Aşık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Aşık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Temmuz 2021 Perşembe

Aşk Var mı Hakikaten?

Aşkı yazmak, ilerde zaman bulursam aşkın fenomenolojisini inşa etmek için kurdum bu siteyi kurmasına ama aşk var mı yok mu, varlığı yokluğu fark eder mi noktasına geldim. 

Birileri aşk üzerine konuşsa kızıyorum, 'ne bu ya?' dediğim oluyor ara sıra.

Aşk yok belki ama, aşıklar var.

Aşk saplantılı hal de değildi benim gözümde. Aşka saplanılır, evet, ama, saplantılı olunduğundan değil, bir söz verildiğinden. Explicit, dışa vurulmuş, ifade edilmiş anlamıyla değil bu; implicit olandan da öte. İfade edilmiş halinden derin, etle kemikle, sinirle, kalple, aka kanla, uykuyla, rüyayla, hayalle, düşle sarmalanmış, kaynaşmış bir söz. 

Aşk karakter sahibi insan ister, evet. Sağlam bir kişiliği bile çözebilir, yerle yeksan edebilir o ayrı mesele. ancak bu aşk bizim var olduğunu sandığımız, incelttiğimiz, tasvir ettiğimiz, olması gerektiği gibi değil olduğu gibi yaklaştığımız aşk mı, aşk kavrayışlarımızdan birisi mi?

Aşk delilik ister evet, akıllıyı da deli eder, ediyor muhakkak, edebiliyor, edebilir. Bu delilik aklı başındalık, stabilite, kişilik de istiyor, her hangi bir delilik de değil yani. Kurulmuş, yapılanmış bir kişiliğin olmamış gibi değil, olmuş gibi dağıtılması, salıverilmesi, tahakkümünün sınırlarının dışına çıkılması, bir anlamıyla eleştirel bir çıkış, terk, veda, transendens, aşma, aşmışlık...

Aşık var. İşine/faaliyetine de aşıklık, istidadına da aşıklık istidadı diyoruz, evet. Burada söz konusu olan aşk mı, aşk istenci mi, aşkı var etme gayreti mi?

Aşık Edebiyatımız maşuka pek yüklenmez. Aşık için talepkârdık, aşıktan talepteyiz. Oysa aşık talip, aşka talip, maşuka da talip belki ilk başta. Satılana kadar, aklı başına gelene kadar, çoğu kez de mudarasız.

Divan Şiirinde maşuk bazan adeta haspa, işveli, flörtöz, narsist. Aşık maşuku ikna, kazanma derdinde de değil, kendini sınama, kazanma, varlık ve yokluğun dibine inme peşinde. Bu sıradan, antientellektüel bir iş de değil. Maşukun kelebeksi karakterlendirilmesi de sığ, önyargılı bir pejmürdelik değil.

Baştan itibaren ifade etmiştim: Hiç değilse Edebî Aşık maşuk karşısında boyun eğer, maşuku selamlar, onun 'sömürgeci' gözüyle kendisine bakar, başka türlü bir kendisini keşfe çıkar...

Aşıklık Tasarımı ciddi bir tasarım, kavram ciddi bir kavram, fenomenolojisi daha kolay, aşıklık yaşantısı var. Diyalektik denilmeyecek anlamlarda tutarlılıklar, dümdüzlükler yazılabilir, kendini ve kendiliğini çözme işleri bir transendens olarak kavranabilir belki. Aşk'ın ise çok daha zor. Kavranışı daha soyut, beklentisel. Zıddı ile çeşitli farklı düzeylerde iç içe. Diyalektiği çetrefilli bir diyalektik, eğer aşkı var sayacaksak, varolmayan yanlarını yontmadan, noema-noesis meselesiyle de kavramlaşabilirliğini geçici olarak sınayarak.

Bir çeşit sosyalpsikolojisi var işin, etiği var, son zamanlarda kabul ettiğim üzre hukuku bile var.

Çok disiplinli bir çalışma zırvasını kast etmiyorum edebiyatımızın en kolay anlatılmış, en karmaşık mevzuuna.

Cahiller aşk yok dese kızıyorum, aklı başındalar, hayatı derinliğine yaşamışlar öyle dese seviniyorum. Kader kavramı gibi. Cahilerin var sayması, sayarken ne saydıkları bazan insanı çıldırtıyor. Bir hayat tecrübesinin vücutlanmıştığında bir kaderin adeta parmakla işaret edildiğini görüveriyorsun. Tanpınar'daki bir hikayesi olan adam kavramı bu alanda geçerli, vurgulamış olayım.

Büyük Aşklar yok belki, Büyük Aşıklar var. Bir çok anlamda, hepsi de geçerli anlamlarında.

Küçük Aşklar var görünüyor. Bunun öznelerine de aşık denmez. Yani ben demem.

Gözyaşı ve Kederden çok şahsiyet, sözüne sadakat, kendine sadakat, fedakarlık, mazbut ve sağlam karakter, cömertlik, dayanıklılık, derin bir toplumsallaşmanın dışavurumları karşımıza çıkıyor, ömrümüzde Aşık denilen bir özne görmüşsek. (Görmeyenler çoğunluktadır, ezbere konuşan konuşana). Yiğit insan istiyor bu yol diyeceğim şimdi, yiğit insan gören var mı, görüp de hayatı burnundan getirmemiş olan? Ezber yine bir başka ezberle açıklanır hep. Yiğitlik nedir onu da ele alalım zaman bulduğumuzda. Zor bir hayat projesi. Aşık yiğittir, ama yiğitliği de aşma, yenme durumundadır diyerek konuyu iyice karıştırayım.

Sonra devam ederiz.


(Online yazıldı, hiç okunmadı, düzeltilmedi)


Yıllar Evvel Neşet Ertaş'a Sordum Sofrada: Aşk Nedir, Aşık Nedir?

Dedim Ay Dost, aşk nedir?

Dedi ışktır, ışıktır.

Dedim aşık nedir?

Dedi aynı şeydir, ışktır, ışıktır.

Dedim aynı mı yazılır?

Dedi aşkı bilen aynı yazar.

11 Kasım 2012 Pazar

İlân-ı Âşk

Aşık aşkını ilân ettiğinde açık bir senet verir. "Tüm zamanlar için böylesin".

"O zaman öyle diyordun amma"daki "öyle deyiş", karşısındakinin öyle olmakta elbette değişerek de olsa devamının öngörülmesini de içerir, "senin bana karşı tavrından bağımsız olarak bir birey olarak, bir sorumluluk, bir aşık olarak ben böyleyim"i de.

Maşuk ya ilan yaprağını buruşturur yere atar, ki bunda bir sorun yoktur, ya da "ben de seni" der.

Maşuk'un "ben de seni"si maşuktan aşık yapmaz, bir karşılık vermiş olsa da. Ancak bir söz vermişlik durumuna düşürür. Sözü söz olmayan bir maşuk, insanlık değerinden kaybeder, aşık öylesini de böylesini de kabul etmiş olsa da. İnsanlığa ahdini tutmayan bir insan sevilse de, önceliğinden, biricikliğinden kaybeder, söner.

"Ben de seni" aşıklık mertebesine uçuş değildir. Aşık kıymeti biliştir. Aşığın gözünde zaten maşuk eşsizdir. Başka bir şey olması gerekmez.

Maşuk aşkta yarıştığında, aşktan sıkıldığında, sevilmekten ve sevmekten bıktığında, sevilmeye bayılıp sevme de rahvan gittiğinde aşkın bir terbiye olduğunu, yılların emeği ve diğerini öncelemeyi öğreniş olduğunun farkında değildir.

İnsanlar diğerkâmlıktan sonra gelen, ileri götüren bir hal sanmaktalar kendine saplanmışlığı, kendini düşünmeyi, kendinden düşünmeyi. Oysa diğerini keşfedişle başlar insanın farkında olabildiği, olabileceği kendiliği.

Sen karşındakini düşünüyorsun. O da kendisini düşünüyor. Hattâ bunun böyle olacağını savunuyor. Aşığın değerini düşürmez bu. Aşkın çeşmesini kurutur. Maşuğun değerini de aşık gözünde düşürmese de hakikat indinde/nezdinde düşürür.

"Aman hakikatli yar olsa"daki hakikatli zaten yardır. Hakikatini düşüren zalimleşir. Bir mecaz olarak zalimden, bir kavrayışsızlık olarak zulme.

Aşkı bekleyen, aşkı arayan kendisi için aradığında ve kendi mutluluğu için aradığında yaprağı dökülen güldür bülbülün karşısında. Bülbül gülün haline de ağlar, kendi haline de. Solan ve bir fidanın teki olan gül, bülbülü gülün dibine düşüremez. Uçurur.

Bülbülün kan vererek canlandırdığı, ayakta tuttuğu gül ise başkadır. Hikayesi hikmeti başka.

(Gözden geçirilecek. Düzeltilmedi)

13 Nisan 2012 Cuma

Merhamet!

Merhamet eyleme gözlerimin yaşına. Spinozanın derdi folklorümüzün de derdi. "Benden nefret et ama bana acıma!" üzerine versiyonlar ne acımayı, merhameti yerin dibine geçiriyor ne de nefrete methiye düzüyor.

Aşkım ve Gururum. Acınası bir sürüngen olarak görülme korkusu aşığın kabusu. Gözyaşı, keder, iç çekişi iyi, şerefli ve haysiyetli oluşun ifadesi olmak zorunda. Maşukun gözünde dilençi olmakta tasavvuf devreye giriyor. Kibirin kırılması, kendine daha yüksek bir noktadan, insanlıktan bakabilme vazifesini de ediniş. Garantisi ve diploması olmayan, becerilerini en ufak bir duraklama veya duraksamada yitirebilecek olan, yitirişlerin kayba değil tecrübeye dönüşebildiği bir dünya.

Merhametten Maraz Doğar. Yerli kapitalizmin sloganıydı, toplum mühendisliğinin sol ya da sağ tüm kanatlarının ortak şiarı. Haksız da değil bir yerde. Merhamet hukuku da devreden çıkarır görünür. Hatanın tekrarlanma riskine suçsuz ama günahlı ortak oluş olarak da biçimlenebilir. Merhametin yadsınması merhametsizliğe övgü olduğunda ahlakın ve hukukun affedebilirlikten başlatılması imkansız kılınır, haklılık acımasızlığa, tarih yazımı tarihin şaşmaz akışı önermesinin teraneleşmesine kadar gider.

Tarihin Şaşmaz Akışı diye bir şey, evet hakikaten vardır. Ne akışın ruhban sınıfını, ne ezbercilerini şakşakçılarını tanır. Praksis dışında bir eyleme düşünme tarzı dışında hiç bir duruşa, iyiniyetli tembelliğe, ezbere acımaz. Praksisin de durum değerlendirmelere, hükümde acelesizliğe, eylemede tevazu içinde olmak, zamanı ve hayatı zorlamama kaydıyla kararsız kalmamalara ihitiyacı vardır. Karar'ın tecrübe ve hatadan dönebilirlik kapılarını tanımaya ihtiyacı, yatkınlığı vardır. Ezber düzelmeye açıklık olma kaydıyla taşınır.

Teorik Antihümanizm OlarakAcımasızlık Kıyamet Mühendisliğidir. Kıyametlerinin arafı olduğunu düşünmemek, sorumlulukları hafifletici gerekçelere ölesiye sarılmak egoistlik de değildir. Günah keçisi oluşlara katlanabilen bir soyluluk, fedakarlık, diğerkâmlık hayatların bütünlüğü, hakikatin kapsayıcılığı ve geleceğin herkese açıklığı anlamında bir tarihin şaşmaz akışına teslim olur. Tarihin şaşmaz akışı, tarihin o an sahibi gibi olanları da sırtından atacaktır. Bu intikamcı bir duygu da değildir çoğu kez, herşeyin yerli yerine oturacağını, temellerini bulacağını, yanlışların bağdatlardan döneceğini bilen bir düşünce geleneğine çekiliştir. Zıtların birliği ile de alâkası var  ama, uzatmayalım.

Merhamet eden Açısından Merhametlilik ölçü, had, hudud biliştir. Merhamet bilmeyen durmayı bilmez, frensiz, dizginsiz arabasını duvara sürer. Ulaşılmaz uzaklıkta ya da iki adım ötede siste saklı duvara. Merhamet kararını değerlendirmenin, sonucu görmenin, insana ve insanlığa şans vermenin olduğu kadar tereddütün de işidir. Tereddüt bazan korkaktır, bazan cesaretin, hakikate açık durabilmenin, eyleme ile doğruluk, hakikat, yerindelik, adaletin anlamı ve gerçekleşmesi arasındaki açıkların bilinciyledir.

Merhamete Uğrayan bir şans daha bulur. Hayatı söz konusuysa, bilinmezden korkmuyorsa bir şansı, bir şanssızlığı daha vardır. Hayatın ucu açıklığının bilinci sanıldığından yorucudur. Oflayan puflayan, yeni şans istemeyen hayat kaçağı değildir çoğu kez. Merhamet maşuktan geliyorsa bir lütufsa tabiyet ilişkisi daha ağır gelir. Aşkla tabi oluş, lütufun buyurganlığı ve tepeden bakışıyla zedelenir, incinir, tehdit altında kalır. Kendi yanlışıyla dahi bağımsızlığını yani gönüllülüğünü yitiren aşık gönül de yitirir.

Merhamet edenle edilenin birbirlerine yakın duruşları sorunludur. Tekrarlara da merhameti zorlar, tabilikle ömür boyu hatırlatıcılığı ile de...

Uzaklaşma Benden Öyle. Bir anlamıyla karşısında dik duramayacağından uzaklaşma, mesafe merhameti daha işlevsel kılar ama sınanmasını engeller. Merhametinin sınandığı insanlardan olmak, merhamet edilişle yaşamanın sınanması kadar güçtür.

Onu Uzaktan Sevmek Aşkların En Güzelidir çoğu Kez.


10 Nisan 2012 Salı

Aşkta Yanlış

Aşk ne yanlıştır, ne de doğru.
Aşk bir oluşun olmaya, oluşa açıklığa atılmışlığıdır.
İçten içe kaynayan bir sedef kutu şeklini kaybetmese de anlamını kaybederek yeni anlam bulur.
Her oluş, oluşum bir şeyin bir başka şeye de dönüşmesidir. Kendisi kalarak dönüşmesi de.

Aşk yanlışı doğru, doğruyu yanlış yapmaz.
Aşık yanılsar. Aşk yanlışa zorlanır. Aşk yönlendirilir. Aşk adına yanlış ne aşkı yanlışlar ne de doğrular.
Yanlışın öğreticiliği yanlışın yanlışlıktan çıkarılabilirliği, dönüşebilirliği ile alâkalıdır.

Yanlış nesnenin karşısında nesne olsa, özeneleştirerek nesneleşip özneleşse de aşık aşk öğreteceğini öğretir.

Git hata yap, yanlışlarda boğul demez aşk, yanlışı düzeltir, yanlışta da doğruda da öğretir aşk, ideal olanı, olabilirlik sınırındakini sınatır, sunar; hayatla da, en son anlamıyla da düzeltir.

Aşk her daim öğretir. Aşk karşısında gündelik herşey yanlıştır, dibe vurur bir bakıma. Olması gerektiği gibi olmadığından, olamadığından değil kendi mantığıyla sınandığından herşey sarahaten sınanmıştır.

Aşık hep yetersizdir. Aşk hep yetersizdir. Kazanmak için yetecek bir aşk derecesi, mertebesi yoktur. İnsan kazanacaksa kendisini kazanır. Aşkta en büyük gayretin, en derin fedakârlığın sınanması söz konusudur. Yetmeyen açık ve hür bir dünyada oluşana müdahale, talepkârlıktır. Geç kalmışlık, erken davranmışlık, çiğlik, pişkinlik, olgunluk, acemilik bin bir insiyatifin üstüste gelmesi neyin kazanılabileceğini, neyin kazanılamayacağını da öğretir.

Aşkta adalet bekleyen, bir gün adalet bekleyen, aşkın fırsat eşitliği olmadığını öğrenir. Geçmiş geleneklerin aşkı o kadar önemserken herkese şans veren örf ve adetlere dönüşmelerinin anlamını anlayamayan, adaletsizlikte sadece kendisini olgunlaştırır. Aşık toplum kurucu olduğunda aşksızdan temkinli olur.


19 Şubat 2012 Pazar

Belâ-yı Aşk

Nohut! Yeğenim! Foto: Özlem Hanım & Burak Bey
Aşık "Aman da Allah aman al başımdan belâyı" da der, "belâ-yı aşkla hoşem" de.

Öyle sermesttir ki bilmez, unutur dünya nedir, dert nedir, derman nedir. Kendini gülün dibinde bulana değin.

Haline rıza göstermekle yetinmez, şükreder de.
Öyle canı yanar ki, yiğitliğine leke sürdürür, halinden şikayet eder.

O da bu da, Aşıklığın Kitabında yazılıdır.

Yiğidin şikayeti tevazudur insanlığı, faniliği kabuldendir.

Acıların adamı, kadını olmaya gönülden rızası da bir kenarda kalışı kabulleniştir. Acının merkezinde, toplumun kenarında. İtilmiş kakılmışın isyanı başkadır, itilip kakılamayacağın itilip kakılmaya rızası, hayreti başka.

Toplum öyle bakar, böyle de bakar. Onun elden geçirdiği kendi bakışıdır.

Aşk dert olduğunda da deva olduğunda da aynı şeydir. Bulutların üstü de yerin dibi de birdir, aynı derûn'da  olgunlaşmadır.

Aşkta kazanılan tevazudur. Faniliktir. Dolayısıyla sonsuzluktur.

Aşık ukalâ ise, aşık'a tavrında bir yamukluk vardır. Aşık kayıp ise kapıların kapalıdır. Aşık tahrişkârsa derinle, kabuğunla yüzleşmen gerek.

Aşık ne yanındadır, ne de uzağında. Ne konuşur karşında, ne de sessiz kalandır.

Aşık ile mesafesini ayarlayamayan, mesafeli bir yakınlık, yakın ama mesafeli bir bağ kuramayan hayatının kenarını köşesini, çerçevesini gözden geçirsin.

Aşık sınanandır. Işıktan kaçamayan tavşandır, ne kadar heybetli olursa olsun, sınanmaktan uzaklaşamayandır. Feneri gözüne tutsan da tutmasan da onun ışığı başkadır.

Şikayet ettiğinde, isyan ettiğinde, itiraz ettiğinde bir olamadığına itirazı vardır, bir olması gerekene adım atmıştır. Rızası da, yakınışı da, yakarışı da birdir.

"Yeter!" diyen aşık kuyunun dibinin, düşüşün dibinin olmadığını görmüştür. Boyun eğen aşık, çileden, sınanmadan kaçamayacağını, çileler bitse bile yakalamış olandır.

Bir öğreteceği varsa kuyudan çıkar, çıkma derdindedir. Bir öğreneceği varsa yolundan çıkma korkusundadır.

İnsan öncelikle kendisinin öğrencisi olduğunda, yani dersini almayı öğrendiğinde, öyle de olur böyle de. Tersi de düzü de, öylesi de böylesi de zıddına çıkar. Zıd da zıddına. O kapıdan çivili kapıların ardındaki avluya geçilir.

Aşık nereden geçtiğini, nerede takılacağını unutabilendir. Hekim ise hastalarını, baba çocuklarını, sürülmüş memleketini hatırladığında içi karıncalanmıyorsa, aceleye gelmiyorsa dağları aşışı o dünyada da bu dünyada da vatandaştır artık.

Bekleyen olmak, beklenen olmak pek farklı şeyler değildir. Hayat gezinenin yolunu merkez edinmez. Hayata dersini almış ya da almamış olarak dönülür. Merkezi olan, olmayan, evi dağılmış, dağılmamış dönüşlerin kitabı uzun havalarımızdı, dinleyen kaldı mı, insan kaldıysa dinleyen de kalmıştır muhakkak.

Belâyı seçiş denilemese de her daim, belâdan kaçmayış yalnız kalabilme ayrıcalığına sahip olabilişlerin işi kadar mahkûm oluş işi de. Kuttül Ammare'de esir düşmüşleri, cezaevlerine gömülmüşleri, müteferrikada lağım içinde berceste mısraı bulanları birgün anlatabilmemiz lazım, insanlara, iyi insanlara.

"Mutlu aşk yoktur!" diyenlere bir zamanlar kızmama gülümsesem de, yanıldığımı hâla düşünmüyorum, yanılgan, fani bir insan olduğumu keşfetmişliğimde bile.

Nereden söylendiği, kimin söylediği de önemlidir. Anlarken söyleyenin anlamını yakalama imkanımız, ödevimiz olmasa da. Anlamak, bir hale, zamana, duruşa uyarlama, uygulama da, eğer bir şeyleri muvakkaten anlamakla başlamayı becermiş olsak. Anlayışın, ufkun açılması bir insanlaşma yolculuğu.

Aşık, acemi aşıkların sırtını örtmek, yollarındaki çukurları bedeniyle bile olsa doldurmakla mükelleftir.

Aşık varsa, köşede mutluluk da vardır.

4 Ekim 2011 Salı

İnsan Aşkla Sınanır mı?

İnsan aşkla sınanır mı?

İnsan neyle sınanmaz ki? İnsan sınanmamakla bile sınanır! İnsan sınandıkça sınırlarını bulur, kendisine ve hayata nasıl bakılacağını bulur. İçinden başarıyla çıkılmış sınanma, varsa, ders çıkarılmış bir sınanmadır. Başarıyla içinden çıkılabilecek bir sınanma yoktur, bir başka anlamıyla.

Aşkla kazandığımız nedir?

Aşkta kendimizi kazanıyoruz belki. Ele geçirdiğimiz, geçiremediğimiz üzerinden düşünmüyorsak. Aşk, başkasının varlığını, önceliğini, onun açısından kendimize bakışı edinme imkanına açılmanın kapısı. Aşk toplumsallaşma olayının dışında düşünülemez!

Maşuk’u ele geçirme?

Sömürgeci bir eylem. Maşuk razı bile olsa, dünya razı değil diyelim: Dünyayı dümdüz etmeyi göze alan aşık değildir.

Maşuk da razı değilse?

Egoist, vandal, yağmacı olur kapıya dayanan, en hafif ifadeleri ile.

Aşk nasıl başlıyor? Hem şıpsevdiliği yeriyorsunuz, hatta ”insan bir insanı ya sever ya sevmez ömrü boyunca” diyorsunuz neredeyse, hem de ”aşık olun!” diyorsunuz?

Aşık olun, olabiliyorsanız! Aşk bir kapasite işi, emek işi, terbiye işi. Aşık, eskidiği iddia edilen kültürümüzde babayiğitlerden, ariflerden önde gelebilirdi…

Eskimedi mi?

Halt etmişler! Tabii ki eskimedi, eskimez. Bu dönem bir parantezdir. Eski tekrarlanacak anlamında değil, insanî hayatın hakikati ve hikmetine açıklık eskimez. Kitle kültürüne tapınanlar halt ediyorlar! İnsanın yetişmesi, nesilden nesile aktarım kanalları teşhirci bir telif ve eleştiri kültürüne gündelikçilik ile sağlanacak değil.

Madem maşuk ile karşılaşmadan aşık olunabiliyor maşuk’un rol ne?

Öyle bir şey demedim, ama, evet bu da söz konusu edilebilir (bugüne) eleştirel bir tavırdan.

Aşk nasıl başlıyor?

İnsan olmakla başlıyor!

"Aşık ol!" demek "insan ol!" demek yani?

Aynen!

Maşukta aşkı öğrenmiyorsak neyi öğreniyoruz?

Maşukun karşısına zaten aşık olarak çıkıyoruz. Aşık doğmaktan da bahsedebilirim ancak kelime anlamıyla ele alırsak aşık doğulmaz, yetişme işidir aşk da. Kavramıyla, kültürüyle, ihtimamıyla, bakışıyla, geleneğiyle, geçmiş tecrübeyle. Maşuk sayesinde kendimize bir başkasının gözüyle bakabiliyoruz. Sömürgeci bakıştan dagörülüyoruz ancak aşkta bir gönüllülük var öncelikle, bir de itiraz yok, itiraz öncelikli değil, ”hayır ben öyle değilim!” öncelikli değil, karşı tarafın ihtiyacı, duruşu, dünyasından bize bakışı olmasa da her daim, dünyaya bakışı kapıyoruz. Sömürgeci bakış doğrudan bir itiraz olarak gelecek tasarımımızı sunmamıza neden oluyor. Maşukun eşyaya, dünyaya, hayata, bana, bize bakışından bir bakışı, dünyayı yakalama halinde oluyoruz. Başkası şekilleniyor.

Neden Sartrenin ele aldığı sömürgeleştirerek bakan (algısal/duyusal) bakış değil de, maşukla çok az bir kısmı algısal olan bakış başkasına geçiş oluşturuyor?

Sartre çok önemli bir açılım yapıyor, rakip olması gereken bir bakış sunmuyorum. Fenomenolojinin tüm imkanlarını da bir kenara bırakarak konuşursak: Aşkta karşı tarafın benden talep ettiği, benden istediği, ihtiyacı, bakışı, anlayışı öne çıkıyor. Yanlış anlıyor, doğru anlıyor beni ama onun istediği talep ettiği olma, en azından ona cevap verme arzusunu duyuyorum. Bu itirazsız, ”hayır ben o değilim!”siz bir olay değil ki?

Sömürgeciyi öncelemiyoruz, ama maşuku önceliyoruz?

Evet. Ayakları yere sağlam basan aşık sömürgeciye de adam gibi bakabilir, sömürgeciliğine değil, unutulmuş kaynamış gitmiş başkalarının göremediği insanî yanlarına. Adam gibi bir bakış , insanî olanı uyandırabilir bazan, ama konunun dışında bırakalım. Bakan zaten bizim isteğimiz dieğimiz dışında bakıyor. O zaten karşımızda, ensemizde. Maşuk bize baksın istiyoruz.

Bakmasın da istediğimiz oluyor?

Mahcup aşık. Çalışan aşık, pasaklı aşık, fakir aşık, hasta aşık, mütevazı aşık, meşgul aşık, mesafeli aşık. Bakmasın, farketmesin isteği istediğimiz gibi görünemeyeceğimiz de olsa bazan, bazan ben o değilimden de olsa, sömürgeci karşısına çıkış değil.

Maşuk sömürgeci olamaz mı?

Aşık da sömürgeci olamaz mı? Herkes olur. Herkes ölür.

Maşukun öncelenmesinin önemi ne?

Bir başkası sana boyun eğdirmiyor. Sen selam veriyorsun. ”Arzun olur!” diyorsun. Fazla naz aşık usandırır doğru ama, naz’ın da sevimlisi sevimli geleni vardır. Bunlar da konu dışı. Maşuk, kendini zorlamaz, kaçmaya heveslidir çoğu kez. Haberi bile olmayabilir.

Aşıklar tavuskuşları gibi dolaşmıyor mu?

Gereksiz yerlerde kanat açıyorlar belki. Nükteli bir oyun da hayat oyunları, acıklı ve ölümcül bir burukluk işi değil. Teatral hiç değil. Tiyatrosu olsa fena olmaz ama. Aşık susmasını, konuşuyormuş gibi yapmasını bilir, öğrenir, öğretir. Bunlar önemli değil. Önemli olan aşığın ötekine verdiği önem.

Burada bir kapanma, takılma yok mu?

Var tabii. Ölçü kaçtı mı, plâk takıldı mı hakikatten kopuş da başlayabilir. Bir ölçüye kadar olması gerekendir üzerine eğilme, kapanma, ama.

Önünüze geleni sevin demeyişiniz bu yüzden mi?

Sevebiliyorsanız celladınız bile sevin. Bunu insanlık macerasının başında yaparsanız naif bir insanın anlaşılır ya da anlaşılamaz bir hareketi olarak görürler, bir arif yaparsa anlamaya çalışıp en azından işin hazır bir izahını ödünç alırlar.

Maşuk şart değil, dost yeterli. Ahbab yeterli. Maşuk dersiniz sömürge valisidir, karaktersizin tekidir. Dost dersiniz hem karşısındakini önceler hem de bunu nasıl yaptığını öğretiverir.

Maşuk sadece bir simge. Aşık abartsın. Maşuk kaderini fazla zorlamasın.

Zorlarsa ne olur?

Fazla şişen her şey patlar. Aşkı da fazla şişirmemek lazım. Aşk büyüktür ama her aşk o kadar büyük ve mucizevî gelmeyebilir dışardan bakana. Aşkın büyüklüğü gönüllülüğü, özverisi, ihtimamı, önceleyişi ve benzeri özelliklerindedir. Saplantıyı aşkla karıştırmamak için aşkın özgürleştirici yanlarını da görmek gerekir.

Yakan, eriten yanlarını da?

Tek başına sorunlu olabilecek olan bir bütünün diyalektiğinde farklı anlam ilişkileri, alâkaları kazanır

İnsan olmayı ”kimden” öğrendiniz?

Bir danadan, galiba! Birimiz evin, ötekimiz bahçenin bebeğiydik. İlk karşılaşmamızda birbirimizi inceledik. Sonraları da birbirimizi aradık. Farklı su içtiğimizi, farklı sevindiğimizi, annelerimizin hayata farklı yaklaştıklarını erken öğrendik. Su çeşmeden akmazsa ben içmiyordum. Çeşme açık olunca yalaktan o içemiyordu. Birbirimize yiyecek ikram edemiyorduk. O daha hızlı büyüyordu. Kıç atarak seviniyordu dışarı bıraktıklarında ona yetişemiyordum. Ama epeyce anlaşıyorduk. İlk arkadaşımdı. Daha kendi dillerimize hakim olamasak bile epeyce anlaşıyorduk. Herkes fizikî olarak kendisini dörtayaklılardan ayırt edebilir. Biz dünyalarımızın farkını ayırt etmeye başlamıştık. Sohbetlerimiz ve birbirimizin işlerine merakımızdan ne onun annesi memnundu, ne de anneannemlerin bahçesinde iş güçleri bizim için aksayan insanların. Satıldı sanırım. Musluk açıp yalağa su doldurmayı ona yardım için öğrendim. Bir kere becerebildim. Bir kaç kere suya düştüm, üstüm başım battı, kızılası bir şey olduğunu öğrendim, bir keresinde de çeşmenin kaidesi üzerime düştü, pres gibi, ölmedim, biraz ezilsem de kaçabildim. Kaide unufak oldu. Halâ durur çimentoyla yamanmış haliyle. Dana Kardeş kendisi yüzünden olduğunu düşünmüştü, bakışlarını unutmam imkânsız.

Hafıza bağlamla mı alakalanıyor?

Hayır sorumlulukla. Sorumsuzlarda hafıza sıfırdır! Ama en kötüsü geçmişi çıkarlarına göre yazanlardır.

Siz aşık mısınız?

Adam kıtlığında evet! Klasik anlamıyla sanırım hayır. Öncelikle dünya zor, kültürü yok, aşktan dem vuranlar aşksız, insan sabırsız, emeksiz, fersiz.

Aşık yiğitti sizce yanılmıyorsam?

Aşık insandır. Memleketimden insan manzaralarındaki gibi. Hepsidir. Çoğul özelliklerin hepsinin bir insan olma talebine, çırpınmasına entegre olmasıdır. Uzak da durur, kapışır da. Rıza olmayacağı istemenin kötü olmasından değildir zaten. Meşru olmayanı talep etmemedendir. Olmayacak meşru ise, olmayacağı istersin. En azından ne isteneceğini göstermiş olursun. Zulme isyan meşrudur. Bazan hakikate bile isyan meşrudur. Hakikatin hakiki olduğuna itiraz başka, olanın adil olmadığını haykırmak başka.

Aşığa korkak, sünepe, haz düşkünü de diyorlar. Gökten ateşi çalan da.

Aşıklıkta ne hikmet var?

Hikmetini sormuyorsun sevgili birşeylerin. Selamlıyorsun. Ve yoluna gidiyorsun.

Sizi sizin onu sevebileceğinden çok seven birisi oldu mu?

Özel hayat der cevap vermezdim ama, şöyle bir şey söyleyelim: Eğer bir insan başkalarından çok sevebilseydi, başkalarının hatalarının peşine düşmezdi. Karşısındakilerin işleri daha kolay olurdu. Başkaları ondan çok sevebilseydi, çok sevebilenlerin sorumlulukları daha ağır olurdu, vah onlaralık bir durum yani.

Özel soru yok?

Olsun ama, çöp tenekelerinden beslenmeye karar vermiş her kedi gibi önümüze döktüklerinin hesabını sormalarından da hoşlanmıyorum insanların. Biz zaten çöplüğkte ne ikram ediliyorsa, ne varsa, önümüze ne döktülerse onu kapışıyoruz diğer kedilerle.

30 Eylül 2011 Cuma

An'ı Değil Yanan Câm'ı Öper Aşık!

Aydınlık içimden geliyordu, doğudan değil.

Bir kere "hemen şimdi!" dedikten sonra vazgeçsem de hemenşimdilicilikten, yönümü aradım durdum hep.

Alçak mıyım, yüksek miyim; aşağıda mıyım, yukarıda mıyım bilemez oldum. Bilemez oldum sağım neresi, solum neresi. Güneşim nerede batıyor, nereden doğuyor?

Birisini öpmeden önce acılarını, acıyan yerini öpmeli insan, ulaşabilirse, aklına gelirse, oluşundan kaçmazsa.

Ey ayak sürüyen yanım, safram sanmaktaktaydım seni, azık çıkınımmışsın, yol gösterenimmişsin.

Yanardağların pırıltısına, kaynayan elmasa kapılmadım. Uçurumlarda patikalar buldum, dalgaların üzerinde kaydım, Zındanda dehlizler buldum, karanlıkta da gördüm.

Gün ışığı cama vuruyor. Gelmem Gün Işığı boğazım ağrıyor! Çok yorgunum! Şakaklarım zonkluyor!
Sana mucizeni göstermem mi gerek, her şey sadece içimden geldiği için öyle olsa bile?

"Her şey bana yansısa bile, vaktim yok bana dönene bakmaya!" dedi Güneş: Her şey, benim de sadece içimden geliyor! Seninle oynamak, kendiliğimden gelen bir şey. İçim karanlık. Karanlıklar patlıyor! Karanlığım patlıyor!

Peki Güneş, bekle, bir duş alayım! Giyinip geliyorum!

Traş falan olmayacaktım, olmuş olacağım, işitildiğinde olduğumun gerisinde kalacak söz.

Sözüm. Verilmiş sözüm.

21 Eylül 2011 Çarşamba

Çölü Seçmek

Mecnunsa da deli mi adam neden çölü seçecek? Zaten bir ayağı çölde olmalı. Terk-i diyar'ın, alıp başını gitmenin adı çöl olmalı.

Kalsa başı belada. Kalmasa nerede kalacak? Her yer parsellenmiş. Onun yurdu, bunun yırdu, onun evi, bunun evi, onun toprağı, bunun toprağı.

Çölü kapışan yoktu evvel. Çölde yol kavgaları, durak kavgaları, kaynak kavgaları az biraz süregitse de.

Çöldeki mecnuna yine de herkesin ihtiyacı olur. Yollarını kaybettiklerinde; azıklarını, develerini kaybettiklerinde. Mecnuna ilişilmemesi, ona insanların işi düşebileceği için de.

Tahtını bırakıp da yola düşen padişah neyi arar? Tahtını sanırım. Bahtını? Evet onu da.

Mecnun çölde Leylayı neden arasın? İçindeki tırmalayan altüst oluşu gezdirip avutmada.

Rahatı kaçmış bir insan içindeki bunaltıyı havalandırmakta, ayaklarını yormakta, zihninin yetişemeyeceği hızda huzur bulur gibi olmakta.

İlk sesli siyah beyaz Leyla ile Mecnun çeşitlemelerinden birisindeki ceylanlara vurulmuştum, küçüklüğümde. Mecnun bana dünyanın en güzel yerinde gibi gelmişti. Dostların arasında. Güneşin sofrasında. Özgür. Uzakta. Antalya çöllerinde -şimdi oralara kumsal, plaj falan diyorlar- yalnayak dolaşıp sınamıştım mecnunluğu, ceylanların ayaklarının neden yanmadığı beni bilim hayatına taşımış olmalı o yıllarda. Mesela, yani. Ayaklarımdaki yanmayı hissedecek kadar ayıktım.

Mecnun da ayık. Hatırlatmayacak yere gitmiyor ki. Ona da hatırlatmayan yerler yakıcı gelmiş olmalı. Ceylanlar ortak dostlar idiyse. Ceylanın gördüğünü görmek, elinden su içirenle ceylanla sudayken buluşmak şiirin bilmece, bulmaca, şifreleme, kodlama olmadığı zamanların işi.

Yarin elinden su içenle vahada aynı suyu içmek, aynı suyu öpmek, ayışığı altında bir dünyadalık şimdinin hakikat pestillerinin dünyası değil.

Alıp başını gitmek, ayak altından çekilmek, deli gönlü yol ile avutmak bir mecnununu bile tutamayan halka bırakılan yas, utanç, acı. Mecnunu giden yer, bereketi kaçmış yer idi eskiden. Yollara düşülürdü, gideni getirmek için. Giden deliyse, doluysa, oturduğu yerde avunamıyorsa, içindeki deryayı gölgede avutamıyorsa.

Çocukluğumun Osmancığında kaybolan delilerimizi, aşıklarımızı, dertlilerimizi, masumlarımızı aramaktan perişan olurdu halk. Onun için benim bir memleketim var Ey Talip!

Mecnunun çölde gezinişi gündüz gözüyse, dalgınlıktandır. Gündüz dolaşan, nasıl çölün güzel gözleriyle yoldaşlık edebilir ki?

"Başım alıp hangi yere gideyim, vardığım yerlerde buldu dert beni" derse Erenler, gidişin kaçış olmadığını biliştendir: Kaçan kim?

"İllallah!" eden ne dertten kaçar, ne de kurtuluşa. Uykusuzluktan, huzursuzluktan, hafakan bastığından. Yeni belalarda, acımayan ya da diş bilemeyen acımalar ya da diş bilemelerde kaderine açılır. Çemberi kırar.

Mecnunu çöle düşüren de kim? Leyla mı, dünya mı, dar edilen hayat mı?

Bir hayal kırıklığı olmasa, ait olduğuna ait olmadığını düşündürmese hayat insanın yolda işi ne?

Yolda aidiyetin, hapishanen seni bulur asıl Ey Talip! Güllerle beze aidiyetini, hapishaneni, derdini.

Bülbülün ölümü düğün dernek aleme. Şeddat'ın has bahçesinin hüznüne dayanamadı rüzgâr! Uzaktan yeryüzü cennetini sildi süpürdü derler, inanma! Sen denilen denilmeyene inan da önce, bir hakikatin olsun da, sonra ahkam kes dur hakikatin has bahçelerine dair!

Aşktan ve Gariplikten konuşamıyorsan, sus, dinle bülbülü kim kanar!


(Her zamanki gibi online yazıldı, düzeltilmedi, iyi geceler arkadaşlar, yoruldum çölünüzden, ilinizden, elinizden yav:))

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Yeni Aşk Değil, Aşk, Gerçekten Aşk!


Aşk varsa içinde var. Aşk senin bakışında var. Aşk senin bekleyişinde var. Aşk elimize geçecek olanda değil, geçmeyecek olanda var.

Aşkın eşiği bir başkasının önünde eğiliş: Tek başına olmayışın, başkalarıyla beraber oluşun, başkalarıyla beraber oluşta oluşun selâmlanması.

Sömürge ordusu neferliğinin önünde eğilirsen, kırılan, yıkılan, yarıda bırakılan bir başkasının önceliğine verilen selâm. Başkası ne aşkla geliyor, ne de aşkla gidiyor. Aşk sensin. Yani aşk sende, senden.

Aşkın yolunu bulamaması, senin kendini bulamaman. Aşkın karşılık buluşu bir selamın alınışı ile başlar. Selamın alınışı karşılık değil, duvarda bir kapı açılışı, paslı kilidin içerden dönüşü, taş kapının açılışı, ahşabın gıcırdayışı. Sana verilen ses, geri dönen yankı. Yankı dokunmuş sestir, varolanın dokusuna, ilk haberdir.

Yeni bir aşk yok. Yeni bir macera var belki. Bazan yarım, çeyrek, binde bir aşk bile değil onca aşk sanılan. Aşk gelmez, aşkla gelinir. Aşk gitmez, aşık gider. Aşk kabuğuna çekilir.

Bin aşk olmaz. Birkaç aşk bile olmaz. Aşk bölünmez. İnsanın bir aşkı vardır. Ona da layık olan, layık olunan ile açılır insan, insanlığı ile açılacaksa: Yani olgunlukla, olgunlaşılarak . İnsanlığın açılışı ile açılmak, başkalarının içinde kendini bulmak işidir.

Aşk itilme kakılmaların içinde de serpilir, gelişir. Bir eksiklik olarak. Bir açık, bir acı, bir yara olarak. İnsanlıktan itiliş içerisinde. Reddediliş, yerle yeksan edliş içerisinde. Aşk itlip kakılmaya da varoluşun bir itirazı, direnişidir. İtilme kakılma, hor görülme daha çok insanın çivisini çıkarsa da, eksiği görüş insanı da çıkarır.

Önünde eğildiğin, senin önünde eğilen olduğunda dahi aşkın dünyasına vatandaş olmuş sayılmazsınız. Dünyanın da sizin önünüzde eğildiği yoksa. Dünyaya selamınız, aşkla selam, aşkla alışveriş bu yüzden ne bir fetih, ne ele geçirme, ne de kendini teslim etme: İhtimamı, ihtimamla bakışı, birbirinin sırtını örtüşü, kusurlarını kapatışı, yanlıştan yağma çıkarmamayı çağırış, bir başka makamdan söyleyiş, o makamı bilinir kılış.

Aşka teslim oluş, intikamdan, öfkeden, hatta bir anlamıyla adaletten yani kısasa kısas adaletinden karşılıksızlık ahlakına geçiş de. Adaleti bırakmıyorsun. Adaleti adalette bırakıyorsun. Kendi sorumluluklarına dönüyorsun. Kendi sorumluluklarında boğulma, hatadan ders çıkaran için söz konusu değil. Girdaba atla, boğulmazsan kurtulursun, doğru, ama çağrı bu değil, çağrı burada değil. Boğulmayı göze alanı takıntılı görmeyeceksin. Girdapta dönene el uzatırsan kapılırsın belki. Seyredersen, kurtuluşu da seyredersin, boğuluşu seyeredebilecek oluşun kadar.

Ağır olan bir zulme nesne olma ihtimali değil, zalim olma, zulme nesne oluşturmadır. Zulme olan istidatından anlayış çıksa bile bir gün, anlayıştan çıkarış da çıkar. Yani zulme özne oluştan çıkarsın ama, zulme nesne oluşun ruhundan çıkışları başkalarının ömür  meselesidir. Onların kararlarının ve hayatlarının aşkla bakan öznesi olamazsın.

İnsanın nesne veya özne oluşu dilbilimsel, analitik bir konum, birbirinden kopuk oluş halleri değil. Aşka nesne oluş, edişteki nesne halinden şikayetçi olamaz, en azından her daim, zulme nesne oluşun nesnesi ise şikayetçidir, en azından, çoğu kez. Öteki, başkası, öbürü itici kakıcı bir dünyanın kavramları değiller. Perspektif, perspektifler bütünü değil.

Aşk kapıyı çaldığında, insanlığın, oluşun, hakikatin kapını çalıyordur. Ufkunda değişen bir şey yoksa, tepeden tırnağa dönüşmüyorsan, geriye hep buruk bir tad, öfke, kin haset, intikam duygusu kalıyorsa kapını aşk çalmamakta. Aşk mecazi olmayan anlamıyla kapı da çalmaz zaten. Aşk kapındır Kardeş.

Kapında birisi var, hayat var, kuş var, rüzgar var, sevgi var, zulüm var, cıvıltı var, serzeniş var farkediyorsan yeterince açıksın zaten.

Kuzunu arıyorsan ya çayıra bakacaksın, yada  kebapçının fırınına. Aşkı arıyorsan, kendine bakacaksın ve ne kadar oluşuna açık olduğuna.

Aşk zaten her daim yenidir, tazedir, diridir. Bakmayınca solan bir bahçede fidandır Aşık. Kuraklık da göğüslenir, dolu ve sel de. Ayakta duruş kök, toprak, dal ve yaprak, bir uzanış, rüya, doğa ister. Ayakta duruş, başkalarının ayakta duruşunu da ister.

Aşkın dünya talebi de vardır, her gün yeni bir şey söyleme talebi de. Bu yüzden.


23 Temmuz 2011 Cumartesi

Adam Olamayan Aşık Olamaz, Aşık Olamayan Adam Olamaz!

Aşkı haketmek, aşıklığı haketmeden sonra gelir.

Aşkın aşığa dönüşü, oluşun tevazuya dönüşüdür de.

Aşkın aşığa dönüşü, maşuktan gelen bir hareket değildir.

Kendine saygının, kendisini ayaklar altına alabilişten geçmesidir.

Bir tevazu olarak saygıdır, kendine saygı.

İnsanın kendisine saygısı, artık kendisinden ibaret olmayışın kapı aralamasıdır.

Başkalarına olan bitenle, başkalarının kaderleriyle kardeşlik kuruşun kapısıdır aşk.

Ne adam olarak yola çıkarsın, ne de aşık olarak adamlıktan ibaret olursun. Aşk da adamlık da ömür ister, karar ister, başka türlüsünü yapamazlık ister.

Gerisi kader, kısmet ama bir o kadar da emek, çırpınma, kibri lağıma dökme, burun sürtme; yanlış ile yaşamayı yani yanlıştan öğrenmeyi öğrenme; başkalarını öncelemenin silikleştirmediğini, alçaltmadığını, yükseltmediğini ama insanın kendisine giden yol olduğunu farketme işi.

6 Mart 2010 Cumartesi

Aşk'ın Kendisine Yönelmesi


Aşkın insanın kendisine yönelmesinin narsizmden açıklanabilirliği yok, her dile getirilmesinde.

Mesnevîde dikkati çekmez ama, aşk aşıka geri döner. Kendisine aşk olarak, kendisine sevgi olarak, kendisine saygı olarak. İhtimam'ın duruşumuz olması da demek bu sonuçta, tezahürde. Tezahürü küçümsemeyin hemen, göründüğün gibi ol'u unutup.

Aşkın aşık'a yönelmesi sonuçlarıyla, getirdiği noktayla açıklanabilecek bir çevrim'in sonucu değil. Biteviye bir oluşma, iç alemli olma, eylemede içi dışı bir oluşa yönelmede kavranmalı.

Aşık aşkı kendisine de çeviriyor. Artık başkası var. Öncelediğimiz, dertlerini, dünyalarının varlığını kabullendiğimiz insanlık var.

İnsanın önemi, onunla iletişimimizin diskursif olmasında. Diğer varlıklara bile egoist ve ilkel davranışın kalkmasında insanla alakamız var.

Aşkla baktığımızda bir terbiyeyle, duruşla, kültürle, anlayışla da bakıyoruz: Ondan önceki insanlararası alışverişin üzerinde temelleniyor aşk.

Aşkla insanlığımız başlamıyor, başlayan insanlaşmamız kendi yerini keşfediyor. Bir ben oluş, iç alem geliştiriş aşkla kendisini buluyor. Sadece aşkla değil. Sadece aşkta değil. Aşk diyebilmek için insanın filizlenmesi gerek, tomurcuklanması, şekillenmekte oluşu, kendini değiştirebilme kapasitesine kavuşmuşluğu da gerek.

Aşkın aşıka yönelmesi aşığın kendisine de insan, feda edilmeyecek bir hayat, vaz geçilmeyecek bir armağan olarak bakması da. Bu kendini önceleyiş demek değil, kendini önceleyişten vazgeçmiş kişinin kendisine de bir insan olarak bakması. Başkalarına hoşgörüsünü kendisine de yöneltmesi, mesela. Bu yöneltmede sorumluluk kaybı yok, tersine, ders çıkarmışlık, hatalar ve kayıplara hayıflanmaktan tecrübeye, daha iyi bir insan olmaya bilinçli yönelme söz konusu.

Bir yerde başlayıp bir yerde biten ve kendi başına gelişen bir hal değil, insanın insanlaşması. Bir çok düzeyde, katmanda, gelgitte cereyan ediyor. Bir çevrim bir noktada başlayıp başladığı noktayı doruk edinip bitmiyor. İnsanlararasılık sayısız başlayan ve biten, süren ve dönüşen alışverişlerle, süreçlerle gelişiyor mayalanıyor, yeşeriyor.

Aşkın aşıka dönmesinin bizim geliştirmekle yükümlü olabileceğimiz bir başka anlamı da Aşk'ın maşukun aşkı olarak geri dönüşü. Nefret olarak bile dönseydi aşk'ın dönüşü olurdu ama aşk olarak dönüşü olmazdı.

İnsani alışverişin en ayrıştırılmış ve iyi tanımlanmış biçimleri bile gerçeklikte sayısız birbiri ile alakalandırılabilecek alakalandırılamayacak alışverişlerle, katlarla, dokular, lifler, halatlarla dolu.

Aşk aşıka çeşitli biçimlerde geri dönebilir. İnsan oluştaki en önemli çevrim ya da çember bir kendisine yöneliş, anlayış, kavrayış olarak. Ancak aşk üzerine daha kapsamlı düşünebilmek için, aşkın maşukun aşkı olarak geri dönmesini de ele almak durumundayız. Aşk tekyanlılığını vurguladığmızda dahi bir intersubjektivite (öznelerarasılık) sorunu. Aşk toplumsallığın toplumsallıkta ifadesi. Tek ifadesi değil, ifadelerinden.

İnsanlararasılığa baktığımızda insani alışverişin ve iletişimin her yöne ve her yönden sayısız boyutta ve biçimde sayısız tarihsellkten ve zamandan alışverişine bakıyoruz.

Bir bebeğe şefkatle bakan yada tıslayan bir kedinin, dünyanın binbir halinin ve boyutunun, diğer insanların aralarındaki ilişkilerin etkisinin katkısının unutulması demek değil, aşk üzerine düşünmek. Doğayla olan, etrafımızla zaten baştan beri var olan ilişkilerin bizim ya da başkalarının merkezinden kaçmasının, insani bir bilincin de ifadesi aşk. Ben'in ya da tabi olunan ben'in merkezinden çıkışın içinde ben olmamız, kişilik ve bireysellik geliştirmemiz de demek bu rakip sanılan bir başka deyişle.

Aşka rakip açıklama tarzları da mümkün olabilir, ama aşka rakip olarak değil.

Herşey aşkla başlamıyor ve bitmiyor. Edindiğimiz her şey aşktan sonra bize gelmiyor. Aşk herşeyin arasında, herşeyin ortasında (kimseler farketmeden çoğu kez) derisini atmada, kabuğunu kırmada.

10 Şubat 2010 Çarşamba

Kavl Meselesi

Aşkta taraflar, tekyanlılığın yerini karşılıklılık almaya başlayınca kendilerinden bekleyebileceğimiz, niteliğinden kaynaklanan meşruluk iddiası da taşıyan beklentiler içine giriyorlar; bazı önkabul ve (felsefî anlamda dikkate şayan) önyargılara başvuruyorlar .

Karşı tarafa güven, karşı tarafın bir duruşu taşıdığı önkabulü aşık’ın eyleminin desenine, çiçeklenişine omurga oluyor. Bir beklenirlik, beklenebilirlik, bazı kurallara uyuş, karar vermişlik, sözünde dururluk karşı tarafa yazılıyor.

Aşkın tektaraflı halinde maşuka tereddüt, sırt dönüş, kadirbilmezlik yazılabilmesi aşık'ın naivitesinin (cahilliğinin) eseri değildi. İnsan bilgisi, tecrübesi ve ahlâkının arifane ve edebî bir karikatürü ile karşıkarşıya idik daha çok.

Tecrübe, hayat bilgisi, kavramın kendi sınanmışlık tarihi ve mirası insanın kendine güven kurma çırpınışında hassas ama temkinli, kırılgan ama daha geniş bir bütünleşme sürecinde olgunlaşmaya açılıyor, hakikatte.

Aşık'ın aşık ahlâkından, karşılıklı aşka ilerlemesinde ilk dikkat çekici fark karşılıklı beklentilerinin söz konusu olması.

Aşık karşı tarafa sınanmalar öncesi de güveniyor, bu aşık olarak maşuk için de geçerli. Kuşku ise bir azap.

Maşuk da aşkta taraf. Aşkın bihaberi, yalnız sultanı değil artık. Karşılıklılık saltanatın gölgesi, şartı, muhakeme alanı gibi.

Detaylandırmayı, (aşkın) kavramların(ın) her yönünü kurcalamayı şimdilik ihmal ederek acemi, tecrübeli, sınanmış, sınanmamış her duruş sahibinin benzer kalıplara uyduğuna dikkat edelim.

Güven temkinini bırakma sınırına geliyor, hayatının ipini karşı tarafın eline bırakarak tırmanıyor aşık bir bizoluş’ta, karşılılıkta, ahlâk ipiyle inilmiş hukukta. Kendisinin sevilmesini beklemeyen, sevildiğinden daha fazlasını addediyor artık.

Güven karşı tarafı tanımışlıkta, tanımamışlıkta, tecrübeden bakmada, tozpembe bir ufukta yolunu kaybetmişlik halinde, ilk elde hayat ipini başkasına verebilme işi. Sırtını dönebilme, sırt verebilme.

İp koptu muydu olacaklar belli, belli ama, karşı tarafın sınanmasından daha büyük bir heyecan kendi güven hayatını yaşamak. Güven yitirmekle sonuçlanacak olsa da güveni yaşamışın, güvenmeyi yaşamışın güveni yitmesinden konuşabiliriz artık.

Tecrübe tüm durumlar için tecrübe değil, tecrübeye açıklık hali demiştik defalarca, Gadamer'e de göndermede bulunarak. Tecrübe, hem başkalarından öğrenmeyi içeriyor hem de kavramların ve insanlık hallerinin tarihi gelişmişlik ve şekillenmişlikleri içinde kendini sunabiliyor.

Aşk praksisinin en naif hallerinde bile bir kavl, söz vermişlik, paylaşılan bir normativite devreye giriyor. Beklentilerimiz bugünün populerkültürel kültürsüzleşmesinde kayıtsızlaştırılarak ve egoize edilerek pıstırılsa ya da azdırılsa dahi her daim devreye giriyor. Kavramın demeyelim, kavrayışın, praksisin, hayat bulmanın her canlanışı, ete kemiğe bürünmesinde, insanî ilişki olarak devreye girmesinde karşı tarafa ve ilintililiğe bir norm yazılıyor. Bu normativite bir tehditden çok insanlaşmanın şemasını ele verişi.

Kuyuya inerken çıkrığa ve çıkrığı tutan ele güvendiğimiz kadar, kendimize de güveniyoruz. Çaresiz kalmayı göze alabilecek bir başka çaresizlikle belki, inerken.

Kuyuya bin kere inmiş, bin kere ipi kopmuş, bin kere çıkrığı dağılmış, çıkrıktaki eli bin kere yitirmişin tecrübesi, şımarıkığı ya da tevazusu ile değil, o güne kadar yaşadıklarımızın o günden sonrakilere dayanak olacağı umudu, temennisi ile. Temkin tereddütün tevazusu, arifanesi, kaderine açıklığın, risk alabilirliğin, razı olabilirliğin inisiyatifliliği. Risk almadığımızda rolumüzü, kendiliğimizi yitiriyor gibi oluyoruz, risk aldığımızda kendimizden olabilecek olsak da rolümüzden olmuyoruz. Riske atarak azanmak durumunda olduğumuz öncelikle kendi anlamlanışımız.

Kuyuya bin kere inmiş olan bile aslında, her kuyuya inişin, her doruğa tırmanışın, her yeni halin yeniliğini, farklılığını bilir. Hayreti şaşkın işi olmasa da, şaşkınlığın kaçınılmaz olduğunu kabul edebilmenin tecrübesindedir. Hale razı oluş yapılacağı bulma çabasının içinde oluştur da. Eşiğe takılmak veya dar kapıdan geçmek suratına çarpılacak kapısı bile olmayana zorlayacağımız fiiller değildir.

Acemilik her daim hakim yanımızdır. Tecrübe en aceminin de, en tecrübelinin de açıldığı sonu gelmez ufuktur. Tecrübeli insan kaşarlanmaz, hayatını eskiterek yeniler. Bilgelik, olgunluk hep yeni oluştur, masum kalıştır. Söyleyeceği yeni bir şeysiz kalamayıştadır.

Bilgelik aktarılır. Tecrübe edinme aktif bir çabadır. İnsan olma çabalamalarının çoğunda tecrübenin, toplumsal tarihin, insan oluşun toplumsallığının temelleri verilidir. Sona götürücü, sonlandırıcı anlamıyla değil, hale açıcı, insan(lıkta) tutucu anlamlarıyla.

Her ilişki ve alâkada bir kavlden yola çıkıyoruz, farketsek de etmesek de. Verilmiş söz, aşkın sözü, sözün sözü, yükümlülüklerin sözü.

İster kalubeladan, levhimahfuzdan ister başka bir noktadan dilin dünyada şekillenmelerinden yola çıkarak temellendirelim, hayat dünyamızın diskursivitesi bir söz vermişliği insanî praksisin hamuruna kaynaştırıyor.

Nereden başlatacağımız konusu sadece teknik bir mevzu, söz ilk ele alındığı şekliyle diskursiv, dilsel olmayabilir, ancak kavlin de her anlamıyla diskursif olmadığını bilerek.

İnsanî bilgi, kavrayış dünyalılığı, zaman ve mekanda yerleşikliği, faniliği ve sınırlılığı, diskur(lar) içinde konuşmayı öngörüyor. Üzerine bilerek, kavrayarak konuşulamayacak olan üzerine nasıl konuşulacağını konuşmayı yasaklayabilecek, gereksiz kılabilecek bir cehaleti şart koşan bir insan marifi ve marifeti yok.

Bir yerden bakarsak bir söz vermişliği, bir başka yerden bakarsak (diskursiv anlamıyla değil!) bir sözü, bazan birinden birisini bazan ikisini de öngörüruz, her insana, eşyaya, hale, duruma yöneldiğimizde (insan) yüzümüzü döndüğümüzde, eylediğimizde ve eyleştiğimizde yani birbirimize güvenerek sırt dönebilmenin hukukuna açılabildiğimizde.

Cahilin arif, arifin cahil kadar önkabulleri var. Eylediğinde öngörülen, yazılı, kazılı olan var. Bu yazılılık, kazılılık insani praksisin otomatiği, değişmezliği, üzerinde çalışılamazlığında değil, hergün yeni bir şey söylerliğinde, insiyatifliliğinde, eylerliği ve işlerliğinde yazılı, kazılı.

Kaderi özgürlük, özgürleşme olan insan deseydik de bunları kastederdik. Hürriyet inderminizm gerektirmiyor diyenler de haklı. Kimin ne dediği, ne kavramda, ne yaftada. Kavramla konuşuluyor, ama, anlayışla anlaşılıyor, anlayışla anlatılabildiği kadar.

Kavl meselesi yalnızca aşıkların sorunu değil, arada bir geri dönüp üzerine düşüneceğiz.

(bitmedi, düzeltilmedi, yanlışlar, tekrarlar olabilir, iş güç arasında kaleme almaya çalıştım, olmadı. Üzerine çalışılacak bir not olarak okunmalı. Efendim.)

17 Ocak 2010 Pazar

İpni Kopar: Aşık Ol!

Aşık ol, ipini kopar! Bırak çıkarını, kârını, ipini kopar! Onun açısından bak, bunun açısından bak! Kendini başkasından, başkalarından seyret, ipini kopar!

Keyfinden kop artık, yapman gerekeni yap!

10 Temmuz 2009 Cuma

Bir Eksiklik Olarak Aşk


Aşkın yolu, aşk okuyarak dokunmuyor. Aşk okunacaksa, ancak bir eksiklik olarak okunabilecek bir şey.


Aşk hiç bir zaman için tamamlanmış, sunulmuş, verilmiş bir kavram değil.


Verililiği bir eksiklik olarak verililik.


Aşk bir terbiye. Terbiyeden ibaret bir şey değil aşk. Aşkın göğüs kafesi, belkemiği terbiye. Bir duruş, diklik istiyen bir omuz düşüşü.


Terbiyesi, kavramlarını buluşu, aşkın duruşlarını yakalayışı, ötekisinin olması, başkalığın önünde eğilebilecek kadar kendisi olabilmeye yatkınlığı var Aşık'ın.


Kavramlarını buluşu, aşkın tanımından yola çıkış, mantığını buluş değil, yeni bir şey söylemeye açılış. Sevilecekten de sevilmeyecekten de insan çıkarma, maşuk çıkarma.


Aşkın mantığı elbette var. Fiziği, kimyası, coğrafyası da. Üzerine konuşulabilirliği de. Bu aşk ne aşık çıkaran aşk, ne de pişen bir çorba. Bir genel anlayış, kavranan, ama kavrandığı anda eskiyen.


Yeni bir şey söylemek, söyleneni yok saymak değil, onu canlı tutmak, genişletmek, bağlamak, bütünleştirmek, anlatılır kılınamazsa da her daim anlaşılır kılmak.


Aşkın anlaşılır kılnması, hayatın akışı içerisinde bir hakikat olarak, eksiklik, lütuf, letafet olarak vücutlandırılması, sınanması değil, kendisiyle sınananlarca açılması.


Sınanan, kepazeliğe de, körleşmeye de, kendini aşmaya da razı. Sınanan aşk, aşk değil, bir kavram, bir anlayış. Aşkla sınanan, aşkı vücutlamaya çalışan insan. Bir sınanmaya açıklık olarak. Bir praksiste oluşarak kavramak, kavratmak, genişlemek, ama kavramını da canlı tutmak, anlam, bağ bağlantı, hayat çerçevesi pişirmek.


Aşık, kavramı alıp uygulamıyor. Etrafta iyi ne varsa soyutlayıp kılavuz olarak kullanmıyor. İyiden güç alıyor, iyi olma nedenini diskursif olarak temellendirebiliyor. Ama eksiklikleri, hoyratlıkları görerek, aşık olmaya yatkın olanı da olmayanı da maşuk ediniyor. Sevileceği, hazır olanı değil, olmayanı sevebiliyor çoğu kez. Adım adım. oluşa oluşa. Oluştura oluştura.


Oluşturan? Aşkın toplumsallaştırıcılığı, toplumsallığı, alışverişi, eyleyişi, eytişimi.


Aşk bir alışveriş. Eleştirel bir alışveriş. Cebelleşme. Kurma, kurulma, olma, oluşturma.


Maşuk eski şiirde epeyce işlenmiş vefasız, haspa, uçarı olduğunda, aşk bir anlamıyla karşılıklı değilse mesele yok. Aşka cevap verse böylesi bir maşuk lütuf olur. Ama lütuf olan aşk, latif olmaz. Rakibi handan eden, şizoid, narsist, ürkek, korkak, kırılgan, biraz teşhirci, ilgi delisi maşuk, lütfuyla vezir eder, haliyle rezil eder.


Rezil olmak aşıkın işi. Kaçmaz. Kaçınmaz. Tükenmekte de kendini bulur, ufkunu genişletir, insanlaşır.


Aşk karşılıklı oldu muydu mesele olur. Pratik bir hayatta tematize edilir, gündelik sınanmalarda, ortak duruşlarda sorun çözümlerinde, ortak nokta bulmalarda. Aşk, cebeleşerek vücut bulur. Ama insan zaten vücutluysa iş kolay. İnsanlar tamamsa az çok. Bu imkansız. İnsan hep yarım. İnsan hep yolcu. Hep fani. Hep arayış, didikleyiş.


Aşkın normal bir şey olduğu bir dünyada dahi iş zor. Aşka tuzlu, kurak gelen toprakta daha bir çırpındırıcı.


Aşk umutsuzca umutlanış. Şıpsevdiliğin kültüründe iş zor. Ama örnek bulamadıklarından değil. Karşı oldukları şey bir hayat dünyasını yeni baştan dayayıp döşemek gibi bir şey. Desteksiz, köstekli, itip kakılmalara rağmen ve itip kakarak, yıpranarak, yıpratarak.


Aşkın da, insanlığın da yarısı kültür, başkasına saygı, temkin, hatayı düzeltebilme, öğrenmeye açıklık, fedakarlık, incelik, uygarlık (kapma, koparmadan farklılık olarak). Aşkın saygı gördüğü, dayanışmanın, anlaşmanın koklaşmanın, orta noktanın (orta yol değil, konuşmanın orta noktası)önemli olduğu bir toplumda anlaşma, koklaşma da kolay. Şerh, eleştiri daha hafif, daha uysal.


Sosyal patolojinin hüküm sürdüğü bir toplumda, aşık olmak, hayat tarzı tutturmak, bu aşk karşılıklı ise neredeyse yeni bir toplumsal model önermek kadar kökten bir didinme istiyebilir. İdeolojiyle, ezberle, deforme sosyal kurumlarla, çarpıtılmış anlaşma kanallarıyla, semiotiğe dönüşen toplumsal semantikle, gramatik farklılaşmanın geri çekilmesi ile.


İki aşık. Birisi aşık. Öbürüsü lütufkâr. Majesteleri. Lütuf ukalalığa dönüşmedikçe, ezmedikçe, iteklemedikçe ve lütuf olarak algılandıkça bir lütuf. Ama bir lütuf olarak aşk, aşk değil. İlk elde dışardan bakana. Sonra, haksız hukuksuz bırakılıyorsa aşığa.


Kırılma noktası burada hep beraberlik. Burada aşk, bir bireyin oluşumundan, kendisini bulmasından çıkıyor, bir interaksiyona dönüşüyor. Toplumsallaşmaya, hatta toplumsallaşmanın kanallarından birisi olmaya dönüşüyor.


Akta her zaman bir toplumsallaştırıcılık var, başkasının önünde eğiliyorsun, onu keşfediyorsun, ondan kendine bakabiliyorsun, onla kendini düzeltebiliyorsun.


Karşılıklılık oldu mu aşk, sosyalizasyon sürecine, interaktif bir praksis olarak diskura, bilinç oluşturma düzeyine daha açık seçik bir biçimde yerleşiyor. Konuşma, tartışma, eleştirel iddiasallık bir hayat/hayat biçimi eleştirisi olarak aşkı çıkarıyor karşımıza.


Eksik gördüğünü tamamlamaya çalışıyor Aşık. Aşıklarsa kendilerinde eksik gördüklerini, yani interaktif kürelerinde eksik gördüklerini bir hayatı değiştirme praksisi olarak geliştiriyor.


Kapışma, tartışmaya kapalı aşıklar bu işi zor becerir elbette. Ama aşk bu, insanı demokrat da yapar, yerle bir ederek, küllerinden de doğurur.


İnsanlar, etraf nasıl yapıyora bakarak özel hayat geliştirmiyorlar. Belli bir hayat tarzından, şu ya da bu anlamıyla emancipe oluş ya da olmayıştan, şu ya da bu anlayış ya da anlayışsızlıktan yola çıkıyorlar. Hep yola çıktıkları bir duruş, nokta, tarz olacak. Uyum, uyumsuzluk.


Ancak, yaptıkları bir mühendislik, tasarımcılık değil. Çözüm bularak. İleri geri aranarak. Hayatta kendilerini destekleyen arkaplanlara sırt vererek, işlemediğinde eleştirerek, eleştiri tutmadığında kendilerini gözden geçirerek bir şeyler yapıyorlar.


Aşıklık entellektüellik değil. Bir ahlakı olmasına rağmen, vazife işi değil. Vazifesini bilenin işi olmasına bir itirazım yok. Aşk gönüllülük işi .Temellendirilebilir, evrenselleştirilebilir, tartışılabilir bir gönüllülük.


Aşkın praksisi ise entellektüel, diskursif, interaktif. Konuşmadan kaçınmayacaksın. Ukalalık etmeyeceksin. Söylediğini kastedeceksin, kastettiğini söyleyeceksin. İnsanlığından olmadan, başkalarını çiğnemeden O'nu önceleyeceksin. Öylesine önceleyeceksin ki, insanlık için yapabildiklerinin sınandığı yer, gelişen insanlığının kaynağı, kucağı olacak aşk.



(uykum geldi, eksik bırakıyorum:) zamanım yetmedi maalesef. yarın çok iş var. üstelik, aşksız, insafsız, iitip kakmalı bir dünyada:) online yazıldı, düzeltilemedi...)






12 Mayıs 2009 Salı

"Onu Gördüm Dünyam Değişti!"

Daha önce görmüyordum.

Daha önce görmemezlikten geliyordum.

Daha önce göremiyordum.

Daha önceleri görmek işime gelmiyordu.

O ayırdedilir bir insan. Farklı bir insan. Farketmeden geçemeyeceğim, uyuklayan farkındalığını ayağa kaldıran bir insan.

O işime gelen bir insan. İşime gelen zamanda, işime gelen özellikleri yazabileceğim, yanında sancısızca, eski halime dönme opsiyonunu yitirmeden değişebileceğim bir insan.

Dünyaya bakmam gerektiği gibi bakamıyordum.

Şimdi dünyaya bakmam gerektiği gibi bakamıyorum.

Büyülendim. Geri alabileceğim özellikler yazdım. Kapıldım gidiyorum.

Ona esirim. Herşeyi riske atabilirim. Lolipopumun rengini bile değiştirmem onun için, ama çok değiştim.

O ne yapsa hoş görürüm.

O ne yapsa aynısını yaparım Hatta daha beterini. Görsün gününü.

O çok farklı, beni farketmediğim bir dünyanın eşiğine getirdi.

Eskisi gibi değilim. Çok değiştim. Değişmek üzereyim ama, ne olur ne olmaz, diğer imkânları elimden çıkarmıyorum.

Onu çok seviyorum, ama, ...

O ne derse yaparım, ama, değişmek çok zahmetli, kariyerimi de düşünmek zorundayım.

O bana uymalı ama. Hem ne kadar yetenekli, başka şeyler yapsın. Bana ne. Bu benim tek şansım, sadece o varmış gibi hayatta, tek ata oynayamam.

Ay ağzımın içine bakıyor, sıkıldım ya.


Ay bana baktığı yok, aşık usandırıyor ya.


Ay gözü hep dışarda, bıktım ya.

Birisini gördüm bugün, sen olmasaydın mutlaka onunla olurdum.

Ya çekip giderse. Ya başkasını bulursa.

Sandığım gibi değilmiş. Evdeki bulgurdan olduk.

Sandığım gibi değilmiş. Bak ne kadar popüler.

Önceleri kimseleri sevmemişim. Önceleri sevmeyi bilmiyormuşum. Önceleri gerçekten kimseyi sevmedim, sevgi dolu bir insan olduğum halde, işim vardı, koşuşturmadaydım. Sevebileceğim bir insanı bekledim, Hep aldatıldıım, yalanla yaşamak istemedim, şıpsevdi değilim.

Onu gördüğümde, "İşte Bu!" dedim. Gerisine önem vermedim. Evli mi, nişanlı mı, bir seveni var mı, karaktersizin teki mi aldırmadım. Evdeki ne der düşünmedim, yok, garantilemeden konuşmadım, sonra ayrılacak bahane aradım. Yok yapayalnızdım, hayatımda kimse yoktu.

Paçadan daldım, dalmadım, başka birisini seviyor sandım mesafeli davrandım, böyle birisi olsa hayatımda dedim, ama çok acı çektim, onu seveni gördüm çok beğendim, onu seveni gördüm içimden boğazlamak geldi.

O çok iyi bir insan. Onla olmam etrafımdakileri çatlatacak. Kariyeri etrafımdakileri perişan edecek. Egoist diyorlar ama, herkes kendini düşünür. Hiç de bile, benim gözümde o... hık mık.

Arkadaşı olduğunu bilmiyordum. Söylememişti. Evde bir başkası beni beklerken ona güzel görünmeye çalıştım. Hayatımda başkası olduğu için ona yüz vermedim, buna yanıyorum, bunu yaptığım için kendimle gurur duyuyorum. Aa, kaçırılır mı? Aa, yangından mal mı kaçırıyoruz?

Onu çok beğendim. Adresini, telefonunu aldım. görüşüyoruz. Evdeki? Farketmedi, bana güvenir, yanında görüşüyorum. Kaptırır mıyım kimseye. Tabii ki kimseyle tanıştırmam.

Onu çok beğendim. Ne kadar değişik ve tatlı bir insan. İçim ısındı. arkadaşlarımdan birisi onu ne beğenecek, ilk fırsatta tanıştırayım.

Sandığımdan daha kapasiteli çıktı. Manyağın tekiymiş. Ya elimden kaptırırsam. Yedeklemem lazım. Kurtulmam lazım. Ona dünyayı dar ederim. Burnundan getiririm. Elimi sallasam ellisi. Bıktım artık. Onsuz yapamıyorum. Pişman olacak!

...



Öyle ya da böyle. Hatta hiçbirisi.

Bir kitap okumakla, bir insan görmekle dünyalar değişmez.

Siz o dünyanın zaten bir parçasısınız. İçinde yetişmektesiniz.

İçinde ölçülen, biçilen, belli tarzlarda yaşanan, belli tarzlarda isyan edilen bir dünyada.

Özgünlük dünyayı, hayatı, geleneği, insanı bilinebileceği kadar bilen ve her yeni durumun, an'ın bilinmezliğini kabullenen, eyleyen, değişen, sorumluluğunu asla başkalarına delege atmeyen ya da yıkmayan insanın mütevazı, sınırlı sonlu, yanılabilir, eleştirilebilir, insaniyete hesap verebilir hallerinin meyvesi.

Sevdiniz, çarpılarak sevdiniz, önceden sevmediniz ama şimdi hayatınızın aşkını buldunuz, anladık, ama, kendinizi hiç karşı tarafın yerine koydunuz mu? Onu onun için beklediniz mi? "Kendinizden" bir ölçüde de olsa vazgeçebildiniz mi? Geçtiniz diyelim, kendiniz miydiniz ki? İnsan başkaları ile alışveriş içerisinde kendisi oluyor. Siz, "size özel rüyalarınız"dan mı bahsediyorsunuz, başkalarının bir biçimde iteklendiği? Kendinizden geçmiyorsunuz, toplumsallaşıyorsunuz sadece. Fedakarlık sandığınız insanlarla ilişkinin küçük bir parçası.

Ne aldığınıza mı bakıyorsunuz? Sadece ne verdiğinize mi bakıyorsunuz? Tamam iyi de, bu aşk mı?

Birisini görüyorsunuz vuruluyorsunuz. Bu fena bişey değil. Bundan öncesi ve sonrası nasılsınız ey İnsan?

Eğer bazan kendinizi başkalarının yerine koyabiliyorsanız, hesaplı fedakârlıktaysanız, pazarlıkla "taviz" koparabiliyorsanız, en fazlasıyla "empati yapıyorsunuz" demektir. Yani sizin hesabınızda kitabınızda, anlayışınızda, ruhunuzda, ufkunuzda olmayan bir insanın yerine koyuyorsunuz kendinizi, onca hesap kitabın arasında. İnsanlık, sizliğiniz'e baştan katılmamış, insan sizden konuşamıyor. Bazan, duruyorsunuz ve insanlık yapıyorsunuz. Oysa, insanlık kişiliğin, bireyselliğin, birey ya da kişi olmanın tavrında, duruşunda, hamurunda, çamurunda.

Önünüze geleni sevmek zorunda değilsiniz. Şıpsevdi olmak zorunda değilsiniz. Seveceğiniz birisi karşınıza çıkmamışsa sevgisiz değilsiniz. "Çarpıldıysanız", ille de aşık değilsiniz. Evet, belki bir anlamıyla. Kıyısından, köşesinden.

Aşkın kültürü, başkalarının varlığını kabul edişin kültürüdür. Öncelik verişin. Aşk ne egoist işidir, menfaatte/menfaate yatar, ne de kendisini unutuşun, kendisine karşı sorumsuzluğun onaylatılmasındadır.

Aşık, evet, diğerkâmdır, ama bu, kişilikli bir insanın, hayatı olan bir insanın başkasına öncelik vermeye açılışıdır. Sanıldığı gibi kendisini unutmaya değil, bulmaya açılır. Karşılıksız, pazarlıksız, çıkarsız sevgi, kendindeki sevgiyi, öncelik verebilmeyi, hesaba tüm insanlığı, kainatı, hakkı hukuku katabilmeyi sevmeye de açılıştır.

Aşık, sonunda kendisini de severse, aşkı severse, insanlığı severse aşkın kıvılcımı görülür hale gelir.

Sevmek ne işgal, ne kapıp koparma, ne de kendisine ayırma işidir. Birisini delicesine sevmeden de sevgi dolu, aşk sahibi olabilirsiniz.

Çölde kayboluş da aşk yolunda kayboluş.

Toplayacağınız meyve başınıza düşebilir. Ağaçtan yere çakılabilirsiniz. Gölgesi birilerini serinletecektir yine de. Meyvesi, kurda kuşa, börtü böceğe, insanlığa mirastır.

Toprağınızda hayat yeşerecektir.

Sevin, aşık olun, ama sakin olun, talan etmeyin, haramilik etmeyin ey insanlar.

Sevince herkes için, insanlık için, kainat için sevin.

Sahip olmak istemediğinizi de.

Ve başkaları için de sevin.

Hakiki aşk adildir dünyasına karşı.


Bir ahlâkı, hukuku, bilgiyi, bilgeliği, oluşu, oluşmayı, önemsemeyi konuşur Aşık.

Onu görünce dünyan değişmeyecek. O o değil. Dünyan dünya değil, çoğu kez.

Tasalanma. Kendinden, insan olmaktan, insan olarak/insanlaşarak kendin olmaktan vazgeçme. Kendinden bu şekilde geçiş sadece bir eğretileme.

Sadece kendin ol Ey İnsan! İnsanlar içinde bir insan. Hakiki bir insan! Kainatta, bir fani, bir aşk, bir açıklık, bir arayış, bir tevazu. Başkalarını ta başından işin içine katış. Hayat çiğnemeyiş.

14 Şubat 2009 Cumartesi

Aşk'ı Toprağa Verdiğimiz Gün


Bahçesinde gül yetiştirenlerin işidir gül alıp vermek. Bir dalını, "kaned"ini, alınterini, bahçe içindeki ve dışındaki hayatı, hayat akışını, hayat parçasını kendi elleriyle kundaklayıp uzatmak. Ürkerek. Ürpererek. Gururla. Meraklısına, selamlıyanına, komşusu olacağa. Yeni doğmuş evladını, henüz çilesiz süt kokusunu. Emaneti bilene. Emaneti bileceğe.

Ne gül kokusu bizim. Ne de gül. Itır, yaprak, dal? Bize. Bizde. Bizden önce. Bizden sonra.

Ne bahçe'nin sahibiyiz, ne de o bahçe bizsiz bahçe. Kim kime emanet, kimbilir?

Aşkı gömdük. Aşıklar yetiştiren kültüre kıç döndük. Esnaf sevindiriyoruz. Seviyeli birliktelikleri, sıradanlıkları, "kaynanam olur musun"larımızı gül ve çukulata kokusuna sarıyoruz.

Esnaf da bizim. Esnaflık da. Gül bahçelerine dikilen apartımanlar da.

Çölünü elinden aldık Aşık'ın, ama, aşık, her yer çöl, her yer çöldü der durur: Siz nerdesiniz? Siz neredensiniz?

O gezineceği çileyi, kaybolacağı yolu bulur, biz keseceğimiz yolu dahi bulamayız artık.

Aşık aşkta kayıp, dünya ufuksuzluğumuzda. Döneceği, kendi halinde bırakacağı huzurlu ya da huzursuz çorba yok artık. Dünya çalıdan da olsa ev değil.

Dünyaya dönüş, eve ya da evsizliğe dönüş değil, hakikate dönüş idi. Yol var, ama dönüşü yok, çıkışı yok. Gittiğinde de döndüğünde de kayıp olanın gidişi de dönüşü de kayıp. Hep yol, hep yol. Hakikatiyle çarpışamayan aşık, dünya hakikatini dünyaya yansıtamayan aşık.

Dönen bir eleştiri, bir hatırlatma, soru olarak dönmüyor. İçimizdeki ve dışımızdaki hayalet, kayıp, görünmez O artık, baştan sona.

Hakikat Sahibi olmak, Hakikatin Sahibi olmak değil, geçiciliğine, şahadetine, didinmene çırpınmana, kendi halinde oluşuna, göz ucuyla da olsa sahip çıkmalarına dön ey Göremeyen, Şahit Olamayan İnsan dese bir ses, hiç bir zaman için sıradan olmamış sıradanlıklarımıza döner miyiz?

İşimizde gücümüzde, ama tutkun aşıklar yanı başımızda. Bizim yerimize de, bizim için de.