4 Ekim 2011 Salı

İnsan Aşkla Sınanır mı?

İnsan aşkla sınanır mı?

İnsan neyle sınanmaz ki? İnsan sınanmamakla bile sınanır! İnsan sınandıkça sınırlarını bulur, kendisine ve hayata nasıl bakılacağını bulur. İçinden başarıyla çıkılmış sınanma, varsa, ders çıkarılmış bir sınanmadır. Başarıyla içinden çıkılabilecek bir sınanma yoktur, bir başka anlamıyla.

Aşkla kazandığımız nedir?

Aşkta kendimizi kazanıyoruz belki. Ele geçirdiğimiz, geçiremediğimiz üzerinden düşünmüyorsak. Aşk, başkasının varlığını, önceliğini, onun açısından kendimize bakışı edinme imkanına açılmanın kapısı. Aşk toplumsallaşma olayının dışında düşünülemez!

Maşuk’u ele geçirme?

Sömürgeci bir eylem. Maşuk razı bile olsa, dünya razı değil diyelim: Dünyayı dümdüz etmeyi göze alan aşık değildir.

Maşuk da razı değilse?

Egoist, vandal, yağmacı olur kapıya dayanan, en hafif ifadeleri ile.

Aşk nasıl başlıyor? Hem şıpsevdiliği yeriyorsunuz, hatta ”insan bir insanı ya sever ya sevmez ömrü boyunca” diyorsunuz neredeyse, hem de ”aşık olun!” diyorsunuz?

Aşık olun, olabiliyorsanız! Aşk bir kapasite işi, emek işi, terbiye işi. Aşık, eskidiği iddia edilen kültürümüzde babayiğitlerden, ariflerden önde gelebilirdi…

Eskimedi mi?

Halt etmişler! Tabii ki eskimedi, eskimez. Bu dönem bir parantezdir. Eski tekrarlanacak anlamında değil, insanî hayatın hakikati ve hikmetine açıklık eskimez. Kitle kültürüne tapınanlar halt ediyorlar! İnsanın yetişmesi, nesilden nesile aktarım kanalları teşhirci bir telif ve eleştiri kültürüne gündelikçilik ile sağlanacak değil.

Madem maşuk ile karşılaşmadan aşık olunabiliyor maşuk’un rol ne?

Öyle bir şey demedim, ama, evet bu da söz konusu edilebilir (bugüne) eleştirel bir tavırdan.

Aşk nasıl başlıyor?

İnsan olmakla başlıyor!

"Aşık ol!" demek "insan ol!" demek yani?

Aynen!

Maşukta aşkı öğrenmiyorsak neyi öğreniyoruz?

Maşukun karşısına zaten aşık olarak çıkıyoruz. Aşık doğmaktan da bahsedebilirim ancak kelime anlamıyla ele alırsak aşık doğulmaz, yetişme işidir aşk da. Kavramıyla, kültürüyle, ihtimamıyla, bakışıyla, geleneğiyle, geçmiş tecrübeyle. Maşuk sayesinde kendimize bir başkasının gözüyle bakabiliyoruz. Sömürgeci bakıştan dagörülüyoruz ancak aşkta bir gönüllülük var öncelikle, bir de itiraz yok, itiraz öncelikli değil, ”hayır ben öyle değilim!” öncelikli değil, karşı tarafın ihtiyacı, duruşu, dünyasından bize bakışı olmasa da her daim, dünyaya bakışı kapıyoruz. Sömürgeci bakış doğrudan bir itiraz olarak gelecek tasarımımızı sunmamıza neden oluyor. Maşukun eşyaya, dünyaya, hayata, bana, bize bakışından bir bakışı, dünyayı yakalama halinde oluyoruz. Başkası şekilleniyor.

Neden Sartrenin ele aldığı sömürgeleştirerek bakan (algısal/duyusal) bakış değil de, maşukla çok az bir kısmı algısal olan bakış başkasına geçiş oluşturuyor?

Sartre çok önemli bir açılım yapıyor, rakip olması gereken bir bakış sunmuyorum. Fenomenolojinin tüm imkanlarını da bir kenara bırakarak konuşursak: Aşkta karşı tarafın benden talep ettiği, benden istediği, ihtiyacı, bakışı, anlayışı öne çıkıyor. Yanlış anlıyor, doğru anlıyor beni ama onun istediği talep ettiği olma, en azından ona cevap verme arzusunu duyuyorum. Bu itirazsız, ”hayır ben o değilim!”siz bir olay değil ki?

Sömürgeciyi öncelemiyoruz, ama maşuku önceliyoruz?

Evet. Ayakları yere sağlam basan aşık sömürgeciye de adam gibi bakabilir, sömürgeciliğine değil, unutulmuş kaynamış gitmiş başkalarının göremediği insanî yanlarına. Adam gibi bir bakış , insanî olanı uyandırabilir bazan, ama konunun dışında bırakalım. Bakan zaten bizim isteğimiz dieğimiz dışında bakıyor. O zaten karşımızda, ensemizde. Maşuk bize baksın istiyoruz.

Bakmasın da istediğimiz oluyor?

Mahcup aşık. Çalışan aşık, pasaklı aşık, fakir aşık, hasta aşık, mütevazı aşık, meşgul aşık, mesafeli aşık. Bakmasın, farketmesin isteği istediğimiz gibi görünemeyeceğimiz de olsa bazan, bazan ben o değilimden de olsa, sömürgeci karşısına çıkış değil.

Maşuk sömürgeci olamaz mı?

Aşık da sömürgeci olamaz mı? Herkes olur. Herkes ölür.

Maşukun öncelenmesinin önemi ne?

Bir başkası sana boyun eğdirmiyor. Sen selam veriyorsun. ”Arzun olur!” diyorsun. Fazla naz aşık usandırır doğru ama, naz’ın da sevimlisi sevimli geleni vardır. Bunlar da konu dışı. Maşuk, kendini zorlamaz, kaçmaya heveslidir çoğu kez. Haberi bile olmayabilir.

Aşıklar tavuskuşları gibi dolaşmıyor mu?

Gereksiz yerlerde kanat açıyorlar belki. Nükteli bir oyun da hayat oyunları, acıklı ve ölümcül bir burukluk işi değil. Teatral hiç değil. Tiyatrosu olsa fena olmaz ama. Aşık susmasını, konuşuyormuş gibi yapmasını bilir, öğrenir, öğretir. Bunlar önemli değil. Önemli olan aşığın ötekine verdiği önem.

Burada bir kapanma, takılma yok mu?

Var tabii. Ölçü kaçtı mı, plâk takıldı mı hakikatten kopuş da başlayabilir. Bir ölçüye kadar olması gerekendir üzerine eğilme, kapanma, ama.

Önünüze geleni sevin demeyişiniz bu yüzden mi?

Sevebiliyorsanız celladınız bile sevin. Bunu insanlık macerasının başında yaparsanız naif bir insanın anlaşılır ya da anlaşılamaz bir hareketi olarak görürler, bir arif yaparsa anlamaya çalışıp en azından işin hazır bir izahını ödünç alırlar.

Maşuk şart değil, dost yeterli. Ahbab yeterli. Maşuk dersiniz sömürge valisidir, karaktersizin tekidir. Dost dersiniz hem karşısındakini önceler hem de bunu nasıl yaptığını öğretiverir.

Maşuk sadece bir simge. Aşık abartsın. Maşuk kaderini fazla zorlamasın.

Zorlarsa ne olur?

Fazla şişen her şey patlar. Aşkı da fazla şişirmemek lazım. Aşk büyüktür ama her aşk o kadar büyük ve mucizevî gelmeyebilir dışardan bakana. Aşkın büyüklüğü gönüllülüğü, özverisi, ihtimamı, önceleyişi ve benzeri özelliklerindedir. Saplantıyı aşkla karıştırmamak için aşkın özgürleştirici yanlarını da görmek gerekir.

Yakan, eriten yanlarını da?

Tek başına sorunlu olabilecek olan bir bütünün diyalektiğinde farklı anlam ilişkileri, alâkaları kazanır

İnsan olmayı ”kimden” öğrendiniz?

Bir danadan, galiba! Birimiz evin, ötekimiz bahçenin bebeğiydik. İlk karşılaşmamızda birbirimizi inceledik. Sonraları da birbirimizi aradık. Farklı su içtiğimizi, farklı sevindiğimizi, annelerimizin hayata farklı yaklaştıklarını erken öğrendik. Su çeşmeden akmazsa ben içmiyordum. Çeşme açık olunca yalaktan o içemiyordu. Birbirimize yiyecek ikram edemiyorduk. O daha hızlı büyüyordu. Kıç atarak seviniyordu dışarı bıraktıklarında ona yetişemiyordum. Ama epeyce anlaşıyorduk. İlk arkadaşımdı. Daha kendi dillerimize hakim olamasak bile epeyce anlaşıyorduk. Herkes fizikî olarak kendisini dörtayaklılardan ayırt edebilir. Biz dünyalarımızın farkını ayırt etmeye başlamıştık. Sohbetlerimiz ve birbirimizin işlerine merakımızdan ne onun annesi memnundu, ne de anneannemlerin bahçesinde iş güçleri bizim için aksayan insanların. Satıldı sanırım. Musluk açıp yalağa su doldurmayı ona yardım için öğrendim. Bir kere becerebildim. Bir kaç kere suya düştüm, üstüm başım battı, kızılası bir şey olduğunu öğrendim, bir keresinde de çeşmenin kaidesi üzerime düştü, pres gibi, ölmedim, biraz ezilsem de kaçabildim. Kaide unufak oldu. Halâ durur çimentoyla yamanmış haliyle. Dana Kardeş kendisi yüzünden olduğunu düşünmüştü, bakışlarını unutmam imkânsız.

Hafıza bağlamla mı alakalanıyor?

Hayır sorumlulukla. Sorumsuzlarda hafıza sıfırdır! Ama en kötüsü geçmişi çıkarlarına göre yazanlardır.

Siz aşık mısınız?

Adam kıtlığında evet! Klasik anlamıyla sanırım hayır. Öncelikle dünya zor, kültürü yok, aşktan dem vuranlar aşksız, insan sabırsız, emeksiz, fersiz.

Aşık yiğitti sizce yanılmıyorsam?

Aşık insandır. Memleketimden insan manzaralarındaki gibi. Hepsidir. Çoğul özelliklerin hepsinin bir insan olma talebine, çırpınmasına entegre olmasıdır. Uzak da durur, kapışır da. Rıza olmayacağı istemenin kötü olmasından değildir zaten. Meşru olmayanı talep etmemedendir. Olmayacak meşru ise, olmayacağı istersin. En azından ne isteneceğini göstermiş olursun. Zulme isyan meşrudur. Bazan hakikate bile isyan meşrudur. Hakikatin hakiki olduğuna itiraz başka, olanın adil olmadığını haykırmak başka.

Aşığa korkak, sünepe, haz düşkünü de diyorlar. Gökten ateşi çalan da.

Aşıklıkta ne hikmet var?

Hikmetini sormuyorsun sevgili birşeylerin. Selamlıyorsun. Ve yoluna gidiyorsun.

Sizi sizin onu sevebileceğinden çok seven birisi oldu mu?

Özel hayat der cevap vermezdim ama, şöyle bir şey söyleyelim: Eğer bir insan başkalarından çok sevebilseydi, başkalarının hatalarının peşine düşmezdi. Karşısındakilerin işleri daha kolay olurdu. Başkaları ondan çok sevebilseydi, çok sevebilenlerin sorumlulukları daha ağır olurdu, vah onlaralık bir durum yani.

Özel soru yok?

Olsun ama, çöp tenekelerinden beslenmeye karar vermiş her kedi gibi önümüze döktüklerinin hesabını sormalarından da hoşlanmıyorum insanların. Biz zaten çöplüğkte ne ikram ediliyorsa, ne varsa, önümüze ne döktülerse onu kapışıyoruz diğer kedilerle.