21 Eylül 2011 Çarşamba

Çölü Seçmek

Mecnunsa da deli mi adam neden çölü seçecek? Zaten bir ayağı çölde olmalı. Terk-i diyar'ın, alıp başını gitmenin adı çöl olmalı.

Kalsa başı belada. Kalmasa nerede kalacak? Her yer parsellenmiş. Onun yurdu, bunun yırdu, onun evi, bunun evi, onun toprağı, bunun toprağı.

Çölü kapışan yoktu evvel. Çölde yol kavgaları, durak kavgaları, kaynak kavgaları az biraz süregitse de.

Çöldeki mecnuna yine de herkesin ihtiyacı olur. Yollarını kaybettiklerinde; azıklarını, develerini kaybettiklerinde. Mecnuna ilişilmemesi, ona insanların işi düşebileceği için de.

Tahtını bırakıp da yola düşen padişah neyi arar? Tahtını sanırım. Bahtını? Evet onu da.

Mecnun çölde Leylayı neden arasın? İçindeki tırmalayan altüst oluşu gezdirip avutmada.

Rahatı kaçmış bir insan içindeki bunaltıyı havalandırmakta, ayaklarını yormakta, zihninin yetişemeyeceği hızda huzur bulur gibi olmakta.

İlk sesli siyah beyaz Leyla ile Mecnun çeşitlemelerinden birisindeki ceylanlara vurulmuştum, küçüklüğümde. Mecnun bana dünyanın en güzel yerinde gibi gelmişti. Dostların arasında. Güneşin sofrasında. Özgür. Uzakta. Antalya çöllerinde -şimdi oralara kumsal, plaj falan diyorlar- yalnayak dolaşıp sınamıştım mecnunluğu, ceylanların ayaklarının neden yanmadığı beni bilim hayatına taşımış olmalı o yıllarda. Mesela, yani. Ayaklarımdaki yanmayı hissedecek kadar ayıktım.

Mecnun da ayık. Hatırlatmayacak yere gitmiyor ki. Ona da hatırlatmayan yerler yakıcı gelmiş olmalı. Ceylanlar ortak dostlar idiyse. Ceylanın gördüğünü görmek, elinden su içirenle ceylanla sudayken buluşmak şiirin bilmece, bulmaca, şifreleme, kodlama olmadığı zamanların işi.

Yarin elinden su içenle vahada aynı suyu içmek, aynı suyu öpmek, ayışığı altında bir dünyadalık şimdinin hakikat pestillerinin dünyası değil.

Alıp başını gitmek, ayak altından çekilmek, deli gönlü yol ile avutmak bir mecnununu bile tutamayan halka bırakılan yas, utanç, acı. Mecnunu giden yer, bereketi kaçmış yer idi eskiden. Yollara düşülürdü, gideni getirmek için. Giden deliyse, doluysa, oturduğu yerde avunamıyorsa, içindeki deryayı gölgede avutamıyorsa.

Çocukluğumun Osmancığında kaybolan delilerimizi, aşıklarımızı, dertlilerimizi, masumlarımızı aramaktan perişan olurdu halk. Onun için benim bir memleketim var Ey Talip!

Mecnunun çölde gezinişi gündüz gözüyse, dalgınlıktandır. Gündüz dolaşan, nasıl çölün güzel gözleriyle yoldaşlık edebilir ki?

"Başım alıp hangi yere gideyim, vardığım yerlerde buldu dert beni" derse Erenler, gidişin kaçış olmadığını biliştendir: Kaçan kim?

"İllallah!" eden ne dertten kaçar, ne de kurtuluşa. Uykusuzluktan, huzursuzluktan, hafakan bastığından. Yeni belalarda, acımayan ya da diş bilemeyen acımalar ya da diş bilemelerde kaderine açılır. Çemberi kırar.

Mecnunu çöle düşüren de kim? Leyla mı, dünya mı, dar edilen hayat mı?

Bir hayal kırıklığı olmasa, ait olduğuna ait olmadığını düşündürmese hayat insanın yolda işi ne?

Yolda aidiyetin, hapishanen seni bulur asıl Ey Talip! Güllerle beze aidiyetini, hapishaneni, derdini.

Bülbülün ölümü düğün dernek aleme. Şeddat'ın has bahçesinin hüznüne dayanamadı rüzgâr! Uzaktan yeryüzü cennetini sildi süpürdü derler, inanma! Sen denilen denilmeyene inan da önce, bir hakikatin olsun da, sonra ahkam kes dur hakikatin has bahçelerine dair!

Aşktan ve Gariplikten konuşamıyorsan, sus, dinle bülbülü kim kanar!


(Her zamanki gibi online yazıldı, düzeltilmedi, iyi geceler arkadaşlar, yoruldum çölünüzden, ilinizden, elinizden yav:))