kavram kullanılırdı. Neye sadık olacağını şaşırmış insanlar. İki arada bir derede kalmışmışlık. Bir yerde; rahat, uygun, rahatlatıcı, uygun bir yerde durma ve o yerden bahane üretme.

İnsan aynı zamanda kendisine, sevgiliye, memleketine, memleketlere de, ailesine, ailelere, düşüncesine de, düşünenlere de sadık olmadan olur mu?

Sadık İnsan dostuna da düşmanına da sadıktır. Onların hukukunu bilir, yanlışlarını örter, onlara ait olanı onlara saklar. Eleştirileceği eleştirir. Deşileceği deşer.

Attığı adım, bir başkasının yolunu kesmez. Aşkı fetih değildir. Aşı başkasının elinden kapılmış değildir.

Başkasının erkeğine, kadınına, kedisine köpeğine, körpe kuzusuna, rüyasına, çilesine göz koymaz. Kenardan geçer.

Kendisine ait olanı kendisine helal olduğunda, yani alma hukuku olduğunda alır.

Sadık insan, sevdiği insanı bile görmeden geçebilir. Başkası vardır. Başkasıyla daha mutlu olacağı vardır. Herşey uygundur ama barışı bozacaktır. Tereddüt görmektedir. Zarar vermekten çekinmektedir. Şartlar uygun değildir. Arkadaşının (komşusunun?) aşkıdır, vesaire.

Hakkını almak ya da vermek kadar önemli olan, düşmanının, rakibinin dahi zararını istememektir. Kârımızın başkalarının zararından geçtiğini düşünmemektir.

Kuzunu fırına atan kasabı düşman görmemek ne mümkün? Dostu ateşte gördüğünde çıldırmak, insanlararasılığı yakıp yıkışlara karşı çıkmaktan da ötede bir haktır.

Her gidenin ardından ağlamayacağımız gibi, her talancılığa karşı da savaşmıyoruz.

Terbiyemizle duruyoruz.

İnsanlığa karşı sadakat eksikliğine, ancak sadık durarak karşı gelirsiniz. İnsana, dosta, düşmana, kediye köpeğe, zalim eş'e, sevgiliye, beşikteki yavruya, eşikteki misafire.

Terkedilebileceği için evi yağmalayıp apar topar terkeyleyen adam/kadın, bir gün tekmeyi yiyeceğini sanarak yiyeceğini uzatan eli parçalayan fino, kuyruğuna basılabilirdi diye pençe salvosu atan süslü kedi... Süslü kedi kuyruğundan tutulup atılabilir. Fino, kapıdışarı edilebilir. Eşler boşanabilir. İnsanlar ülke değiştirebilir. Görüşler değişebilir.

Karşısındakinin değerini hep unutuveren kimse, hiç bir yerde edinmediği, cebine alarak gitmediği bir şeyi yeni mekanda nasıl edinecektir?

Değişmek, ayrılmak, fikir ayrılığı, uzak durmalar insani hallerdir. Sadakat, çoğu kez artık sevmediğimiz insana, bize zulmeden aidiyetimize, hapisanemizedir.

Sevdiğine herkes sadık mıdır? Lâfta öyle! Hakikatte "sevenler" birbirlerini sadakatsizlikle tehdit eder, rahatlarınca sadık kalırlar. Alternatifler canlı tutulur, bir çıkış planı hep vardır. Aldatılan, aslında aldanan ya da kendisini aldatmayandır, bir çıkış planı, b planı olmayandır, hazırlamayandır.

Ülkeler vatandaşından korkar, yeni ülkeler yeni gelenlerden çekinir. Ciğerci kediden. Tavukçu tilkiden. Bir arada durmaktan da imtina edemezler.

Sadakat, terketmemekte, şaşırmamakta, yalpalamamakta değil. İnsan bu, kaçış da ister, tüyme planı da. Sadıkların sadakati nsanlararası dayanışmada.

Kusurumuz her daim, başkasının hazinelerinin anahtarını getirene, "benim bunlara ihtiyacım yok" diyememelerimizde. Başkalarının çocuklarını çocuklarımız,işlerini işimiz, mutluluklarını mutluluğumuz göremememizde.

Dert kapımızı çalıyorlar, dinliyoruz. Dert dinleyen eli de kapabiliriz, dertlerini alıp, hayatlarına geri de bağışlayabiliriz.

Akbabalar gibi, fırsatımızı bekliyoruz. İntikam peşinde, kısa zamanda pişman olacak bir şaşkın, kümese dalmış bir kedi,fırında saman arayan bir kuzu ayaklarımıza geliyor.

"Burda ne işin var ey kuzu, anan seni beklerken" diyeceğiz. "Bu benim hakkım değil!" diyeceğiz. Başkalarının toprağı, malı canı üzerinde talepkar olmayarak, tevazumuzla insan olacağız. Yine de talip isek, yani sahipsiz bir kuzu kucağımıza atlamışsa, "uslu dur kuzu, burası kebap fırınıdır, burada dostluk olmaz!" diyeceğiz, ateşten alıp, bir emanetin bahçesine salıvereceğiz.

Hata herkes yapar. Hatadan faydalanmayacağız. "Hataya yol açan bizden değildi ki!" demeyeceğiz.

Akbabalar gibi dolaşıp hazır bekleyeceğimize, uzak duracağız. Arkasını dönüp, tavşanlara yol veren aslan olacağız.

Vereceği bir bilgisi, satacağı sevgilisi, bir acı çektireceği, ya da olası ayrılık acısından kurtulabilmek için çiviyi sökecek bir çivisökeceği arayan bir taze insan her daim olacak. Her evde. Her köşede. Her olası dünyada.

Onu anlamamazlıktan gelen, sırtını örten, avutup geri gönderen ve kabahatini örten birileri olmazsa, insanlar nasıl sadık olur. İnsanlar nasıl müşfik olur, insanlar nasıl birbirine dayanır? Nasıl katlanırlar?

Arkadaşımın işinde gözüm var. Bir sorun yaşamasını bekleyeceğim. Eşinde gözüm var, kapışmalarını bekleyeceğim. Bu nasıl bir ahlaktır? İhanet, hainin kapısını çalanda değildir. Sadece kapıyı çalan da bir sorumluluktur. Hukuk buradadır. Hukuku burada bırakalım.

Çaldığımız kapı, bir aşık-ı sadıkın kapısı olsa, geri çevirir. Utandırmaz. Utandırsa ne olacak ki?

Aşık-ı sadık sır saklar. Ayıp örter. Yatıştırır.

Sen, faydalanabileceğin insana, onun geldiği, gittiği yerlere sadıksan ortada ne kurban kalır ne kasap.

Kuzu kasapmış muamelesindeyiz. Değil! Sen eşiğine saman saçıp bekleyen cehennem sahibine bak!

Her "bu ihanet bir ihanet değildi!" diyene sorun, "bu sizden bekleniyor muydu!" diye. Cevap "bekleniyordu!" ise, işin kitabına uygun olması da yetmez. Yangınlar küllenmeli, enkazlar kaldırılmalı, insanlar sonunda birbirine ne gözle baktıklarında anlaşamadan anlaşma bitmiş sayılmamalı idi.

Sakin olmakta, yangından mal kaçırmamada ne sakınca olabilir?

Bir taraf anlayışsızsa, zalimse, sinsiyse, haksızsa, yağmacıysa anlaşma ne mümkün?

Dostu üşüdüğünde onu derisiyle bie giyindirmeye kalkanın, bir tanımlanışın bitişini yaşamaya, yeni bir hukukun başlangıcını hissetmeye zamanı olmalıdır. İşte bu hak sadece ona verilmez.

Ben eşime "ben bitirdiydim zaten aklımda ya da fikrimde, o yüzden sana ihanet etmedim!" diyebilir miyim? Birisi birisine "biraz düşünelim 5-10 gün daha" dediyse, ve itiraz edilmediyse mesela, bu süre beklenir, konuşulabiliyorsa, konuşulur, konuşma zamanı beklenir, konuşma ortamı oluşturulur. Bunu özellikle acelesi olan yapar. acelesi olmayan, küllenmeyi neden beklemesin?

İnsanların kendilerini, birbirlerini aldatması hep oldu, hep olacak. Karşısındakinin iyiliğinden başka bir şey istemeyene yaptığımız ne? Korkmadığımıza, korkutmayana, yiğit kadınlara, yiğit erkeklere, dostlara kastımız ne?

Güçlü olana, parçalayacak olana, hayatımızın geleceğini belirleyecek olana bu kabadayılığın yapılması ne mümkün de demeyelim. insanlar her daim "akıllı" davranmadılar. Davranmayacaklar da. Aşkı fesada, meşki kapı arkasına taşıdılar taşıyacaklar. Siyaset, iş hayatı, savaş, kafası karışıkların düşüncesizliklerinden ateş alır. Halkların birbirlerine karşı sorumlulukları nefreti küllendirir.

İhanetten korkuyorsan, alçak değilsen, ayıp ört. Fırsatçı olma. Pusuda bekleme. Sevdiğin bile kapıda görünse, iki yüzlülüğün, fırsatçılığın alçaklığın kapısını açma.

Hayatını başkalarının alçaklıklarıyla da yorma. Emeğin talan olmuş, yurdun dağılmış ne gam! Hayat sende. Aşk sende. Gönülden verdiğin bitmese, kapıp götürdükleri keşke bitmez olsa! Senin insanların zararına isteyebileceğin ne var?

Ve ey aldatan, yani kendisini aldatan. Sen "ben aldattım!" de. Aldattığın "hayır! aldatmadı(n)" desin. "Herşeyi bekliyordum, biliyordum, nasılını, neredesini, ne'sini, niçinini. Ama, olana kadar olmamıştı. Yeni bir şey yok. Eskiden de sadece dostumdun. Aldığın şamdanlar bir sefilliğe son verecekse, şamdan da çal, dostun evinden aldın, senin sayılır!"

Dostun evinden aldın. Bir başka dost evine git. Ağır şamdanlarla hırsıza gitme behey alık! Yolunu değiştir. Sana kapı açana saygısız olan, sana saygı mı gösterir? Bir dost böyle kolay mı silinir?Gittiğin yeri bilmiyorsan, sadece kendinden kaçıyorsun.

İnsan sadıktır. Sadakat bekler. Her sadık insansa insan-ı sadık değildir. Ne gam!

Ey yolcu! geldin, yağmaladın, gitmektesin! Yolun açık olsun. Bu kadar aceleye de, bu kadar uzun misafirliğe de gerek yoktu.

Sana hep açık duran bir kapıyı götürmektesin, eşikse burda. Al evi götür. Aşkı götür. Olgunluğu götür. Senliliği sensizliği, benliliği bensizliği götür. Azığın hep hazır bekledi. Gerçekten gideceğinde git ki, geri sığınmaya yüzün olabilsin. Suskunların sırrı da konuşandadır bazan.

Bu kapı umutsuzların kapısıydı, umutsuzluğu götürme yanında! Al aşkı götür!

Aşık, hırsız gibi gitmez, hırsızlar kapısından kaçmaz. Gel, gönül kapımızdan çık ve git gideceğin yere!