Dedim ki etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dedim ki etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Nisan 2012 Cuma

Merhamet!

Merhamet eyleme gözlerimin yaşına. Spinozanın derdi folklorümüzün de derdi. "Benden nefret et ama bana acıma!" üzerine versiyonlar ne acımayı, merhameti yerin dibine geçiriyor ne de nefrete methiye düzüyor.

Aşkım ve Gururum. Acınası bir sürüngen olarak görülme korkusu aşığın kabusu. Gözyaşı, keder, iç çekişi iyi, şerefli ve haysiyetli oluşun ifadesi olmak zorunda. Maşukun gözünde dilençi olmakta tasavvuf devreye giriyor. Kibirin kırılması, kendine daha yüksek bir noktadan, insanlıktan bakabilme vazifesini de ediniş. Garantisi ve diploması olmayan, becerilerini en ufak bir duraklama veya duraksamada yitirebilecek olan, yitirişlerin kayba değil tecrübeye dönüşebildiği bir dünya.

Merhametten Maraz Doğar. Yerli kapitalizmin sloganıydı, toplum mühendisliğinin sol ya da sağ tüm kanatlarının ortak şiarı. Haksız da değil bir yerde. Merhamet hukuku da devreden çıkarır görünür. Hatanın tekrarlanma riskine suçsuz ama günahlı ortak oluş olarak da biçimlenebilir. Merhametin yadsınması merhametsizliğe övgü olduğunda ahlakın ve hukukun affedebilirlikten başlatılması imkansız kılınır, haklılık acımasızlığa, tarih yazımı tarihin şaşmaz akışı önermesinin teraneleşmesine kadar gider.

Tarihin Şaşmaz Akışı diye bir şey, evet hakikaten vardır. Ne akışın ruhban sınıfını, ne ezbercilerini şakşakçılarını tanır. Praksis dışında bir eyleme düşünme tarzı dışında hiç bir duruşa, iyiniyetli tembelliğe, ezbere acımaz. Praksisin de durum değerlendirmelere, hükümde acelesizliğe, eylemede tevazu içinde olmak, zamanı ve hayatı zorlamama kaydıyla kararsız kalmamalara ihitiyacı vardır. Karar'ın tecrübe ve hatadan dönebilirlik kapılarını tanımaya ihtiyacı, yatkınlığı vardır. Ezber düzelmeye açıklık olma kaydıyla taşınır.

Teorik Antihümanizm OlarakAcımasızlık Kıyamet Mühendisliğidir. Kıyametlerinin arafı olduğunu düşünmemek, sorumlulukları hafifletici gerekçelere ölesiye sarılmak egoistlik de değildir. Günah keçisi oluşlara katlanabilen bir soyluluk, fedakarlık, diğerkâmlık hayatların bütünlüğü, hakikatin kapsayıcılığı ve geleceğin herkese açıklığı anlamında bir tarihin şaşmaz akışına teslim olur. Tarihin şaşmaz akışı, tarihin o an sahibi gibi olanları da sırtından atacaktır. Bu intikamcı bir duygu da değildir çoğu kez, herşeyin yerli yerine oturacağını, temellerini bulacağını, yanlışların bağdatlardan döneceğini bilen bir düşünce geleneğine çekiliştir. Zıtların birliği ile de alâkası var  ama, uzatmayalım.

Merhamet eden Açısından Merhametlilik ölçü, had, hudud biliştir. Merhamet bilmeyen durmayı bilmez, frensiz, dizginsiz arabasını duvara sürer. Ulaşılmaz uzaklıkta ya da iki adım ötede siste saklı duvara. Merhamet kararını değerlendirmenin, sonucu görmenin, insana ve insanlığa şans vermenin olduğu kadar tereddütün de işidir. Tereddüt bazan korkaktır, bazan cesaretin, hakikate açık durabilmenin, eyleme ile doğruluk, hakikat, yerindelik, adaletin anlamı ve gerçekleşmesi arasındaki açıkların bilinciyledir.

Merhamete Uğrayan bir şans daha bulur. Hayatı söz konusuysa, bilinmezden korkmuyorsa bir şansı, bir şanssızlığı daha vardır. Hayatın ucu açıklığının bilinci sanıldığından yorucudur. Oflayan puflayan, yeni şans istemeyen hayat kaçağı değildir çoğu kez. Merhamet maşuktan geliyorsa bir lütufsa tabiyet ilişkisi daha ağır gelir. Aşkla tabi oluş, lütufun buyurganlığı ve tepeden bakışıyla zedelenir, incinir, tehdit altında kalır. Kendi yanlışıyla dahi bağımsızlığını yani gönüllülüğünü yitiren aşık gönül de yitirir.

Merhamet edenle edilenin birbirlerine yakın duruşları sorunludur. Tekrarlara da merhameti zorlar, tabilikle ömür boyu hatırlatıcılığı ile de...

Uzaklaşma Benden Öyle. Bir anlamıyla karşısında dik duramayacağından uzaklaşma, mesafe merhameti daha işlevsel kılar ama sınanmasını engeller. Merhametinin sınandığı insanlardan olmak, merhamet edilişle yaşamanın sınanması kadar güçtür.

Onu Uzaktan Sevmek Aşkların En Güzelidir çoğu Kez.


18 Mart 2012 Pazar

Âşk Yazıları

Onca terkediş, terkediliş, itişip kakışma, bencillik içerisinden süzülüp gelen âşk yazıları.
İmrendiren, özendiren saplantılar, esaret, tutsaklık.
Âşk, oysa, her daim gündelik hayatta, hayatla, hayattan.
Birbirlerinin sırtlarını örtüp alınlarındaki terleri silenlerin dilini, şiirini okuyamadığımızda yazı merkezli, yarım bir hayatla, ama yine de hayatta yaşamadayız.
Âşk fedakârlıkların, diğerkâmlıkların, üzerine titremelerin, önünde eğilmelerin, sadakatla suskun ve tesellisiz kalışların dilinde dile gelmelerde.
Güzel yazı yazanı ve yazılanı güller içinde kılmaz.
Güzellik hep sade olmasa da sessiz, sadık, düşünceli ve ince. Dokunulmadan, fark edilmeden gelip geçen.
Karşısında kör davrandığımız sanki hep maskesizliğin maskesi, incelik, üzerine eğilme, üzerine kapanma.
Kendini siper edeni çiğneyip geçiş. Bazan bir gelinciğe, nâr çiçeğine doğru hamle de olsa.

21 Eylül 2011 Çarşamba

Çölü Seçmek

Mecnunsa da deli mi adam neden çölü seçecek? Zaten bir ayağı çölde olmalı. Terk-i diyar'ın, alıp başını gitmenin adı çöl olmalı.

Kalsa başı belada. Kalmasa nerede kalacak? Her yer parsellenmiş. Onun yurdu, bunun yırdu, onun evi, bunun evi, onun toprağı, bunun toprağı.

Çölü kapışan yoktu evvel. Çölde yol kavgaları, durak kavgaları, kaynak kavgaları az biraz süregitse de.

Çöldeki mecnuna yine de herkesin ihtiyacı olur. Yollarını kaybettiklerinde; azıklarını, develerini kaybettiklerinde. Mecnuna ilişilmemesi, ona insanların işi düşebileceği için de.

Tahtını bırakıp da yola düşen padişah neyi arar? Tahtını sanırım. Bahtını? Evet onu da.

Mecnun çölde Leylayı neden arasın? İçindeki tırmalayan altüst oluşu gezdirip avutmada.

Rahatı kaçmış bir insan içindeki bunaltıyı havalandırmakta, ayaklarını yormakta, zihninin yetişemeyeceği hızda huzur bulur gibi olmakta.

İlk sesli siyah beyaz Leyla ile Mecnun çeşitlemelerinden birisindeki ceylanlara vurulmuştum, küçüklüğümde. Mecnun bana dünyanın en güzel yerinde gibi gelmişti. Dostların arasında. Güneşin sofrasında. Özgür. Uzakta. Antalya çöllerinde -şimdi oralara kumsal, plaj falan diyorlar- yalnayak dolaşıp sınamıştım mecnunluğu, ceylanların ayaklarının neden yanmadığı beni bilim hayatına taşımış olmalı o yıllarda. Mesela, yani. Ayaklarımdaki yanmayı hissedecek kadar ayıktım.

Mecnun da ayık. Hatırlatmayacak yere gitmiyor ki. Ona da hatırlatmayan yerler yakıcı gelmiş olmalı. Ceylanlar ortak dostlar idiyse. Ceylanın gördüğünü görmek, elinden su içirenle ceylanla sudayken buluşmak şiirin bilmece, bulmaca, şifreleme, kodlama olmadığı zamanların işi.

Yarin elinden su içenle vahada aynı suyu içmek, aynı suyu öpmek, ayışığı altında bir dünyadalık şimdinin hakikat pestillerinin dünyası değil.

Alıp başını gitmek, ayak altından çekilmek, deli gönlü yol ile avutmak bir mecnununu bile tutamayan halka bırakılan yas, utanç, acı. Mecnunu giden yer, bereketi kaçmış yer idi eskiden. Yollara düşülürdü, gideni getirmek için. Giden deliyse, doluysa, oturduğu yerde avunamıyorsa, içindeki deryayı gölgede avutamıyorsa.

Çocukluğumun Osmancığında kaybolan delilerimizi, aşıklarımızı, dertlilerimizi, masumlarımızı aramaktan perişan olurdu halk. Onun için benim bir memleketim var Ey Talip!

Mecnunun çölde gezinişi gündüz gözüyse, dalgınlıktandır. Gündüz dolaşan, nasıl çölün güzel gözleriyle yoldaşlık edebilir ki?

"Başım alıp hangi yere gideyim, vardığım yerlerde buldu dert beni" derse Erenler, gidişin kaçış olmadığını biliştendir: Kaçan kim?

"İllallah!" eden ne dertten kaçar, ne de kurtuluşa. Uykusuzluktan, huzursuzluktan, hafakan bastığından. Yeni belalarda, acımayan ya da diş bilemeyen acımalar ya da diş bilemelerde kaderine açılır. Çemberi kırar.

Mecnunu çöle düşüren de kim? Leyla mı, dünya mı, dar edilen hayat mı?

Bir hayal kırıklığı olmasa, ait olduğuna ait olmadığını düşündürmese hayat insanın yolda işi ne?

Yolda aidiyetin, hapishanen seni bulur asıl Ey Talip! Güllerle beze aidiyetini, hapishaneni, derdini.

Bülbülün ölümü düğün dernek aleme. Şeddat'ın has bahçesinin hüznüne dayanamadı rüzgâr! Uzaktan yeryüzü cennetini sildi süpürdü derler, inanma! Sen denilen denilmeyene inan da önce, bir hakikatin olsun da, sonra ahkam kes dur hakikatin has bahçelerine dair!

Aşktan ve Gariplikten konuşamıyorsan, sus, dinle bülbülü kim kanar!


(Her zamanki gibi online yazıldı, düzeltilmedi, iyi geceler arkadaşlar, yoruldum çölünüzden, ilinizden, elinizden yav:))

19 Eylül 2011 Pazartesi

Birisini Seçtiğinde

Birisini seçtiğinde, seçiminin arkasında durabilecek kadar omurgalı olduğunu kabul etmen gerek.

Seçimin ne kadar özgür olup olmadığı gelecek zamanları da kapsadığında istisnasız her seçim her daim tartışmalı olacaktır.

Tercihi yaptığın an, gün başka seçenekler de belirebilecektir. Seçimi bitiremediysen, adeta her gün seçimde bulunacaksın. Karşındakine her gün her an seçilmekte, imtihanda, kapıönünde olduğunu hissettireceksin.

Seçim dramatiği, seçim eziyeti neden sürekli yaşatılma zorundadır hayat ortaklarına pek anlayabilenlerden değilim.

Evin çocuğu okulun, sokağın en akıllı uslusu, beceriklisi, şirini olmak zorunda değil. Benim gibi bir kocakafa bile evine gittiğinde evin oğlusu. Hayatı güzeldir, değildir ayrı konu. Bir gün daha iyisini bulduklarında kapı önüne konmayacak olmak iyi bir duygu.

Öylesine bir değiş tokuş furyasında ki insanlar, savunmak zorunda kaldıkları hayat tarzının sürekli rekabet gerektirdiğini, hastalık, tökezleme, eskime halinde hurda insan malzemesi muamelesi görmeyi onayladıklarının farkında değiller.

Birisini seçiyorsam dünyanın en akıllısı, beceriklisi, güzeli, şirini olmak zorunda değil. Mümkün olsaydı da, meselâ hangi okulu bitirdiğini, maaşının kaç olduğunu bile bilmeseydim diyebileceklerdenim, siz bana bakmayın. Bazı şeyleri isterseniz kurcalayın. Ama dünyanın en şirinini, başarılısını, önü açığını seçseniz bile rüzgâr nun için de ters yönden esecek bir gün.

Bir arkadaşım bir kıza evlenme teklif edecekti. Yıllar önce. Abi dedi, evlenme teklif edeceğim ama bu bir "impuls" mu, yoksa gerçekten ben bu kızı seviyor muyum? Beni, duygumu, tavrımı, seçimimi sına!

Çaresizlikte insan çareyi kolay buluyor sanırım. Dedim ki: "Kızı nikah masasına oturt!". "Oturttum Abi!" dedi.
"Şimdi merdivenden aşağı yuvarla!"
"Yuvarladım abi! Yalnız ben mi itecem, kendisi mi düşecek anlayamadım?"
"Tabii ki kendisi düşecek, hiç beklemediğin anda, Kaçık Herif!"
"Peki Abi, düştüğü gözümün önünde. Yuvarlandı."
"Şimdi, artık bir daha yürüyemeyecek. Belki de konuşamayacak doğrudan. Çocuklarınız olmayacak. Hayatı yatakta geçecek.
"Tamam Abi, ama bazan tekerlekli sandalye ya da tekerlekli yatak ile taraçaya falan çıkarabiliyor muyum?"
"Çıkart, sana izin!"
"Sağol Abi!"
"Peki şimdi kaçmak mı istedin, hemen yanına koşmak mı?"
"Yanına koşmak Abi!"
"Halâ o senin için vazgeçilmez, en birinci, hayat boyu yanına koşacağın birisi mi?"
"Evet Abi yav, ver elini öpeyim, ben gidiyom, evlenme teklif etmeye!"

Ve gitti. Kız sormuş, "tamam da nasıl emin olabiliyorsun?" demiş. İlk evliliğe doğal bakmayan kuşaktılar sanırım, kendilerini rasyonel seçim öznesi sanan ilk kuşak...

Çocuk da ona demiş ki: "Seni merdivenden yuvarladım, yuvarlanmış hayal ettim ve bunu daha düşünür düşünmez hayat boytu yanından ayrılmak istemeyeceğimi düşündüm!" Kızın gözleri dolmuş tabii.

Çocuk süklüm püklüm geldi. Ne oldu dedim sırıtarak: Çok duygulandı: "Beni bir sen sevdin. Ama, seninle evlenemem, taşınacağım, bir başkasının teklifini kabul ettim bile!" demiş.

"Seni sevmiyor muymuş?" dedim.
"Seviyo Abi! Ha Abi merdivenden yuvarlamayı kendi icadım gibi anlattım."
Gülümsedim.

Başka bir zaman sordu. Ona bakıp bakamayacağını, öyle bir olay mevzubahis olsaydı. Dedim ki, ilk elde kaçıp gitmek geçmediğine göre içinden tercihinin arkasındasın. Ama usanırdın kaza geçirmeseydi bile. Kaçmayı düşününen belki tek yanında kalabilecek olabilirdi. Öyle ya da böyle, hayat hep başka şeyler gösterir, ama sadakat duygun, kararının arkasında durur gibiliğin güzel meziyetler, en azından kağıt üzerinde. Gülüştük. Evet Abi, "usanırdım" dedi, "merdivenden yuvarlanmadan önce bu konuyu kaşısaydın!"

Aslında hiç de belli olmazdı. Sadece kendim için şunu düşünmüşümdür hep: Başkalarının yanlışlarını yapmamaya bağışıklıkla doğmadın. İpin ucunu salma. Bana olmaz, ben satılmam da deme, başkaları bunu hakederek doğmuyor. Bir insan sana emanet olacak sadece. Kararı, doğrusu, yanlışı kendisinin ne beklentisiyle ne de beklentinle zorla hayatı. Tevazuyla, günlük gayretle, insalığı elden bırakmayarak, sürekli çare aramayı, çaresiz kalmayı göze alarak hale rıza göster. Yani tevazu içinde diren, inat et, çarpış, kapış gerektiğinde, ama emanet, emanettir unutma! Kendini başkalarını sınamak için emanet etme. Hayatta her sınavı, sınanmayı geçecek insan az çıkar. Hatta hiç çıkmaz. Hayata meydan okuma! Haksızlığa meydan oku! Zulme meydan oku! Haksızlığa meydan oku! Kazan ya da kaybet, at üstünde, yol üstünde öl!

Birisini seçmiş de olabiliriz, birisi üzerimize kalmış da olabilir, yani bize öyle gelebilir, durumu onayladığımızda tercih artık bizim. İstisnalar? Size ne istisnalar bulurum neler, ama burada istisna olmayan haller önemli, boşverelim istisnayı.

Bir insanı seçmişsiniz. Sürekli itip kakmanın ne anlamı var? Ortak noktalar bulmak için kapışmanız, anlaşmazlıklardan tüymemenizi konu edinmiyorum, dikkat edin, karşınızdakini sürekli yeniden yeniden yeniden seçiyor gibi halinizden bahsediyorum.

Meleşecek, koklaşacak mevzu her insanla bulunabilir mi bilemiyorum. Ama hayat arkadaşınızı rasyonel seçim öznesi gibi ya da değil, kendiniz seçtiğiniz de dahi muhabbetten bir oda açamıyorsanız sorun tercihte değil. Tek sorun tercihte değil. Bin bir bileşende.

Hayat tarzlarımızda geleneğin herkese hazır kalıplarını yarım insan ömründe keşfederek, yazarak bozarak, çizerek, birbirimizin çivilerini çıkararak yola salan bir yan var gibi.

Ne eskileri eleştirmek çok bilmişlik işi, ne de hayat tarzlarının gelenekleşmesi, nesillerce işlenmesi karşı koymamız gereken bir şey.

Beraber hayatın ontogenetik'i ile filogenetik'i yani bir insan hayatı boyunca ve toplumlarda kök salış tarihleri boyunca ele almamız ne zamandan beri entellektüel bir proje olmak durumunda kaldı diye düşünüyorum. Taş devri insanlarının becerebildikleri aktarımları çocuklarımıza sunamadan, tecrübe birikimlerini dolaşıma sokamadan çekip gitmemiz gerektiği gibi bir duygunun içinde yüzleşip duracağız: Gerçekten seviyor muyum? Kazık mı yedim? Kazık mı attım?

Eskiler için kuruntu olan, yeniler için itici güç gibi. hayatlarımız içinde yaşadığımız insanlıktan koparıldıkça, yolundukça.

Birisini seçmek demek, onu seçilme seçilmeme derdinden de çekip almak demek. Eskiler için görgüsüzlük olan bugün modern ise, ilkelliği moderniteye ikame ediyoruz demektir.

Başka bir anlamıyla insan diyebilir ki: Her gün hergün seni seçiyorum. Sana mahkum değilim. Sen benim hayat ortağımsın. Her halinle seçiyorum.

Yürümeyen, yürümez arkadaşlar! Yürüyecek de yürümüyor böyle:)

23 Ağustos 2011 Salı

Bloglar Uyurken

Bloglarım 1.1.2012 tarihine kadar kapalıdır.

O tarihe kadar tamamen kapatıp kapatmayacağıma karar vereceğim.

"Blog dünyası"nda açık bir diskur olmadığı, kendini gösterme ihtiyacının öne geçtiği, tartışma ve gerekçeleme geleneğine karşı bir hayat tarzı oluştuğu, anlamanın anlaşma olduğu sezgisinin kaybedildiği düşüncesindeyim.

Siyasî otorite tarafından kitle iletişim araçlarının söndürülmesi ve eleştiri kurumunun bloglara kayması ile  düşüncenin ve ifadenin öznelleşmesine, öznelerarası kurumsallığını yitirmeye başlamasına daha açık olarak şahit oluyoruz.

Akademik araştırmaların hızlandırılması,  sonuca yönelik politikaların öncelenmesi, tartışma platformlarının bireysel ifade ve söz hakkı platformlarında atomize edilmesi bireyi de tutan bir platformun çöküşüne yol açmaktadır. İnsan ve demokrasi tehdit altındadır.

Gerekçeleme, daha iyi gerekçeleri arama, hakikatin ya da daha güçlü gerekçelerin ışığında değerlendirme geleneğinin karşısına tartışılamaz addelilen bireysel ifadelerin (onay ve sırt dönme ritüalleriyle) konulması halinde anlaşma gerçeklik, geçerlilik ve hakikat iddialarının öznelerarası hareketi dışlanır.

Sansürün tartışma kültürünü reddetmiş, ifadeyi ve gerekçelemeyi sadece bireysel bir özgürlüğe dönüştürmüş "kurtulmuşçuluk"tan ve kitlekütürü demokrasisinin atomize olmakta olan haklılık iddiaları karşısında tarafsız bireyinden daha çok hasar vereceğini düşünmüyorum.

Sansüre karşı çıkış intersubjektif/öznelerası tarşıma kültürünün ifadesi olmadıkça, gerçek anlamıyla özgürleştirici (emancipatory) bir tutum olamayacaktır.

Sansüre karşı çıkanların kültürsüzlüğün, yani insanlığın ortak ifade ve davranış zeminlerinin yitirilmişliği üzerine kurulmuş hatta  imal edilmiş hayat tarzlarının insanî olanı yıkıcılığına karşı çıkışı sansüre karşı çıkışa dahi önceliyorum!

Güçlenmekte olan blog kültüründe demokrasi ve öznelerarasılığın zeminin kaydığını toplumsal alışverişin deforme oluşunun ifade bulduğunu görüyorum.

Varolan blog kültürü sebep değil, sonuçtur. Bireysellik ve kişisellik biririnden kopmakta toplumsal anlam dünyasını ve dayanışmada (tartışmada, alışverişte) şekilleniş imkanlarını yitirmektedir.

Şimdilik susup düşüneceğiz. Rahatsızlık duymaktayız. Önce ayaklarımızı yere basacak, insanların arasına karışacak, söz'e geri döneceğiz. Gerisini şu anda bilmiyorum.

Ne yaparsam yapayım, bir çıkış reçetesi bulduğumdan değil, içimi en rahat ettiren tarza yüzümü çevirdiğimden olacaktır.

Bizi eleştirmiş, bir argümanla karşı çıkmış, yok etme yada yere göğe koyamama dışında birşeyler yapmış insanların çabasını güçlendirmekle başlayacağımdan eminim.

Kültürel ifade kümesin tek horozu veya en dayanılmaz tavuğu olma meselesi değildir. Sorumluluktur, ortak zeminde ifadeyi bulma, sözü açıkta tutma işidir. Demokrasi kendilerini sunan tavuskuşları değil toplumsallaşmış aydın, ortak davranış zeminlerinin manipülasyondan uzak tutulmasını gerektiriyor.

Blog yazarları eleştiri, tartışma, dayanışma kültürüne dönüşün imkanlarını aramalıdırlar! Dünyadaki toplumsal kültür kaybının dengelenmesinin ilk işaretlerini beklemeden, demokratik kültürün öncülüğüne kalkışarak?

Aşağılık duygusu, sinmişlik, itip kakıcılık mı, insanlıkta öncü olmak mı? Kararınızı izleyeceğiz ey insan!

Biz siz ne yaparsanız yapmayacağız. İyi bir şeyler yaptığınızda yanınızda olacağız!

...

Evet, bu "konjunktürde" devam edersek sadece düzeltilmiş yazılar tutulacak, yeni yazı eklenmeyecektir.

Yorumbilgisi'ni "nöbetçi blog" olarak bırakıyorum. Orada da fazla yazı tutmayacağız.  Arkadaşların o an neyle uğraştığımı görebilmeleri ve arayabilecekleri fazla uğraştırmamak içindir sadece.

Orada da, olabildiğince, meslekî bir dili tercih edeceğim.

Madem anlama anlaşma olmadan çıkarılıyor yeni hayatta, itirazda kalacağız, mümkün olduğunca blogsuz!

Çalışacağız, insanların arasında olacağız, konuşacağız, işin köküne balta vuracağız!