Aşk'ın Sözlüğü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Aşk'ın Sözlüğü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Temmuz 2021 Perşembe

Aşk Var mı Hakikaten?

Aşkı yazmak, ilerde zaman bulursam aşkın fenomenolojisini inşa etmek için kurdum bu siteyi kurmasına ama aşk var mı yok mu, varlığı yokluğu fark eder mi noktasına geldim. 

Birileri aşk üzerine konuşsa kızıyorum, 'ne bu ya?' dediğim oluyor ara sıra.

Aşk yok belki ama, aşıklar var.

Aşk saplantılı hal de değildi benim gözümde. Aşka saplanılır, evet, ama, saplantılı olunduğundan değil, bir söz verildiğinden. Explicit, dışa vurulmuş, ifade edilmiş anlamıyla değil bu; implicit olandan da öte. İfade edilmiş halinden derin, etle kemikle, sinirle, kalple, aka kanla, uykuyla, rüyayla, hayalle, düşle sarmalanmış, kaynaşmış bir söz. 

Aşk karakter sahibi insan ister, evet. Sağlam bir kişiliği bile çözebilir, yerle yeksan edebilir o ayrı mesele. ancak bu aşk bizim var olduğunu sandığımız, incelttiğimiz, tasvir ettiğimiz, olması gerektiği gibi değil olduğu gibi yaklaştığımız aşk mı, aşk kavrayışlarımızdan birisi mi?

Aşk delilik ister evet, akıllıyı da deli eder, ediyor muhakkak, edebiliyor, edebilir. Bu delilik aklı başındalık, stabilite, kişilik de istiyor, her hangi bir delilik de değil yani. Kurulmuş, yapılanmış bir kişiliğin olmamış gibi değil, olmuş gibi dağıtılması, salıverilmesi, tahakkümünün sınırlarının dışına çıkılması, bir anlamıyla eleştirel bir çıkış, terk, veda, transendens, aşma, aşmışlık...

Aşık var. İşine/faaliyetine de aşıklık, istidadına da aşıklık istidadı diyoruz, evet. Burada söz konusu olan aşk mı, aşk istenci mi, aşkı var etme gayreti mi?

Aşık Edebiyatımız maşuka pek yüklenmez. Aşık için talepkârdık, aşıktan talepteyiz. Oysa aşık talip, aşka talip, maşuka da talip belki ilk başta. Satılana kadar, aklı başına gelene kadar, çoğu kez de mudarasız.

Divan Şiirinde maşuk bazan adeta haspa, işveli, flörtöz, narsist. Aşık maşuku ikna, kazanma derdinde de değil, kendini sınama, kazanma, varlık ve yokluğun dibine inme peşinde. Bu sıradan, antientellektüel bir iş de değil. Maşukun kelebeksi karakterlendirilmesi de sığ, önyargılı bir pejmürdelik değil.

Baştan itibaren ifade etmiştim: Hiç değilse Edebî Aşık maşuk karşısında boyun eğer, maşuku selamlar, onun 'sömürgeci' gözüyle kendisine bakar, başka türlü bir kendisini keşfe çıkar...

Aşıklık Tasarımı ciddi bir tasarım, kavram ciddi bir kavram, fenomenolojisi daha kolay, aşıklık yaşantısı var. Diyalektik denilmeyecek anlamlarda tutarlılıklar, dümdüzlükler yazılabilir, kendini ve kendiliğini çözme işleri bir transendens olarak kavranabilir belki. Aşk'ın ise çok daha zor. Kavranışı daha soyut, beklentisel. Zıddı ile çeşitli farklı düzeylerde iç içe. Diyalektiği çetrefilli bir diyalektik, eğer aşkı var sayacaksak, varolmayan yanlarını yontmadan, noema-noesis meselesiyle de kavramlaşabilirliğini geçici olarak sınayarak.

Bir çeşit sosyalpsikolojisi var işin, etiği var, son zamanlarda kabul ettiğim üzre hukuku bile var.

Çok disiplinli bir çalışma zırvasını kast etmiyorum edebiyatımızın en kolay anlatılmış, en karmaşık mevzuuna.

Cahiller aşk yok dese kızıyorum, aklı başındalar, hayatı derinliğine yaşamışlar öyle dese seviniyorum. Kader kavramı gibi. Cahilerin var sayması, sayarken ne saydıkları bazan insanı çıldırtıyor. Bir hayat tecrübesinin vücutlanmıştığında bir kaderin adeta parmakla işaret edildiğini görüveriyorsun. Tanpınar'daki bir hikayesi olan adam kavramı bu alanda geçerli, vurgulamış olayım.

Büyük Aşklar yok belki, Büyük Aşıklar var. Bir çok anlamda, hepsi de geçerli anlamlarında.

Küçük Aşklar var görünüyor. Bunun öznelerine de aşık denmez. Yani ben demem.

Gözyaşı ve Kederden çok şahsiyet, sözüne sadakat, kendine sadakat, fedakarlık, mazbut ve sağlam karakter, cömertlik, dayanıklılık, derin bir toplumsallaşmanın dışavurumları karşımıza çıkıyor, ömrümüzde Aşık denilen bir özne görmüşsek. (Görmeyenler çoğunluktadır, ezbere konuşan konuşana). Yiğit insan istiyor bu yol diyeceğim şimdi, yiğit insan gören var mı, görüp de hayatı burnundan getirmemiş olan? Ezber yine bir başka ezberle açıklanır hep. Yiğitlik nedir onu da ele alalım zaman bulduğumuzda. Zor bir hayat projesi. Aşık yiğittir, ama yiğitliği de aşma, yenme durumundadır diyerek konuyu iyice karıştırayım.

Sonra devam ederiz.


(Online yazıldı, hiç okunmadı, düzeltilmedi)


Yıllar Evvel Neşet Ertaş'a Sordum Sofrada: Aşk Nedir, Aşık Nedir?

Dedim Ay Dost, aşk nedir?

Dedi ışktır, ışıktır.

Dedim aşık nedir?

Dedi aynı şeydir, ışktır, ışıktır.

Dedim aynı mı yazılır?

Dedi aşkı bilen aynı yazar.

11 Kasım 2012 Pazar

İlân-ı Âşk

Aşık aşkını ilân ettiğinde açık bir senet verir. "Tüm zamanlar için böylesin".

"O zaman öyle diyordun amma"daki "öyle deyiş", karşısındakinin öyle olmakta elbette değişerek de olsa devamının öngörülmesini de içerir, "senin bana karşı tavrından bağımsız olarak bir birey olarak, bir sorumluluk, bir aşık olarak ben böyleyim"i de.

Maşuk ya ilan yaprağını buruşturur yere atar, ki bunda bir sorun yoktur, ya da "ben de seni" der.

Maşuk'un "ben de seni"si maşuktan aşık yapmaz, bir karşılık vermiş olsa da. Ancak bir söz vermişlik durumuna düşürür. Sözü söz olmayan bir maşuk, insanlık değerinden kaybeder, aşık öylesini de böylesini de kabul etmiş olsa da. İnsanlığa ahdini tutmayan bir insan sevilse de, önceliğinden, biricikliğinden kaybeder, söner.

"Ben de seni" aşıklık mertebesine uçuş değildir. Aşık kıymeti biliştir. Aşığın gözünde zaten maşuk eşsizdir. Başka bir şey olması gerekmez.

Maşuk aşkta yarıştığında, aşktan sıkıldığında, sevilmekten ve sevmekten bıktığında, sevilmeye bayılıp sevme de rahvan gittiğinde aşkın bir terbiye olduğunu, yılların emeği ve diğerini öncelemeyi öğreniş olduğunun farkında değildir.

İnsanlar diğerkâmlıktan sonra gelen, ileri götüren bir hal sanmaktalar kendine saplanmışlığı, kendini düşünmeyi, kendinden düşünmeyi. Oysa diğerini keşfedişle başlar insanın farkında olabildiği, olabileceği kendiliği.

Sen karşındakini düşünüyorsun. O da kendisini düşünüyor. Hattâ bunun böyle olacağını savunuyor. Aşığın değerini düşürmez bu. Aşkın çeşmesini kurutur. Maşuğun değerini de aşık gözünde düşürmese de hakikat indinde/nezdinde düşürür.

"Aman hakikatli yar olsa"daki hakikatli zaten yardır. Hakikatini düşüren zalimleşir. Bir mecaz olarak zalimden, bir kavrayışsızlık olarak zulme.

Aşkı bekleyen, aşkı arayan kendisi için aradığında ve kendi mutluluğu için aradığında yaprağı dökülen güldür bülbülün karşısında. Bülbül gülün haline de ağlar, kendi haline de. Solan ve bir fidanın teki olan gül, bülbülü gülün dibine düşüremez. Uçurur.

Bülbülün kan vererek canlandırdığı, ayakta tuttuğu gül ise başkadır. Hikayesi hikmeti başka.

(Gözden geçirilecek. Düzeltilmedi)

14 Nisan 2012 Cumartesi

Bir Dağ Ne Kadar Ulu Olsa Kenarı Yol Olur

"Hakikî Aşk" bir kavram ya da ideal değil, bir yolda oluşta, praksiste üzerine konuşulan, tutulamayan, tanımlanıp kurtulamayacağımız bir açılış.

Terbiyesi bir el kitabı değil, yolda ve yolcu kalışa klavuz oluşu göze alabiliş için mecburî hizmet beklemeyen çağrı, ders, emanet bırakış.

Aşk, aşığın öğrencisidir. Aşıksız aşk aşk olmaz, aşkın sözcüsü, dili aşıktır. Aşk dilden çıktığında kopan güldür, her geceye bir gül açar, her bülbülle bir gül düşer.

Aşk sözü bir aşk dersidir. Aşık aşk öğrencisidir.



Ben yandım Seydî bilmez.

13 Nisan 2012 Cuma

Merhamet!

Merhamet eyleme gözlerimin yaşına. Spinozanın derdi folklorümüzün de derdi. "Benden nefret et ama bana acıma!" üzerine versiyonlar ne acımayı, merhameti yerin dibine geçiriyor ne de nefrete methiye düzüyor.

Aşkım ve Gururum. Acınası bir sürüngen olarak görülme korkusu aşığın kabusu. Gözyaşı, keder, iç çekişi iyi, şerefli ve haysiyetli oluşun ifadesi olmak zorunda. Maşukun gözünde dilençi olmakta tasavvuf devreye giriyor. Kibirin kırılması, kendine daha yüksek bir noktadan, insanlıktan bakabilme vazifesini de ediniş. Garantisi ve diploması olmayan, becerilerini en ufak bir duraklama veya duraksamada yitirebilecek olan, yitirişlerin kayba değil tecrübeye dönüşebildiği bir dünya.

Merhametten Maraz Doğar. Yerli kapitalizmin sloganıydı, toplum mühendisliğinin sol ya da sağ tüm kanatlarının ortak şiarı. Haksız da değil bir yerde. Merhamet hukuku da devreden çıkarır görünür. Hatanın tekrarlanma riskine suçsuz ama günahlı ortak oluş olarak da biçimlenebilir. Merhametin yadsınması merhametsizliğe övgü olduğunda ahlakın ve hukukun affedebilirlikten başlatılması imkansız kılınır, haklılık acımasızlığa, tarih yazımı tarihin şaşmaz akışı önermesinin teraneleşmesine kadar gider.

Tarihin Şaşmaz Akışı diye bir şey, evet hakikaten vardır. Ne akışın ruhban sınıfını, ne ezbercilerini şakşakçılarını tanır. Praksis dışında bir eyleme düşünme tarzı dışında hiç bir duruşa, iyiniyetli tembelliğe, ezbere acımaz. Praksisin de durum değerlendirmelere, hükümde acelesizliğe, eylemede tevazu içinde olmak, zamanı ve hayatı zorlamama kaydıyla kararsız kalmamalara ihitiyacı vardır. Karar'ın tecrübe ve hatadan dönebilirlik kapılarını tanımaya ihtiyacı, yatkınlığı vardır. Ezber düzelmeye açıklık olma kaydıyla taşınır.

Teorik Antihümanizm OlarakAcımasızlık Kıyamet Mühendisliğidir. Kıyametlerinin arafı olduğunu düşünmemek, sorumlulukları hafifletici gerekçelere ölesiye sarılmak egoistlik de değildir. Günah keçisi oluşlara katlanabilen bir soyluluk, fedakarlık, diğerkâmlık hayatların bütünlüğü, hakikatin kapsayıcılığı ve geleceğin herkese açıklığı anlamında bir tarihin şaşmaz akışına teslim olur. Tarihin şaşmaz akışı, tarihin o an sahibi gibi olanları da sırtından atacaktır. Bu intikamcı bir duygu da değildir çoğu kez, herşeyin yerli yerine oturacağını, temellerini bulacağını, yanlışların bağdatlardan döneceğini bilen bir düşünce geleneğine çekiliştir. Zıtların birliği ile de alâkası var  ama, uzatmayalım.

Merhamet eden Açısından Merhametlilik ölçü, had, hudud biliştir. Merhamet bilmeyen durmayı bilmez, frensiz, dizginsiz arabasını duvara sürer. Ulaşılmaz uzaklıkta ya da iki adım ötede siste saklı duvara. Merhamet kararını değerlendirmenin, sonucu görmenin, insana ve insanlığa şans vermenin olduğu kadar tereddütün de işidir. Tereddüt bazan korkaktır, bazan cesaretin, hakikate açık durabilmenin, eyleme ile doğruluk, hakikat, yerindelik, adaletin anlamı ve gerçekleşmesi arasındaki açıkların bilinciyledir.

Merhamete Uğrayan bir şans daha bulur. Hayatı söz konusuysa, bilinmezden korkmuyorsa bir şansı, bir şanssızlığı daha vardır. Hayatın ucu açıklığının bilinci sanıldığından yorucudur. Oflayan puflayan, yeni şans istemeyen hayat kaçağı değildir çoğu kez. Merhamet maşuktan geliyorsa bir lütufsa tabiyet ilişkisi daha ağır gelir. Aşkla tabi oluş, lütufun buyurganlığı ve tepeden bakışıyla zedelenir, incinir, tehdit altında kalır. Kendi yanlışıyla dahi bağımsızlığını yani gönüllülüğünü yitiren aşık gönül de yitirir.

Merhamet edenle edilenin birbirlerine yakın duruşları sorunludur. Tekrarlara da merhameti zorlar, tabilikle ömür boyu hatırlatıcılığı ile de...

Uzaklaşma Benden Öyle. Bir anlamıyla karşısında dik duramayacağından uzaklaşma, mesafe merhameti daha işlevsel kılar ama sınanmasını engeller. Merhametinin sınandığı insanlardan olmak, merhamet edilişle yaşamanın sınanması kadar güçtür.

Onu Uzaktan Sevmek Aşkların En Güzelidir çoğu Kez.


18 Mart 2012 Pazar

Âşk Yazıları

Onca terkediş, terkediliş, itişip kakışma, bencillik içerisinden süzülüp gelen âşk yazıları.
İmrendiren, özendiren saplantılar, esaret, tutsaklık.
Âşk, oysa, her daim gündelik hayatta, hayatla, hayattan.
Birbirlerinin sırtlarını örtüp alınlarındaki terleri silenlerin dilini, şiirini okuyamadığımızda yazı merkezli, yarım bir hayatla, ama yine de hayatta yaşamadayız.
Âşk fedakârlıkların, diğerkâmlıkların, üzerine titremelerin, önünde eğilmelerin, sadakatla suskun ve tesellisiz kalışların dilinde dile gelmelerde.
Güzel yazı yazanı ve yazılanı güller içinde kılmaz.
Güzellik hep sade olmasa da sessiz, sadık, düşünceli ve ince. Dokunulmadan, fark edilmeden gelip geçen.
Karşısında kör davrandığımız sanki hep maskesizliğin maskesi, incelik, üzerine eğilme, üzerine kapanma.
Kendini siper edeni çiğneyip geçiş. Bazan bir gelinciğe, nâr çiçeğine doğru hamle de olsa.

19 Şubat 2012 Pazar

Belâ-yı Aşk

Nohut! Yeğenim! Foto: Özlem Hanım & Burak Bey
Aşık "Aman da Allah aman al başımdan belâyı" da der, "belâ-yı aşkla hoşem" de.

Öyle sermesttir ki bilmez, unutur dünya nedir, dert nedir, derman nedir. Kendini gülün dibinde bulana değin.

Haline rıza göstermekle yetinmez, şükreder de.
Öyle canı yanar ki, yiğitliğine leke sürdürür, halinden şikayet eder.

O da bu da, Aşıklığın Kitabında yazılıdır.

Yiğidin şikayeti tevazudur insanlığı, faniliği kabuldendir.

Acıların adamı, kadını olmaya gönülden rızası da bir kenarda kalışı kabulleniştir. Acının merkezinde, toplumun kenarında. İtilmiş kakılmışın isyanı başkadır, itilip kakılamayacağın itilip kakılmaya rızası, hayreti başka.

Toplum öyle bakar, böyle de bakar. Onun elden geçirdiği kendi bakışıdır.

Aşk dert olduğunda da deva olduğunda da aynı şeydir. Bulutların üstü de yerin dibi de birdir, aynı derûn'da  olgunlaşmadır.

Aşkta kazanılan tevazudur. Faniliktir. Dolayısıyla sonsuzluktur.

Aşık ukalâ ise, aşık'a tavrında bir yamukluk vardır. Aşık kayıp ise kapıların kapalıdır. Aşık tahrişkârsa derinle, kabuğunla yüzleşmen gerek.

Aşık ne yanındadır, ne de uzağında. Ne konuşur karşında, ne de sessiz kalandır.

Aşık ile mesafesini ayarlayamayan, mesafeli bir yakınlık, yakın ama mesafeli bir bağ kuramayan hayatının kenarını köşesini, çerçevesini gözden geçirsin.

Aşık sınanandır. Işıktan kaçamayan tavşandır, ne kadar heybetli olursa olsun, sınanmaktan uzaklaşamayandır. Feneri gözüne tutsan da tutmasan da onun ışığı başkadır.

Şikayet ettiğinde, isyan ettiğinde, itiraz ettiğinde bir olamadığına itirazı vardır, bir olması gerekene adım atmıştır. Rızası da, yakınışı da, yakarışı da birdir.

"Yeter!" diyen aşık kuyunun dibinin, düşüşün dibinin olmadığını görmüştür. Boyun eğen aşık, çileden, sınanmadan kaçamayacağını, çileler bitse bile yakalamış olandır.

Bir öğreteceği varsa kuyudan çıkar, çıkma derdindedir. Bir öğreneceği varsa yolundan çıkma korkusundadır.

İnsan öncelikle kendisinin öğrencisi olduğunda, yani dersini almayı öğrendiğinde, öyle de olur böyle de. Tersi de düzü de, öylesi de böylesi de zıddına çıkar. Zıd da zıddına. O kapıdan çivili kapıların ardındaki avluya geçilir.

Aşık nereden geçtiğini, nerede takılacağını unutabilendir. Hekim ise hastalarını, baba çocuklarını, sürülmüş memleketini hatırladığında içi karıncalanmıyorsa, aceleye gelmiyorsa dağları aşışı o dünyada da bu dünyada da vatandaştır artık.

Bekleyen olmak, beklenen olmak pek farklı şeyler değildir. Hayat gezinenin yolunu merkez edinmez. Hayata dersini almış ya da almamış olarak dönülür. Merkezi olan, olmayan, evi dağılmış, dağılmamış dönüşlerin kitabı uzun havalarımızdı, dinleyen kaldı mı, insan kaldıysa dinleyen de kalmıştır muhakkak.

Belâyı seçiş denilemese de her daim, belâdan kaçmayış yalnız kalabilme ayrıcalığına sahip olabilişlerin işi kadar mahkûm oluş işi de. Kuttül Ammare'de esir düşmüşleri, cezaevlerine gömülmüşleri, müteferrikada lağım içinde berceste mısraı bulanları birgün anlatabilmemiz lazım, insanlara, iyi insanlara.

"Mutlu aşk yoktur!" diyenlere bir zamanlar kızmama gülümsesem de, yanıldığımı hâla düşünmüyorum, yanılgan, fani bir insan olduğumu keşfetmişliğimde bile.

Nereden söylendiği, kimin söylediği de önemlidir. Anlarken söyleyenin anlamını yakalama imkanımız, ödevimiz olmasa da. Anlamak, bir hale, zamana, duruşa uyarlama, uygulama da, eğer bir şeyleri muvakkaten anlamakla başlamayı becermiş olsak. Anlayışın, ufkun açılması bir insanlaşma yolculuğu.

Aşık, acemi aşıkların sırtını örtmek, yollarındaki çukurları bedeniyle bile olsa doldurmakla mükelleftir.

Aşık varsa, köşede mutluluk da vardır.

18 Şubat 2012 Cumartesi

Aşk, Hakikat, Maşuk’un Biricikliği

Aşk fetih işi değildir. Mecazî anlamda, maşuk’un, başkalarının gönüllerini kazanma anlamıyla bile öncelenen, hedeflenen bir fethediş, ele geçiriş, elde tutuş değildir.

Gönül kazanma istenci hakikî iletişimin, dert anlama ve anlatmanın, insanlıkta ve kardeşlikte uzlaşmanın, buluşmanın ifadesi, iradesidir.

Aşık itilme, kakılma, hor görülmeyi gönül kazanmaya yeğler. Hor görülmeyi, itilmeyi yeğleme gönül kazanmayı reddetme değil aşma işidir.

Hor görülme hoyratça ve hoyratlıkla değil hakikatlilikle ve başkalarının onayından geçmişlikle ve geçmişlikten yeğlenir.

Eskiden ”Hakikat Aşığı” diye bir kavram vardı. Aşık ve Maşuk'un fanîliğinde, aşkın sonsuzluğunda maşukdaki maşuktan yani aşkdan vazgeçmemede bir ayrımı yaşamış, duvarla yüzleşmiş kişi.

Maşuk'un geçiciliğinde, insanlardan bir insan ama biricik insanlığında, gelip geçen aşkların çoğulluğunu aşk geleneğinin emanetçiliğinde birleyiş, tekilleyişte durmayan insan. Aşkta hakikati, hakikatte aşkı unutmamış, hale entellektüel bir mesafe koyabilmiş ama yangının (halâ) içinde kalmış insan. Gemisini terketmememiş, terketmeyecek bir kaptanın fare gönlüyle devleşişi. Başkalarının varlığını ve yokluğunu kendi varlığı ve yokluğu, kendisi için varlık ve yoklukla tartmayan, tartmayacak kişi.

Öznel ”Yalnız O!”yu ”Benim İçin Yalnız O” diyebilmeye, öznelerarasılığına dönüştürmüş rüyâda ve hakikattte hakikatli olabilmeye geçmiş insan. ”Yalnız O!” sadece benim için olduğunda, hem sevilenlerin çoğulluğu, yokluğu, yoklaşması hem de aşkın sadakat işi olduğu vurgulanmakta, evrenselliğinde görelileştirilmekte, göreliliğinde evrenselleştirilmekte.

Maşuk’u ”Yalnız O” bilen, onun şahitliğinden çok bakışını, hatta ezici bakışını kavramayı, hissetmeyi önceler. Onaylanma hale şahitlerden, ”Aman hakikatli yar olsa”lardan, insafa ulaşması mümkün ve hayalde asla insafa kapatılmaması gereken dönüşebilecek, ara verebilecek zalimliklerden gelir gelse gelse.

Öbür Dünyayı Umursamama dahi sanıldığı gibi başkalarına aldırmazlıktan gelmez. Aldırmazlıktan geldiğinde cahil işi olur. Tersine, yaptıklarının, ettiklerinin, duruşunun sonuçlarını kabullenmişlikten, yaptığını yapması gerektiği için yapmışlıktan, hakettiği ihtiyacını aştığındaki kanaatkâr duruşundan gelir.

Başkalarına aldırma başkalarının varlığını kavramada kendini kavramaya kapı açar. Umursamazlık şahsiyetsizlik ile sonuçlanır. Kendisini ”kurmuş”, temellendirmiş insan, şahıs, kişi kendi sorumluluk ve emeğiyle halâ şekillendirilebilecek, şekillendirilmekte olan "kısım"ın sorumluluğundan bakar. Dil, kalıplar, toplumsallaşma süreçleri insanı aşar, insan sadece kendi gelişim genetiği ile ele alınırsa. İnsanda insanın öncesi ve sonrasından bir şeyler, yani kendisini "aşan" çok şey vardır.

Aşık, saplantısında dahi mütecaviz değil de aşık ise, insanlaşma yolunda oluşu ve bu yolda kalışı ile alakalıdır.
Olan biten ile olan bitenin algılanması arasındaki fark, oluşan boşluk hakikaten olan ile, anlaşılan algılanan, şahidi olunan arasındaki farkı görür. Karşı tarafın bakışı ile olan bitene, olacak biteceğe ve dünyanın anlamına, toplam anlamına bakamayacak oluşumuzu kabullenişimiz, üçüncü şahıslara, gelmekte olana, oluşacak olana hakikatliliktendir. Hakikate hakikatliliği şimdilik mevzubahis etmezsek!

"Maşuk bana şöyle bakar, anladım ve amenna". Ancak başkalarına zulüme de dönüşebilir bu. Haksızlıklara da. Hakikat kararmalarına da. Aşık, maşuk'un bakışında bir insanı öznelliği ile de tanır, cevaplar, onaylar. Bu onaylamışlıkta, tanımışlıkta diğerlerinin varlığı ve olanların olmuşluklarının öznelliğin ötesindeki olası ve olan farklılıklarından dolayı da elştiri, mesafe ve kuşkuyla karşılar.

Kuşku sadakatin, daha geniş bir gerçekliğin ve hakikatin alanından geldiğinde? İnsan oluşunu duruşunu, görüşünü, önemsediğini de göreliliği içerisinde yakalama çabasına girer.

Hakikatle alâkamız yalnız aşkla değil, önceliklerimiz, hakkani ve temellendirici öznelliklerimiz içinde yalnız olmadığımızı kavramamız aşık ve maşuk arasındaki ilişkinin, hukukun asimetrisinde kendisini kolaylıkla ifşa/deklare ediyor.

Hakikat bizim için hep bir yerden, duruştan, hapsolmadan, çivilenmişlikten görülse ve yoruma açık olsa da, bizim yorumladığımız ve kavradığımız, kendimizle ilgili kararların kozmolojik uzanımlarına hakim olamamamızdan gelen kararlarımızın iyiliği konusundaki tevazumuz bile ister ”ilahi bakış”ı  öngörsün ister meselenin hakikatini: Kendisine hakikati şahit tutar, kendisine hakikati şahit bulur. ”Konuşacak ve konuşmayacak hakikat” anlayışları da bir yerde buluşur: Konuşmasına ve bizi savunmasına çağrı yapmayacağımız Hakikat’te. Haketmediğimiz ceza değil de, haketmediğimiz mükafaat olduğunda sorun, hukuk ile ahlâkın dengelendiği bir insanî duruşla buluşuruz. Şizofren, patolojik, psikopatik sorumluluk duyguları değildir söz konusu olan. Peşinen affetmişlikten konuşan ve tarihi adaletine, insanlığına, dayanışmasına çekmeye çalışan ama çekiştirmeyen bir kararlılık, sorumluluk, dinamik tarihsellik.

İlahî aşktaki ”Yalnız O!” hem öznel, hem öznelerarası hem de nesnel ”Yalnız O!” iddiasını taşır. Nesnellik antinomilerin eleştirisine getirir ve nesnel iddiadan çok bir sezgi, inanç olarak kendisini gösterir. Hakkanî ve hakikatli aşık’ın düşüncesi ”Yalnız O!” dese de demese de ”Yalnız O!”yu içerir, içerebilir.

Hakikat aşığı ile sıradan Aşık’ın ortak yanı karşılıksızlık kapısından geçişleri, geçmişlikleridir. Hakikatlilik konunun adaletiyle buluşmuşluktan gelir.

Arz eyleriz gündüz hayalimizden, gece düşümüzden. Tutkun arkadaşların yanı başından.


(Zaman yetmedi, düzeltilmedi)

22 Kasım 2011 Salı

Kenardan Geçmek

Kalp kenardadır.

Tevazu kenardan geçer.

"Aşk nerededir?" diyen, aşık görmemiştir hiç.

Gözü kenara ilişmemiştir.

Kenardan geçmek yolgeçen hanı yapmamaktır, yol etmemektir verimli toprağı, çiçeğe duran ağacı. Kapışmaya bulaşmamaktır.

Başkalarına bırakmak? Ne münasabet? Ancak bir ana çocuğunun bölünmesini, ortadan ikiye ayrılmasını göze almaz. Mesnevîyi okumayan bari Kafkas Tebeşir Dairesi'ni seyretmeyi akletse.

Kenardan geçme bazan sömürgeci tavrı reddetmedir, bazan bir balonu ufukta kaybolarak söndürme.

Sessiz, kimsesiz.

13 Kasım 2011 Pazar

Umutsuz

İnsanların umutlarını yitirmeleri, gelecek için çabalamaları, sabretmeleri, didinmelerinde de bir sönüş gibi görünse de, her zaman için öyle değil.

Ne yapsam nafile deyiş, bir insan ömründen hayatı okumaya çalışma işi de. Başkalarının tecrübesinden edinilen ezberden daha farklı bir yol izleyerek hakikatini bulan, kendisini sınayan bir duruş da umutsuzluk.

Umutsuz, ne yapsam boşuna der, ama, yine de der, teslim olmaz. Teslim olunmayacağa teslim olmaz. Elinden geleni yaparak yenilmek, çaresiz kalmak ister.

Sabun köpüğü gibi bir umuttan, hayatla sınanan, ama ufku insanlığın ufkuna dönüşememiş insanın karamsar emektarlığı daha umut verici. Aslolan gayreti, emeği hedefin garanti edilebilirliği üzerinden devreye sokmamak. Faal, düşünceli, sorumlu, sevecen, eleştirel, hoşgörülü, titiz olmayı gelecek tasarımının gerçekleşebilirliği üzerinden iç pazarlığa mevzu etmedikçe insan vasrın umutlu ya da umutsuz olsun.

Dünyadaki hayatımız kırıllgan bir zeminde, kaygan bir yolda ilerliyor. Umut ya da umutsuzluk bir çok anlamıyla, bir çok biçimiyle ve farklı farklı ahlaklarıyla karşımıza çıkıyorlar.

Karamsarlığın hayatı yutan, çevre hayatları söndüren bir karadeliğe dönüşmesi ise etraftaki hayatın, hayatların insanlara umut verememesi, bir ortaklık, dayanışma, anlaşılma, onaylanma, kabullenilme süreçlerinin işlememesi ile alâkalı.

İç karartıcı, egoist ve sığ iyimserliklerin dengelenmesinden farklı bir şey değil karamsar ideolojinin, karamsar ezberin hakikate çarpılması.

Hayatın bin bir halinin, insanın faniliğinde, herkesle ortak imkan ve imkansızlıklarımızda anlaşılır kılınması, herkes gibi insan, her hangi bir yerdeki insan olduğumuzu öğrenmemiz, paylaşmamız yeterli değil. Bunu hayata bakış, hayatlanma, yaşama gelenekleriyle, perspektifleriyle, ufuklarıyla da buluşturmamız gerek. İnsan oluşun nesiller içi olduğu kadar nesiller arası bir çaba olması, explicit tarih bilinciyle değil, yaşama sevinciyle, hayat tarzıyla aktarılmakak durumunda. Hiç bir yalnız neslin kendi başına çözemeyeceği bir sorun çözüm ve bakış tarzı geleneğinin eleştirel aktarımda olmasıyla mümkün.

İnsanın faniliği üzerine dayalı karamsarlık toplumsal dayanışmayla, toplumsal dayanışmanın bazı kurumsallaşmış halleriyle karşılanır. Ancak insan gene de fanidir. İnsan gene de kötü bir anlamı olmasa da, son tahlilde yalnızlıktır. İnsanî yalnızlık kötü bir şey de değildir. Sorumluluk, özgürlük bu yalnızlığın ifadeleridir. Yalnızlığın cehenneme dönüşmesinin önündeki engel de dayanışmadır.

İnsanlar bir birlerini unutabilir. İnsanlar kendilerini dahi unutabiliriler. Ne çaresizlik kötüdür tek başına, ne de her şeye bir çare bulunabileceği gayretliliği. Mesele, işe gelmeyecek sonuçlara katlanabilmektedir.

İnsanlık dünyasında umut dibe vurmuşsa yalnız aşk değil, insanlık da dibe vurmaktadır, bunun bireylerin umut umtsuzluk tecrübeleriyle alâkası yoktur.

Gayrısafi milli hasıladaki artışa inandırmak gibi şeyler değildir umut vermek. İnsanca bir hayat yaşıyabileceğine, bir değer taşıyacağına ve taşıdığına inandırmaktır insanı.

İkna edici bir söylem aramak, umudun ikna odalarını kurmak, ütopyasını iyi pazarlamak değildir yapılması gereken: Başkalarıyla birlikte hayatı hayat olarak görmektir, öncesi ve sonrası olan. Bizden çncesi ve sonrası olan bir zincirde özgürleşebilmektir.

Hayat can yakar. Hayat yürek hoplatır. Hayat iyi kokar. Kötü kokar.

Hayat güzel de şu işkencehaneden hiç çıkamayacağım gibi geliyor demişti bir arkadaşım. En kötüsünün başkalarına değil, bize gelmesini isterdik eskiden. Elimizdekinden, ayrıcalıktan utanmak istemezdik.

Kırıntıdan da güzel aş yapılır. gerisi biraz zevk sorunu. Elindekini çarçur eden gene sizin kapınızı çalar, elinizdekine göz koyar.

Elinizdeki ne olursa olsun, ama sizde biraz ihtimam olsun.

4 Ekim 2011 Salı

İnsan Aşkla Sınanır mı?

İnsan aşkla sınanır mı?

İnsan neyle sınanmaz ki? İnsan sınanmamakla bile sınanır! İnsan sınandıkça sınırlarını bulur, kendisine ve hayata nasıl bakılacağını bulur. İçinden başarıyla çıkılmış sınanma, varsa, ders çıkarılmış bir sınanmadır. Başarıyla içinden çıkılabilecek bir sınanma yoktur, bir başka anlamıyla.

Aşkla kazandığımız nedir?

Aşkta kendimizi kazanıyoruz belki. Ele geçirdiğimiz, geçiremediğimiz üzerinden düşünmüyorsak. Aşk, başkasının varlığını, önceliğini, onun açısından kendimize bakışı edinme imkanına açılmanın kapısı. Aşk toplumsallaşma olayının dışında düşünülemez!

Maşuk’u ele geçirme?

Sömürgeci bir eylem. Maşuk razı bile olsa, dünya razı değil diyelim: Dünyayı dümdüz etmeyi göze alan aşık değildir.

Maşuk da razı değilse?

Egoist, vandal, yağmacı olur kapıya dayanan, en hafif ifadeleri ile.

Aşk nasıl başlıyor? Hem şıpsevdiliği yeriyorsunuz, hatta ”insan bir insanı ya sever ya sevmez ömrü boyunca” diyorsunuz neredeyse, hem de ”aşık olun!” diyorsunuz?

Aşık olun, olabiliyorsanız! Aşk bir kapasite işi, emek işi, terbiye işi. Aşık, eskidiği iddia edilen kültürümüzde babayiğitlerden, ariflerden önde gelebilirdi…

Eskimedi mi?

Halt etmişler! Tabii ki eskimedi, eskimez. Bu dönem bir parantezdir. Eski tekrarlanacak anlamında değil, insanî hayatın hakikati ve hikmetine açıklık eskimez. Kitle kültürüne tapınanlar halt ediyorlar! İnsanın yetişmesi, nesilden nesile aktarım kanalları teşhirci bir telif ve eleştiri kültürüne gündelikçilik ile sağlanacak değil.

Madem maşuk ile karşılaşmadan aşık olunabiliyor maşuk’un rol ne?

Öyle bir şey demedim, ama, evet bu da söz konusu edilebilir (bugüne) eleştirel bir tavırdan.

Aşk nasıl başlıyor?

İnsan olmakla başlıyor!

"Aşık ol!" demek "insan ol!" demek yani?

Aynen!

Maşukta aşkı öğrenmiyorsak neyi öğreniyoruz?

Maşukun karşısına zaten aşık olarak çıkıyoruz. Aşık doğmaktan da bahsedebilirim ancak kelime anlamıyla ele alırsak aşık doğulmaz, yetişme işidir aşk da. Kavramıyla, kültürüyle, ihtimamıyla, bakışıyla, geleneğiyle, geçmiş tecrübeyle. Maşuk sayesinde kendimize bir başkasının gözüyle bakabiliyoruz. Sömürgeci bakıştan dagörülüyoruz ancak aşkta bir gönüllülük var öncelikle, bir de itiraz yok, itiraz öncelikli değil, ”hayır ben öyle değilim!” öncelikli değil, karşı tarafın ihtiyacı, duruşu, dünyasından bize bakışı olmasa da her daim, dünyaya bakışı kapıyoruz. Sömürgeci bakış doğrudan bir itiraz olarak gelecek tasarımımızı sunmamıza neden oluyor. Maşukun eşyaya, dünyaya, hayata, bana, bize bakışından bir bakışı, dünyayı yakalama halinde oluyoruz. Başkası şekilleniyor.

Neden Sartrenin ele aldığı sömürgeleştirerek bakan (algısal/duyusal) bakış değil de, maşukla çok az bir kısmı algısal olan bakış başkasına geçiş oluşturuyor?

Sartre çok önemli bir açılım yapıyor, rakip olması gereken bir bakış sunmuyorum. Fenomenolojinin tüm imkanlarını da bir kenara bırakarak konuşursak: Aşkta karşı tarafın benden talep ettiği, benden istediği, ihtiyacı, bakışı, anlayışı öne çıkıyor. Yanlış anlıyor, doğru anlıyor beni ama onun istediği talep ettiği olma, en azından ona cevap verme arzusunu duyuyorum. Bu itirazsız, ”hayır ben o değilim!”siz bir olay değil ki?

Sömürgeciyi öncelemiyoruz, ama maşuku önceliyoruz?

Evet. Ayakları yere sağlam basan aşık sömürgeciye de adam gibi bakabilir, sömürgeciliğine değil, unutulmuş kaynamış gitmiş başkalarının göremediği insanî yanlarına. Adam gibi bir bakış , insanî olanı uyandırabilir bazan, ama konunun dışında bırakalım. Bakan zaten bizim isteğimiz dieğimiz dışında bakıyor. O zaten karşımızda, ensemizde. Maşuk bize baksın istiyoruz.

Bakmasın da istediğimiz oluyor?

Mahcup aşık. Çalışan aşık, pasaklı aşık, fakir aşık, hasta aşık, mütevazı aşık, meşgul aşık, mesafeli aşık. Bakmasın, farketmesin isteği istediğimiz gibi görünemeyeceğimiz de olsa bazan, bazan ben o değilimden de olsa, sömürgeci karşısına çıkış değil.

Maşuk sömürgeci olamaz mı?

Aşık da sömürgeci olamaz mı? Herkes olur. Herkes ölür.

Maşukun öncelenmesinin önemi ne?

Bir başkası sana boyun eğdirmiyor. Sen selam veriyorsun. ”Arzun olur!” diyorsun. Fazla naz aşık usandırır doğru ama, naz’ın da sevimlisi sevimli geleni vardır. Bunlar da konu dışı. Maşuk, kendini zorlamaz, kaçmaya heveslidir çoğu kez. Haberi bile olmayabilir.

Aşıklar tavuskuşları gibi dolaşmıyor mu?

Gereksiz yerlerde kanat açıyorlar belki. Nükteli bir oyun da hayat oyunları, acıklı ve ölümcül bir burukluk işi değil. Teatral hiç değil. Tiyatrosu olsa fena olmaz ama. Aşık susmasını, konuşuyormuş gibi yapmasını bilir, öğrenir, öğretir. Bunlar önemli değil. Önemli olan aşığın ötekine verdiği önem.

Burada bir kapanma, takılma yok mu?

Var tabii. Ölçü kaçtı mı, plâk takıldı mı hakikatten kopuş da başlayabilir. Bir ölçüye kadar olması gerekendir üzerine eğilme, kapanma, ama.

Önünüze geleni sevin demeyişiniz bu yüzden mi?

Sevebiliyorsanız celladınız bile sevin. Bunu insanlık macerasının başında yaparsanız naif bir insanın anlaşılır ya da anlaşılamaz bir hareketi olarak görürler, bir arif yaparsa anlamaya çalışıp en azından işin hazır bir izahını ödünç alırlar.

Maşuk şart değil, dost yeterli. Ahbab yeterli. Maşuk dersiniz sömürge valisidir, karaktersizin tekidir. Dost dersiniz hem karşısındakini önceler hem de bunu nasıl yaptığını öğretiverir.

Maşuk sadece bir simge. Aşık abartsın. Maşuk kaderini fazla zorlamasın.

Zorlarsa ne olur?

Fazla şişen her şey patlar. Aşkı da fazla şişirmemek lazım. Aşk büyüktür ama her aşk o kadar büyük ve mucizevî gelmeyebilir dışardan bakana. Aşkın büyüklüğü gönüllülüğü, özverisi, ihtimamı, önceleyişi ve benzeri özelliklerindedir. Saplantıyı aşkla karıştırmamak için aşkın özgürleştirici yanlarını da görmek gerekir.

Yakan, eriten yanlarını da?

Tek başına sorunlu olabilecek olan bir bütünün diyalektiğinde farklı anlam ilişkileri, alâkaları kazanır

İnsan olmayı ”kimden” öğrendiniz?

Bir danadan, galiba! Birimiz evin, ötekimiz bahçenin bebeğiydik. İlk karşılaşmamızda birbirimizi inceledik. Sonraları da birbirimizi aradık. Farklı su içtiğimizi, farklı sevindiğimizi, annelerimizin hayata farklı yaklaştıklarını erken öğrendik. Su çeşmeden akmazsa ben içmiyordum. Çeşme açık olunca yalaktan o içemiyordu. Birbirimize yiyecek ikram edemiyorduk. O daha hızlı büyüyordu. Kıç atarak seviniyordu dışarı bıraktıklarında ona yetişemiyordum. Ama epeyce anlaşıyorduk. İlk arkadaşımdı. Daha kendi dillerimize hakim olamasak bile epeyce anlaşıyorduk. Herkes fizikî olarak kendisini dörtayaklılardan ayırt edebilir. Biz dünyalarımızın farkını ayırt etmeye başlamıştık. Sohbetlerimiz ve birbirimizin işlerine merakımızdan ne onun annesi memnundu, ne de anneannemlerin bahçesinde iş güçleri bizim için aksayan insanların. Satıldı sanırım. Musluk açıp yalağa su doldurmayı ona yardım için öğrendim. Bir kere becerebildim. Bir kaç kere suya düştüm, üstüm başım battı, kızılası bir şey olduğunu öğrendim, bir keresinde de çeşmenin kaidesi üzerime düştü, pres gibi, ölmedim, biraz ezilsem de kaçabildim. Kaide unufak oldu. Halâ durur çimentoyla yamanmış haliyle. Dana Kardeş kendisi yüzünden olduğunu düşünmüştü, bakışlarını unutmam imkânsız.

Hafıza bağlamla mı alakalanıyor?

Hayır sorumlulukla. Sorumsuzlarda hafıza sıfırdır! Ama en kötüsü geçmişi çıkarlarına göre yazanlardır.

Siz aşık mısınız?

Adam kıtlığında evet! Klasik anlamıyla sanırım hayır. Öncelikle dünya zor, kültürü yok, aşktan dem vuranlar aşksız, insan sabırsız, emeksiz, fersiz.

Aşık yiğitti sizce yanılmıyorsam?

Aşık insandır. Memleketimden insan manzaralarındaki gibi. Hepsidir. Çoğul özelliklerin hepsinin bir insan olma talebine, çırpınmasına entegre olmasıdır. Uzak da durur, kapışır da. Rıza olmayacağı istemenin kötü olmasından değildir zaten. Meşru olmayanı talep etmemedendir. Olmayacak meşru ise, olmayacağı istersin. En azından ne isteneceğini göstermiş olursun. Zulme isyan meşrudur. Bazan hakikate bile isyan meşrudur. Hakikatin hakiki olduğuna itiraz başka, olanın adil olmadığını haykırmak başka.

Aşığa korkak, sünepe, haz düşkünü de diyorlar. Gökten ateşi çalan da.

Aşıklıkta ne hikmet var?

Hikmetini sormuyorsun sevgili birşeylerin. Selamlıyorsun. Ve yoluna gidiyorsun.

Sizi sizin onu sevebileceğinden çok seven birisi oldu mu?

Özel hayat der cevap vermezdim ama, şöyle bir şey söyleyelim: Eğer bir insan başkalarından çok sevebilseydi, başkalarının hatalarının peşine düşmezdi. Karşısındakilerin işleri daha kolay olurdu. Başkaları ondan çok sevebilseydi, çok sevebilenlerin sorumlulukları daha ağır olurdu, vah onlaralık bir durum yani.

Özel soru yok?

Olsun ama, çöp tenekelerinden beslenmeye karar vermiş her kedi gibi önümüze döktüklerinin hesabını sormalarından da hoşlanmıyorum insanların. Biz zaten çöplüğkte ne ikram ediliyorsa, ne varsa, önümüze ne döktülerse onu kapışıyoruz diğer kedilerle.

30 Eylül 2011 Cuma

An'ı Değil Yanan Câm'ı Öper Aşık!

Aydınlık içimden geliyordu, doğudan değil.

Bir kere "hemen şimdi!" dedikten sonra vazgeçsem de hemenşimdilicilikten, yönümü aradım durdum hep.

Alçak mıyım, yüksek miyim; aşağıda mıyım, yukarıda mıyım bilemez oldum. Bilemez oldum sağım neresi, solum neresi. Güneşim nerede batıyor, nereden doğuyor?

Birisini öpmeden önce acılarını, acıyan yerini öpmeli insan, ulaşabilirse, aklına gelirse, oluşundan kaçmazsa.

Ey ayak sürüyen yanım, safram sanmaktaktaydım seni, azık çıkınımmışsın, yol gösterenimmişsin.

Yanardağların pırıltısına, kaynayan elmasa kapılmadım. Uçurumlarda patikalar buldum, dalgaların üzerinde kaydım, Zındanda dehlizler buldum, karanlıkta da gördüm.

Gün ışığı cama vuruyor. Gelmem Gün Işığı boğazım ağrıyor! Çok yorgunum! Şakaklarım zonkluyor!
Sana mucizeni göstermem mi gerek, her şey sadece içimden geldiği için öyle olsa bile?

"Her şey bana yansısa bile, vaktim yok bana dönene bakmaya!" dedi Güneş: Her şey, benim de sadece içimden geliyor! Seninle oynamak, kendiliğimden gelen bir şey. İçim karanlık. Karanlıklar patlıyor! Karanlığım patlıyor!

Peki Güneş, bekle, bir duş alayım! Giyinip geliyorum!

Traş falan olmayacaktım, olmuş olacağım, işitildiğinde olduğumun gerisinde kalacak söz.

Sözüm. Verilmiş sözüm.

21 Eylül 2011 Çarşamba

Çölü Seçmek

Mecnunsa da deli mi adam neden çölü seçecek? Zaten bir ayağı çölde olmalı. Terk-i diyar'ın, alıp başını gitmenin adı çöl olmalı.

Kalsa başı belada. Kalmasa nerede kalacak? Her yer parsellenmiş. Onun yurdu, bunun yırdu, onun evi, bunun evi, onun toprağı, bunun toprağı.

Çölü kapışan yoktu evvel. Çölde yol kavgaları, durak kavgaları, kaynak kavgaları az biraz süregitse de.

Çöldeki mecnuna yine de herkesin ihtiyacı olur. Yollarını kaybettiklerinde; azıklarını, develerini kaybettiklerinde. Mecnuna ilişilmemesi, ona insanların işi düşebileceği için de.

Tahtını bırakıp da yola düşen padişah neyi arar? Tahtını sanırım. Bahtını? Evet onu da.

Mecnun çölde Leylayı neden arasın? İçindeki tırmalayan altüst oluşu gezdirip avutmada.

Rahatı kaçmış bir insan içindeki bunaltıyı havalandırmakta, ayaklarını yormakta, zihninin yetişemeyeceği hızda huzur bulur gibi olmakta.

İlk sesli siyah beyaz Leyla ile Mecnun çeşitlemelerinden birisindeki ceylanlara vurulmuştum, küçüklüğümde. Mecnun bana dünyanın en güzel yerinde gibi gelmişti. Dostların arasında. Güneşin sofrasında. Özgür. Uzakta. Antalya çöllerinde -şimdi oralara kumsal, plaj falan diyorlar- yalnayak dolaşıp sınamıştım mecnunluğu, ceylanların ayaklarının neden yanmadığı beni bilim hayatına taşımış olmalı o yıllarda. Mesela, yani. Ayaklarımdaki yanmayı hissedecek kadar ayıktım.

Mecnun da ayık. Hatırlatmayacak yere gitmiyor ki. Ona da hatırlatmayan yerler yakıcı gelmiş olmalı. Ceylanlar ortak dostlar idiyse. Ceylanın gördüğünü görmek, elinden su içirenle ceylanla sudayken buluşmak şiirin bilmece, bulmaca, şifreleme, kodlama olmadığı zamanların işi.

Yarin elinden su içenle vahada aynı suyu içmek, aynı suyu öpmek, ayışığı altında bir dünyadalık şimdinin hakikat pestillerinin dünyası değil.

Alıp başını gitmek, ayak altından çekilmek, deli gönlü yol ile avutmak bir mecnununu bile tutamayan halka bırakılan yas, utanç, acı. Mecnunu giden yer, bereketi kaçmış yer idi eskiden. Yollara düşülürdü, gideni getirmek için. Giden deliyse, doluysa, oturduğu yerde avunamıyorsa, içindeki deryayı gölgede avutamıyorsa.

Çocukluğumun Osmancığında kaybolan delilerimizi, aşıklarımızı, dertlilerimizi, masumlarımızı aramaktan perişan olurdu halk. Onun için benim bir memleketim var Ey Talip!

Mecnunun çölde gezinişi gündüz gözüyse, dalgınlıktandır. Gündüz dolaşan, nasıl çölün güzel gözleriyle yoldaşlık edebilir ki?

"Başım alıp hangi yere gideyim, vardığım yerlerde buldu dert beni" derse Erenler, gidişin kaçış olmadığını biliştendir: Kaçan kim?

"İllallah!" eden ne dertten kaçar, ne de kurtuluşa. Uykusuzluktan, huzursuzluktan, hafakan bastığından. Yeni belalarda, acımayan ya da diş bilemeyen acımalar ya da diş bilemelerde kaderine açılır. Çemberi kırar.

Mecnunu çöle düşüren de kim? Leyla mı, dünya mı, dar edilen hayat mı?

Bir hayal kırıklığı olmasa, ait olduğuna ait olmadığını düşündürmese hayat insanın yolda işi ne?

Yolda aidiyetin, hapishanen seni bulur asıl Ey Talip! Güllerle beze aidiyetini, hapishaneni, derdini.

Bülbülün ölümü düğün dernek aleme. Şeddat'ın has bahçesinin hüznüne dayanamadı rüzgâr! Uzaktan yeryüzü cennetini sildi süpürdü derler, inanma! Sen denilen denilmeyene inan da önce, bir hakikatin olsun da, sonra ahkam kes dur hakikatin has bahçelerine dair!

Aşktan ve Gariplikten konuşamıyorsan, sus, dinle bülbülü kim kanar!


(Her zamanki gibi online yazıldı, düzeltilmedi, iyi geceler arkadaşlar, yoruldum çölünüzden, ilinizden, elinizden yav:))

20 Eylül 2011 Salı

Kendisini Seçmek

İnsan kendisini seçse ne olur? Yapacakları varsa, insanlık için bir sözü, emeği, tavrı önemliyse kendince ya da başkalarınca, insanın kendi hayatını alıp gitmesine sıcak bakabiliyoruz da.

Bugün en eleştirel akılların bile aklına getiremediği bir kavram var: Ötekisi. Hem de ukalaca "ötekilik" ve "ötekileşme" kavramımsılarını ağızlarında pelesenk ettikleri halde.

Ötekisi, ötekileştirilenle kendisini anladığında insan, kendi farklılığının, biricikliğinin avukatlığını yapmakta sadece. Hem kavramla vurgulanan bu değil, hem de öteki ile yüz yüze, göz göze, kalp kalbe oluş bu değil.

"Birlikte oluş" kendi ihtiyacının buyruklarıyla tanımlandığında karşı taraf sadece bir araç. Ötekileştirilmekten yakınan, ötekisinin sömürge valisi çoğu kez.

İnsanın kendisini, kendi yapacağını, kendi yolunu seçmesi kötü bir şey olmak zorunda değil, bu kendisi oluş sosyalize bir kendisi oluş ise.

Yalnızlık, dünyayı yalnız bırakıştan da ibaret çoğu kez. Dünyayı gören aydın/insan yanındaki hayatın, bakışın, anlayışın ufkun farkında değil.

Evini arayan yalnızlıkla, evinden kaçan yalnızlık aynı şeyler değil. Evden kaçış kendi başına olumsuz bir şey olmasa da, ev zulmü veya baskıyı değil de başkalarıyla birlikteliği simgeledikçe evsiz kalmışlığın içini boşaltan bir yönelim.

Kendisini seçmiş bir insanı seçmek kendi gerçekleşmesini seçmiş bir insanı seçmişlik, kader arkadaşlığı değil çoğu kez. Bir bencilliğe gölge olmak, omuz vermek, kapı açmak.

Bencillik, başkalarının bencilliği ile karşı karşıya gelerek kendisini gözden geçirebilir mi bilemiyorum. Bencil karşı karşıya gelişlerden de kaçmanın ustasıdır çoğu kez.

Ustalık dedim. Başkaları ne kadar silik ise birisi için, başkaları ne kadar kendi işine yaradığı, işine geldiği kadarsa o kadar usta acemiliğinde.

Aynada yüzünü gören, başkalarının gözünün içine bakmışlardan değil artık.

19 Eylül 2011 Pazartesi

Birisini Seçtiğinde

Birisini seçtiğinde, seçiminin arkasında durabilecek kadar omurgalı olduğunu kabul etmen gerek.

Seçimin ne kadar özgür olup olmadığı gelecek zamanları da kapsadığında istisnasız her seçim her daim tartışmalı olacaktır.

Tercihi yaptığın an, gün başka seçenekler de belirebilecektir. Seçimi bitiremediysen, adeta her gün seçimde bulunacaksın. Karşındakine her gün her an seçilmekte, imtihanda, kapıönünde olduğunu hissettireceksin.

Seçim dramatiği, seçim eziyeti neden sürekli yaşatılma zorundadır hayat ortaklarına pek anlayabilenlerden değilim.

Evin çocuğu okulun, sokağın en akıllı uslusu, beceriklisi, şirini olmak zorunda değil. Benim gibi bir kocakafa bile evine gittiğinde evin oğlusu. Hayatı güzeldir, değildir ayrı konu. Bir gün daha iyisini bulduklarında kapı önüne konmayacak olmak iyi bir duygu.

Öylesine bir değiş tokuş furyasında ki insanlar, savunmak zorunda kaldıkları hayat tarzının sürekli rekabet gerektirdiğini, hastalık, tökezleme, eskime halinde hurda insan malzemesi muamelesi görmeyi onayladıklarının farkında değiller.

Birisini seçiyorsam dünyanın en akıllısı, beceriklisi, güzeli, şirini olmak zorunda değil. Mümkün olsaydı da, meselâ hangi okulu bitirdiğini, maaşının kaç olduğunu bile bilmeseydim diyebileceklerdenim, siz bana bakmayın. Bazı şeyleri isterseniz kurcalayın. Ama dünyanın en şirinini, başarılısını, önü açığını seçseniz bile rüzgâr nun için de ters yönden esecek bir gün.

Bir arkadaşım bir kıza evlenme teklif edecekti. Yıllar önce. Abi dedi, evlenme teklif edeceğim ama bu bir "impuls" mu, yoksa gerçekten ben bu kızı seviyor muyum? Beni, duygumu, tavrımı, seçimimi sına!

Çaresizlikte insan çareyi kolay buluyor sanırım. Dedim ki: "Kızı nikah masasına oturt!". "Oturttum Abi!" dedi.
"Şimdi merdivenden aşağı yuvarla!"
"Yuvarladım abi! Yalnız ben mi itecem, kendisi mi düşecek anlayamadım?"
"Tabii ki kendisi düşecek, hiç beklemediğin anda, Kaçık Herif!"
"Peki Abi, düştüğü gözümün önünde. Yuvarlandı."
"Şimdi, artık bir daha yürüyemeyecek. Belki de konuşamayacak doğrudan. Çocuklarınız olmayacak. Hayatı yatakta geçecek.
"Tamam Abi, ama bazan tekerlekli sandalye ya da tekerlekli yatak ile taraçaya falan çıkarabiliyor muyum?"
"Çıkart, sana izin!"
"Sağol Abi!"
"Peki şimdi kaçmak mı istedin, hemen yanına koşmak mı?"
"Yanına koşmak Abi!"
"Halâ o senin için vazgeçilmez, en birinci, hayat boyu yanına koşacağın birisi mi?"
"Evet Abi yav, ver elini öpeyim, ben gidiyom, evlenme teklif etmeye!"

Ve gitti. Kız sormuş, "tamam da nasıl emin olabiliyorsun?" demiş. İlk evliliğe doğal bakmayan kuşaktılar sanırım, kendilerini rasyonel seçim öznesi sanan ilk kuşak...

Çocuk da ona demiş ki: "Seni merdivenden yuvarladım, yuvarlanmış hayal ettim ve bunu daha düşünür düşünmez hayat boytu yanından ayrılmak istemeyeceğimi düşündüm!" Kızın gözleri dolmuş tabii.

Çocuk süklüm püklüm geldi. Ne oldu dedim sırıtarak: Çok duygulandı: "Beni bir sen sevdin. Ama, seninle evlenemem, taşınacağım, bir başkasının teklifini kabul ettim bile!" demiş.

"Seni sevmiyor muymuş?" dedim.
"Seviyo Abi! Ha Abi merdivenden yuvarlamayı kendi icadım gibi anlattım."
Gülümsedim.

Başka bir zaman sordu. Ona bakıp bakamayacağını, öyle bir olay mevzubahis olsaydı. Dedim ki, ilk elde kaçıp gitmek geçmediğine göre içinden tercihinin arkasındasın. Ama usanırdın kaza geçirmeseydi bile. Kaçmayı düşününen belki tek yanında kalabilecek olabilirdi. Öyle ya da böyle, hayat hep başka şeyler gösterir, ama sadakat duygun, kararının arkasında durur gibiliğin güzel meziyetler, en azından kağıt üzerinde. Gülüştük. Evet Abi, "usanırdım" dedi, "merdivenden yuvarlanmadan önce bu konuyu kaşısaydın!"

Aslında hiç de belli olmazdı. Sadece kendim için şunu düşünmüşümdür hep: Başkalarının yanlışlarını yapmamaya bağışıklıkla doğmadın. İpin ucunu salma. Bana olmaz, ben satılmam da deme, başkaları bunu hakederek doğmuyor. Bir insan sana emanet olacak sadece. Kararı, doğrusu, yanlışı kendisinin ne beklentisiyle ne de beklentinle zorla hayatı. Tevazuyla, günlük gayretle, insalığı elden bırakmayarak, sürekli çare aramayı, çaresiz kalmayı göze alarak hale rıza göster. Yani tevazu içinde diren, inat et, çarpış, kapış gerektiğinde, ama emanet, emanettir unutma! Kendini başkalarını sınamak için emanet etme. Hayatta her sınavı, sınanmayı geçecek insan az çıkar. Hatta hiç çıkmaz. Hayata meydan okuma! Haksızlığa meydan oku! Zulme meydan oku! Haksızlığa meydan oku! Kazan ya da kaybet, at üstünde, yol üstünde öl!

Birisini seçmiş de olabiliriz, birisi üzerimize kalmış da olabilir, yani bize öyle gelebilir, durumu onayladığımızda tercih artık bizim. İstisnalar? Size ne istisnalar bulurum neler, ama burada istisna olmayan haller önemli, boşverelim istisnayı.

Bir insanı seçmişsiniz. Sürekli itip kakmanın ne anlamı var? Ortak noktalar bulmak için kapışmanız, anlaşmazlıklardan tüymemenizi konu edinmiyorum, dikkat edin, karşınızdakini sürekli yeniden yeniden yeniden seçiyor gibi halinizden bahsediyorum.

Meleşecek, koklaşacak mevzu her insanla bulunabilir mi bilemiyorum. Ama hayat arkadaşınızı rasyonel seçim öznesi gibi ya da değil, kendiniz seçtiğiniz de dahi muhabbetten bir oda açamıyorsanız sorun tercihte değil. Tek sorun tercihte değil. Bin bir bileşende.

Hayat tarzlarımızda geleneğin herkese hazır kalıplarını yarım insan ömründe keşfederek, yazarak bozarak, çizerek, birbirimizin çivilerini çıkararak yola salan bir yan var gibi.

Ne eskileri eleştirmek çok bilmişlik işi, ne de hayat tarzlarının gelenekleşmesi, nesillerce işlenmesi karşı koymamız gereken bir şey.

Beraber hayatın ontogenetik'i ile filogenetik'i yani bir insan hayatı boyunca ve toplumlarda kök salış tarihleri boyunca ele almamız ne zamandan beri entellektüel bir proje olmak durumunda kaldı diye düşünüyorum. Taş devri insanlarının becerebildikleri aktarımları çocuklarımıza sunamadan, tecrübe birikimlerini dolaşıma sokamadan çekip gitmemiz gerektiği gibi bir duygunun içinde yüzleşip duracağız: Gerçekten seviyor muyum? Kazık mı yedim? Kazık mı attım?

Eskiler için kuruntu olan, yeniler için itici güç gibi. hayatlarımız içinde yaşadığımız insanlıktan koparıldıkça, yolundukça.

Birisini seçmek demek, onu seçilme seçilmeme derdinden de çekip almak demek. Eskiler için görgüsüzlük olan bugün modern ise, ilkelliği moderniteye ikame ediyoruz demektir.

Başka bir anlamıyla insan diyebilir ki: Her gün hergün seni seçiyorum. Sana mahkum değilim. Sen benim hayat ortağımsın. Her halinle seçiyorum.

Yürümeyen, yürümez arkadaşlar! Yürüyecek de yürümüyor böyle:)

17 Eylül 2011 Cumartesi

Birisini Seçmek

(Yazı çok aksıyor, hiç düzeltilmedi, kısaltarak yazdığımdan bazı kısımlar çelişkili gibi görünüyor, okurken bütününden belki bir şey çıkar. Elden geçirmem lazım. sadece bir hatırlama notu olarak düşünülmeli)

Birisini seçmek dar anlamıyla sevgi işi değil, kalbinin sesini dinlemenin ifadesi hiç değil. "Sevgili"nin mevzubahis olması dahi bazı kriterlerden, önceliklerden yola çıkmamıza, dünyayı dümdüz etme hakkımızın olmadığını görmeye engel değil.

Seçim sevgisizlerin seçimi de değil, insanların tercihleri kalpsizlik işi olsa da çoğu kez.

Aşkı, sevgiyi bazan dönüşümlü kavramlar olarak kullanıyorum. Tanımlarını bir ölçüde boş bırakmam zorunlu gibi. Sevgi diyorum, aşk diyorum bazan ortada somutlaştırılmış hedef yok, hedef olmadığı halde şıpsevdilik de yok.

Bir insanı seçmek aşk veya sevgi işi değil çoğu kez de ondan demeyeceğim. Diğer insanlara yükümlülüklerimiz, sorumluluklarımız önemsizdir, aklı ve mantığı çağırmak gereksizdir demediğim gibi.

Tersine, gereklidir! Hesabın kitabın da insanî, aşkı besleyen yanı vardır, insanın kanını donduran yanları da.

Sevgi dolu bir insan şıpsevdi değildir. Hesap, kitap, beklentiyle işi olmaz; hesabı kitabı varsa başkalarıyla bir aradalığın unutulmamışlığıdır, unutulmamışlığındandır. Aşık fetihçi, kapkaççı olmamıştır aşk tarihi boyunca.

An gelir, dünyaya karşı koymak, meydan okumak, rezil olmak, vezir olmak, kepaze olmak elzemdir.

An gelir, kenardan geçilir.

Aşık maşuğun nedim(es)i, nikâh şahidi falan değildir. Kenardan geçiş, uzak duruş hoşgörü ve serbestlik kelebekliği değildir. Başkasını düşünme, insanlık üzerine titreme, insan gibi yaşama ve yaşatmaya rüyalarından kurban verebilmektir.

Aşık dünyayı çiğnemez, insanı itip kakarak yoluna varmaz. Yolunun son'u zaten sevdiği, maşuk değildir. Yol üzeri, yol kenarı, git gide sönen bir çıkış noktasına da dönüşür.

Aklın aşka üstünlük kurması aşkı ezmeden olduğunda, aşkı feda etmediğinde vicdan kanamaz.

Aşkın akla galip gelmesi de insan oluşu, komşulu oluşu, halk veya başkaları içinde oluşu ezmediğinde bencillik işi olmaz.

Aşık kenardan geçse de, alıp sevdiğini dağa çıksa da insanlık bayrağıyla yola çıkar.

İnsanlık yoksa, başkaları içinde oluş yoksa, aşk dünyasında vatandaşlık yoksa aşık yoluna tükürülesi birisidir arkada bıraktıkları için.

Taşlanmayı göze almayan aşık ise dosdoğru değildir! Derisini selam verdiğinin elinde bırakmayı göze almayan hayatın pamuğunu atmak için yola çıkmaz.

Her şey doğru anlaşılma, takdir edilme, edilmeme üzerine kurulmaz. Aşkın da meşruiyet gerekçeleri, iddiaları, temelleri vardır. Erbabı bilir. Deriyi cesede örter. İrfanın, maarifin zerafeti buradadır.

Üzerine tükürülen toprak parçası ziyarete dönüştüğünde anlayış geçmişe yönelik değildir. İnsanlığın yolunu bulmuşluğundandır. Yeni hallere körlük ise kuraldandır.

Maşuğun kimi seçtiğini pek konuşmadım. Zamanla ele alırız. Aşık için maşuğun rahatı seçmesi aşka hakaret değildir çoğu kez. aşık'ın itirazı dünyaya, dünyanın haline itirazdır. Bizi insan yapan şartların insanlık dışı oluşuna vurgudur. Olmaması gerekene vurguyla zulüm ihtiyarlatılmaktadır. Aşık, başka bir dünya daha yokken onun yolcusudur!

Aşığın itirazlı, itirazsız gidişi, kapıya dayanışı ya da uzak duruşu aşk mantığı diyebileceğimiz kolay anlaşılamaz bir diyalektiğin hareketleridir de.

Kimi aşık insanlığı tuttuğu eli savunarak ayakta tutar, kimisi el bile tutmayarak. Aşk bir dengeler tarihinin, itirazlar tarihinin, aşıktan aşık'a selam göndermeler tarihinin ifadesidir de.

Aşık'ın ezbere kuralları, idealleri, ikeleri yoktur: Aşık hiç bir şeyin işlemeyebileceği bir ucu açıklıkta hayatı, insanı, toplumu hakikati içinde kabul eder, hakikatsizliği içinde reddeder. Aşık dünyaya, insana, komşusuna sadakat içerisinde isyan eder. Bilgisi yoktur, hikmete açılmış kapısı vardır. Praksis, fronesis, sürekli hakikatle düzeliş, rıza içinde itiraz kurama ancak katkı sunar. Kuramın valisi, egemeni, hakimi olmamanın yolundadır aşık.

Sevgi ve Aşk için sevgi ve aşkın terbiyesi, doğru düzgün bir sosyalizasyon, başka insanları önceleyebilecek bir hal gereklidir.

Sevginin gelip kendisine dokunmasını bekleyen sevgiyi seçmez, sevgiye sabretmez. İşine geleceği bekleyiş olmasa da.

Sevgi sevgi kapısı açar mı? Evet, evet, kesinlikle açabilir, mümkün. Kendisini seveni sevmek de bir büyüklenme işidir, yalnız. Aşık ise fanidir, küçüktür, bir sızıntıdır, esintidir.

Aşık kimseyi ezmeden, çiğnemeden olur ya maşuğun elini tutabilirse aşkı çiğnememiş olur da, hayatı hayat olur mu olmaz mı bize de bağlı. Aşık aşkı somutluğun alanında göğüslerse imtihan olan bizleriz. Toplumsal dayanışmadır aşktan çok imtihan edilen. Somut aşk, el ele insanlar, aşkın sınanmasının kapısını açmazlar.

Somut aşk bir uygulamadır, yorumdur, eldeki malzemeyle evi inşadır. Zemin, dünya, etraf, eldekilerle bir kavram inşa edilmez, hakikati olan bir kavrama sadık yaşanır. Kılavuz, hayatı selamlayıştır.

Ezberleri yoktur Aşıkların. Hafızaları toplumsal hafızanın dilinin hafızası olsa da.

Maşuk değildir mantıkla aşkı sepetleyen her daim. Aşık da kâh akıllıdır, kâh delidir. Meydan da okur, meydana çıkmadığı dahi olur. Aşık'ın aklı aşk-akıl savaşının aklı değildir. Dünyanın, dünyadalığın, gelip geçiciliğin, geriye bırakılabilcek olanın aklıdır, aşkıdır.

Bir insan bir insanı seçtiğinde, en son aşk test edilir. Ey Talip!

12 Mayıs 2009 Salı

"Onu Gördüm Dünyam Değişti!"

Daha önce görmüyordum.

Daha önce görmemezlikten geliyordum.

Daha önce göremiyordum.

Daha önceleri görmek işime gelmiyordu.

O ayırdedilir bir insan. Farklı bir insan. Farketmeden geçemeyeceğim, uyuklayan farkındalığını ayağa kaldıran bir insan.

O işime gelen bir insan. İşime gelen zamanda, işime gelen özellikleri yazabileceğim, yanında sancısızca, eski halime dönme opsiyonunu yitirmeden değişebileceğim bir insan.

Dünyaya bakmam gerektiği gibi bakamıyordum.

Şimdi dünyaya bakmam gerektiği gibi bakamıyorum.

Büyülendim. Geri alabileceğim özellikler yazdım. Kapıldım gidiyorum.

Ona esirim. Herşeyi riske atabilirim. Lolipopumun rengini bile değiştirmem onun için, ama çok değiştim.

O ne yapsa hoş görürüm.

O ne yapsa aynısını yaparım Hatta daha beterini. Görsün gününü.

O çok farklı, beni farketmediğim bir dünyanın eşiğine getirdi.

Eskisi gibi değilim. Çok değiştim. Değişmek üzereyim ama, ne olur ne olmaz, diğer imkânları elimden çıkarmıyorum.

Onu çok seviyorum, ama, ...

O ne derse yaparım, ama, değişmek çok zahmetli, kariyerimi de düşünmek zorundayım.

O bana uymalı ama. Hem ne kadar yetenekli, başka şeyler yapsın. Bana ne. Bu benim tek şansım, sadece o varmış gibi hayatta, tek ata oynayamam.

Ay ağzımın içine bakıyor, sıkıldım ya.


Ay bana baktığı yok, aşık usandırıyor ya.


Ay gözü hep dışarda, bıktım ya.

Birisini gördüm bugün, sen olmasaydın mutlaka onunla olurdum.

Ya çekip giderse. Ya başkasını bulursa.

Sandığım gibi değilmiş. Evdeki bulgurdan olduk.

Sandığım gibi değilmiş. Bak ne kadar popüler.

Önceleri kimseleri sevmemişim. Önceleri sevmeyi bilmiyormuşum. Önceleri gerçekten kimseyi sevmedim, sevgi dolu bir insan olduğum halde, işim vardı, koşuşturmadaydım. Sevebileceğim bir insanı bekledim, Hep aldatıldıım, yalanla yaşamak istemedim, şıpsevdi değilim.

Onu gördüğümde, "İşte Bu!" dedim. Gerisine önem vermedim. Evli mi, nişanlı mı, bir seveni var mı, karaktersizin teki mi aldırmadım. Evdeki ne der düşünmedim, yok, garantilemeden konuşmadım, sonra ayrılacak bahane aradım. Yok yapayalnızdım, hayatımda kimse yoktu.

Paçadan daldım, dalmadım, başka birisini seviyor sandım mesafeli davrandım, böyle birisi olsa hayatımda dedim, ama çok acı çektim, onu seveni gördüm çok beğendim, onu seveni gördüm içimden boğazlamak geldi.

O çok iyi bir insan. Onla olmam etrafımdakileri çatlatacak. Kariyeri etrafımdakileri perişan edecek. Egoist diyorlar ama, herkes kendini düşünür. Hiç de bile, benim gözümde o... hık mık.

Arkadaşı olduğunu bilmiyordum. Söylememişti. Evde bir başkası beni beklerken ona güzel görünmeye çalıştım. Hayatımda başkası olduğu için ona yüz vermedim, buna yanıyorum, bunu yaptığım için kendimle gurur duyuyorum. Aa, kaçırılır mı? Aa, yangından mal mı kaçırıyoruz?

Onu çok beğendim. Adresini, telefonunu aldım. görüşüyoruz. Evdeki? Farketmedi, bana güvenir, yanında görüşüyorum. Kaptırır mıyım kimseye. Tabii ki kimseyle tanıştırmam.

Onu çok beğendim. Ne kadar değişik ve tatlı bir insan. İçim ısındı. arkadaşlarımdan birisi onu ne beğenecek, ilk fırsatta tanıştırayım.

Sandığımdan daha kapasiteli çıktı. Manyağın tekiymiş. Ya elimden kaptırırsam. Yedeklemem lazım. Kurtulmam lazım. Ona dünyayı dar ederim. Burnundan getiririm. Elimi sallasam ellisi. Bıktım artık. Onsuz yapamıyorum. Pişman olacak!

...



Öyle ya da böyle. Hatta hiçbirisi.

Bir kitap okumakla, bir insan görmekle dünyalar değişmez.

Siz o dünyanın zaten bir parçasısınız. İçinde yetişmektesiniz.

İçinde ölçülen, biçilen, belli tarzlarda yaşanan, belli tarzlarda isyan edilen bir dünyada.

Özgünlük dünyayı, hayatı, geleneği, insanı bilinebileceği kadar bilen ve her yeni durumun, an'ın bilinmezliğini kabullenen, eyleyen, değişen, sorumluluğunu asla başkalarına delege atmeyen ya da yıkmayan insanın mütevazı, sınırlı sonlu, yanılabilir, eleştirilebilir, insaniyete hesap verebilir hallerinin meyvesi.

Sevdiniz, çarpılarak sevdiniz, önceden sevmediniz ama şimdi hayatınızın aşkını buldunuz, anladık, ama, kendinizi hiç karşı tarafın yerine koydunuz mu? Onu onun için beklediniz mi? "Kendinizden" bir ölçüde de olsa vazgeçebildiniz mi? Geçtiniz diyelim, kendiniz miydiniz ki? İnsan başkaları ile alışveriş içerisinde kendisi oluyor. Siz, "size özel rüyalarınız"dan mı bahsediyorsunuz, başkalarının bir biçimde iteklendiği? Kendinizden geçmiyorsunuz, toplumsallaşıyorsunuz sadece. Fedakarlık sandığınız insanlarla ilişkinin küçük bir parçası.

Ne aldığınıza mı bakıyorsunuz? Sadece ne verdiğinize mi bakıyorsunuz? Tamam iyi de, bu aşk mı?

Birisini görüyorsunuz vuruluyorsunuz. Bu fena bişey değil. Bundan öncesi ve sonrası nasılsınız ey İnsan?

Eğer bazan kendinizi başkalarının yerine koyabiliyorsanız, hesaplı fedakârlıktaysanız, pazarlıkla "taviz" koparabiliyorsanız, en fazlasıyla "empati yapıyorsunuz" demektir. Yani sizin hesabınızda kitabınızda, anlayışınızda, ruhunuzda, ufkunuzda olmayan bir insanın yerine koyuyorsunuz kendinizi, onca hesap kitabın arasında. İnsanlık, sizliğiniz'e baştan katılmamış, insan sizden konuşamıyor. Bazan, duruyorsunuz ve insanlık yapıyorsunuz. Oysa, insanlık kişiliğin, bireyselliğin, birey ya da kişi olmanın tavrında, duruşunda, hamurunda, çamurunda.

Önünüze geleni sevmek zorunda değilsiniz. Şıpsevdi olmak zorunda değilsiniz. Seveceğiniz birisi karşınıza çıkmamışsa sevgisiz değilsiniz. "Çarpıldıysanız", ille de aşık değilsiniz. Evet, belki bir anlamıyla. Kıyısından, köşesinden.

Aşkın kültürü, başkalarının varlığını kabul edişin kültürüdür. Öncelik verişin. Aşk ne egoist işidir, menfaatte/menfaate yatar, ne de kendisini unutuşun, kendisine karşı sorumsuzluğun onaylatılmasındadır.

Aşık, evet, diğerkâmdır, ama bu, kişilikli bir insanın, hayatı olan bir insanın başkasına öncelik vermeye açılışıdır. Sanıldığı gibi kendisini unutmaya değil, bulmaya açılır. Karşılıksız, pazarlıksız, çıkarsız sevgi, kendindeki sevgiyi, öncelik verebilmeyi, hesaba tüm insanlığı, kainatı, hakkı hukuku katabilmeyi sevmeye de açılıştır.

Aşık, sonunda kendisini de severse, aşkı severse, insanlığı severse aşkın kıvılcımı görülür hale gelir.

Sevmek ne işgal, ne kapıp koparma, ne de kendisine ayırma işidir. Birisini delicesine sevmeden de sevgi dolu, aşk sahibi olabilirsiniz.

Çölde kayboluş da aşk yolunda kayboluş.

Toplayacağınız meyve başınıza düşebilir. Ağaçtan yere çakılabilirsiniz. Gölgesi birilerini serinletecektir yine de. Meyvesi, kurda kuşa, börtü böceğe, insanlığa mirastır.

Toprağınızda hayat yeşerecektir.

Sevin, aşık olun, ama sakin olun, talan etmeyin, haramilik etmeyin ey insanlar.

Sevince herkes için, insanlık için, kainat için sevin.

Sahip olmak istemediğinizi de.

Ve başkaları için de sevin.

Hakiki aşk adildir dünyasına karşı.


Bir ahlâkı, hukuku, bilgiyi, bilgeliği, oluşu, oluşmayı, önemsemeyi konuşur Aşık.

Onu görünce dünyan değişmeyecek. O o değil. Dünyan dünya değil, çoğu kez.

Tasalanma. Kendinden, insan olmaktan, insan olarak/insanlaşarak kendin olmaktan vazgeçme. Kendinden bu şekilde geçiş sadece bir eğretileme.

Sadece kendin ol Ey İnsan! İnsanlar içinde bir insan. Hakiki bir insan! Kainatta, bir fani, bir aşk, bir açıklık, bir arayış, bir tevazu. Başkalarını ta başından işin içine katış. Hayat çiğnemeyiş.

6 Haziran 2008 Cuma

Aşk ve Yalnızlık

Aşk eninde sonunda yalnızlık gibi görünüyor dediklerinize de bakarsak?

Olur mu? Aşk bir insandan. Kollektif bir eylem değil ki. Yani hem kendimize kavuşmanın, hem başkalarını görmenin, onların bize bakışını anlamaya çalışmanın yurdunda yaşayış. Aşkta yanılsama yok mu? Var. Aşkın duvarlara çarpanı, yol keseni yok mu? Var. Ancak aşkın aşk olmaktan çıkması ile ilgili bunlar. Aşkın kültürü, tavrı, duruşu, terbiyesinin noksanlığı.

Üç dört senede aşkın bittiğini okuyoruz, evliliklerde, sonra dostluğa dönüşüyor, yalnız yaşanan yalnız bırakan bir iş. Ne diyorsunuz?

Derin bir nefes alıyorum önce. Aşk "bir kimya" imiş. İstatistikler, biyokimyacılar şunu bunu diyormuş. Sonra dostluğa, alışkanlığa dönüşüyormuş. Bunu diyenler kimler? Konformistler. Hiç aşık olmuşlar mı. Köpekler gibi ulumuşlar mı? Sevilmeye layık olmadığı düşünülen bir insan için, aşksız bir insan için bile neleri var neleri yok köpeklerin önüne atmışlar mı? Derisiz dolaşmışlar mı? Karşı tarafın gözünün içine bakmışlar mı? Yataklarından ömür boyu sevdiklerinin adını sayıklayarak kalkmışlar mı?

Bunlar çekim duyabiliyorlar atraksiyon yani. Beğenebiliyorlar, birbirlerine bazı özellikler yazabiliyorlar. Ama birbirlerinin gözünün içine bakmıyorlar. Bir insanı tanımak, bilmek, ne yapabileceğini kestirebilmek, ne düşündüğünü sezebilmek, söylemeden anlayabilmek, anladığını söylediğine tercih etmemek, kafa karışıklığıyla yaşamak yorucu da olsa, ne müthiş bir şey. Anlamak, sözüne saygı. Anlamak ne olduğu, söylediği ne olacağı ile ilgili, bu gerilimde nasıl olacağının derdinden bakabilmek. Bir insanın ne olduğu ile projesi yani ne olmak istediği arasında at koşturabilmek, takılıp kalabilmek, bunalabilmek bu insanların işi mi?

Rahatlar. Çizgili pijamaları ve terlikleri ya da pijamasız ve terliksiz dergi okuyucusu kılıkları bizi şaşırtmasın. Rahatlar. Kalıplarını yaşıyorlar. Gelenekçi ya da geleneksizler kendilerince ama aynı gelenekten, gelenekselliktenler. Aşık, hayat dünyasının, kültürünün, terbiyenin derinliklerinin, inceliklerin dünyasının, özgürlüğün ve sorumluluğun, boyun eğmezliğin ve boyun eğmişliğin, yolda oluşun, kalıpsızlığın, açık ufkun insanı.

Kalıplar kötü mü? Hayır. O sayede tek başımıza yapamayacağımızı yapıyor, bulamayacağımızı buluyoruz. Bulunca da bunuyoruz o ayrı. Herkes ufka açılsa, dünya dünyalıktan çıkar. Stabil olanda, gezinenin çekirdeği var, desteği var. Gezinende hayatı stabilize edici irfan deneyim, hayatla sınama hayatta sınama var. Kalıpla yaşayanlar da hayatsız deneyimsiz değil. Ancak her deneyim de sonuna kadar deneyim değil. Aşık çizgiyi biraz daha aşıyor. Ama bir alanda konformist olanın başka bir alandaki tecrübesine yaklaşamayabiliyor da. Yani ne birisi herşey, ne de ötekisi hiçbirşey.

Aşkta bir heder edici, yalnız bırakıcı, çökertici yan yok mu?

Aşkta evet bir keder, bir melankoliye dönüşebilecek yan, bir saplantısallık var elbette. Çaresi? İnsanın bütünlüğü. Terbiyeden geçmişliği. sorumluluğu inceliği.

Kültürlü oluş kapıp koparma, ukalalık, lafazanlık, malumatfüruşluk değil. Hayata, hayatına incelikle hakim olma işi, attan her daim düşebilecek usta bir binici kadar. Kültürlü oluş, insan oluş! İnsan olmayana kültürlü demek arif ve maarif kavramlarını yakmaktır. Şimdilerde ukalâlara, çakallara, asalaklara, ömür boyu çalışmamışlara, acımasızlara yetişmiş, kültürlü insan diyorlar. Yeni üniversite idealimiz bu ve kültüre kontra gidiyor! Sömürge okulları mı kurduk, kuruyoruz 12 eylülden bu yana? Aşık insan yarım insansa aşk ne yapsın? İnsan bir bütündür. Her yanı aynı anda gelişmez. Bir yanı bazan öbür yanlarını körleştirir, ya da ileri çeker. Evet insan hayatında bir ilerleme, gelişme söz konusu, bunu bireysel hayatta hemen gösterebiliyoruz. Toplumsal hayatta var mı başka bir konu, ileride ele alırız.

Ancak yarım insan zaten yarım kalmaya da niyetli insan. Aşık olamayan insan, karşı tarafı düşünemeyen insan, bütünleşemeyen, kendini tamamlayamayan insan da. Bu konformist tavır değil. Vahşet. Hayatı deney haline getirmişlik, ama deneyden öğrenemezlik. Kitapları, eserleri kutsama, onları yazanları ise yakma işi. Bir yağma.

Bir yağma estetiği, iğrencin kabanın estetiği. aşkın topşumsallaştırıcılığına, yumuşaklığına, tevazudan bakışına aykırı. Üstelik monologcu, sosyalizasyona cahil ve halk düşmanı.

Yani aşık olarak kurtulacağız?

Şaka yapmıyoruz, öyle demesek de. Aşksızlık, komşusuzluk, başkasızlık bir dert, adeta son vebamız!

Diyorum ki, başkasını anlayarak bize bakışını anlayarak, kendimizi buluyoruz. (Anlama nedir ne kadardır sorunlaştırmayalım hemen). Aşık'ın duruşunda temel bir insani özellik var dikkat edelim. Yarım insanın, ukalanın, bay bayan imajların aşkı ukala, hava atma aşkı, fetihçilik, avını gösterme işi.. Aşkta ukalalık olmaz. Aşk tevazu işi. Önünde eğilme işi. Buna mı aşık oldun denilebileceğe karşı bile öyle. Maşuk av değil. Maşuk başkalarına ganimet olarak anlatılmak için edinilmez kapılmaz. Önünde eğilirsin. İsyan edersin. Çeker gidersin. Kendisi için istediğinden asla azını istemezsin, önermezsin. Kendisinde bulduğundan azını bulmazsın.

Esir almaz, hapsetmez, ama lakayt da kalmaz aşık. Aşık bazan kafayı yer, halıyı, çayırı ısırır, aşksızdan daha çılgındır belki ama, çılgınlığı aklıbaşında bir çılgınlık, ahl3aklı bir çılgınlık, ölüçülülüğün, had hududun çılgınlığıdır.

Had hudut aşılmaz mı hiç Efendim?

Bazan, bazı şeyler, mantığının sonuna kadar götürülür. Götüren, sınırları aşmanın ustasıdır, derisini de riske atar, riskini de. Usta değilse, insanlıkta tecrübeli değilse, en deli haline bile insanlığı sindirememişse, yine de yumuşak huylu bir yanı hakim olursa iyi meczup olur halk indinde korunur, değilse taşlanarak sürülür. Bu iş böyle, inancı bile sonuna kadar götürürsen, akıl gibi, bilim gibi, neyi sınırlarına taşırsan, taşlanma ihtimali doğar. Denge ve orta nokta her alanda kolay tutturulmaz. Anlaşılır söylemek içinse anlamaya başlamak lazım, bu kısmı da retorik, sanıldığından ciddi iş.

Aşk, yalnızların işi başka bir anlamında ama?

Evet, bireylerin işi en derin anlamında. Kaçışın değil, olacağını olmuşluğun, atılacağı atarlığın alanında. Oluş içinde, ama yok oluş içinde de.

Ancak, aşk yalnızlaştırıcı değil, başkasını açıcı. Aşık yalnız kalsa da, yalnız kalan bir öncü. Bir sınır nöbetçisi. Bir mayınlı tarla kuzusu.

Aşık üç dört senede usanmaz, uslanmaz diyorsunuz.

Diyorum ki, aşık, üç dört senede aşık bile olamaz. terbiye ömür boyu sürer. Aşkın terbiyesi ne çetindir. insanlık dahi insanı insanlıktan çıkarır, çivilerini çıkarır, ama yerine de oturtur. İnsan oluş, adam gibi adam, hatun gibi hatun oluş zaman ister, emek ister, didinme ister, mangal yürek ister ve de aşk ister. Aşk yolu bile aşksız olmaz. Aşkın kıvılcımı çakacak gözünüzde.

Aşkın metafiziğine doğru mu gidiyoruz?

Hayır, edebiyatına, kültürüne, geleneğine, lafzına, hakikatine. Söylediklerimiz ontolojikten çok ontik olanın alanında olabilirdi, emin değilim, çünkü, ben başka bir yerden temellendiriyorum. Bir bilinmeyenden. Herkesin bildiği yani: Geleneğimiz! İşin başındayız. Analitik olarak yerleştirme sonraki iş.

Son bir soru, İlahi aşk dışında bir devamlılık görülmemekte iken siz hepsine devamlılık yazıyorsunuz.

Şimdi bazıları ilahî aşkı da insanî aşka uyduruyorlar. Naz şu bu gibi kavramlar. Bazıları gerçekten yerinde ve güzel kullanılmış bir diyeceğim yok. Ancak sadece edebî sanatların devrede olduğunu, mecazî okumasını bilmek kaydıyla. Ben tersine diyorum ki, manevisinde de manevi olmayanında da aşk karşısındakine öncelik veriştir. Bunu başka söyleyenler de var, vardır, ilk ben değilim, olamam. Ancak evet, bu konudaki iddiasallığı çıkarabiliyorum ya da çıkarsayabiliyorum, iddiam büyük görünüyor bazan yani iddalı görünüyor iddiam, oysa hayat dünyamızı okumak yeterli. Bu anlayış zaten var, tasnif et, eleştir üzerinde düşün. Düşünmek ille de bu değil, bunu bir yöntem olarak sunmuyorum. Aşık, yoldadır. İhtimamın yolunda, karşısındakini okumanın dinlemenin anlamanın yolunda. Dinleyerek bakar. Bakarak da dinleyebilir. Görmeyebilir de. Görülmeyeni de farkedebilir. Başka bir dikkatin hayatı(ndayız).

Aşıklık tek yanlılık da oluşturabilir. Bunlar mevzumuz değil. Burada aşkın aşık'ı içe çekebileceğini reddetmiyorum. Ama dışa açık olmamanın sonucu değildir, çekilme. Tartışmaya çalışalım fırsat buldukça.

Aşkta Hukuk, Özveri, Karşılıklılık Üzerine

Aşığın hakkı yok mudur?

İnsanın ne kadar hakkı varsa aşığın da o kadar hakkı vardır. Aşık hakkı aşk'ın değil, "ilişki"nin alanında söz konusudur. Sevilenin yükümlülüğü değildir, insanlığıya, insanlık imkânlarıyla , hal ile alâkalıdır. Aşık'ın hukukunu gözeten toplum ise, aşk'ın kültürünün beşiğidir. Maşuk, hakkaniyet adına her sevenine gül yüzünü göstermez. Seven, kendi adına sever. Sadece sevdiği için zulme uğratılması insanın elbette kabul edilir değildir.

Aşığın incitilmeme hakkı yok mudur?

Hayır, yoktur. İnsanın, incitilmeme hakkı vardır. Ama, insanın incinerek insanlaşması da söz konusudur, inciterek değil. Bu, eziyetin hoşluğundan değil, insanı tanımak, hali tanımak, tecrübelere tecrübeler eklemek, çaresizlik hallerini görebilmek için gereklidir.

Aşığı incitmeyecek sevgili ne mümkündür, ne de gereklidir. Mümkün değildir, aşk karşılıksızlık üzerine kurulur. İncitilmeyen aşık varolabilir, ama karşılıksız aşk kadar karşılıklı aşkda da her şey yolunda gitmez, insanlar anlama anlaşma özürlüdür, sonsuz tecrübeleri yoktur, sevgi şımartır da bazan, havalandırır, uçurur, yere kapaklandırır, ve de uyandırır.

Aşk umutsuz bir vaka gibi görünüyor?

Karşılıklılığın, hakların alanı iki insan arasındaki ilişkidir. Yani ilişkide ve ve ilişkiden beklenti olur. İlişkiyle "seviyeli beraberlik"leri, cinselleştirilmiş iletişimleri yani iletişim bozukluklarını kastetmiyorum. İlişki, iki insanın bir biriyle bir beraberliğinin, hukukunun olması durumudur. Bu ister dostluk, ister aşk, ister evlilik, ister arkadaşlık olsun. Buradaki "aşk" başka bir anlamıyla kullanıldı: İki insanın arasındaki çekim, sevgi, yakınlık üzerine kurulu bir hukuk, bir ilişki.

Aşk, karşı tarafı yükseltme, öncelemedir. Bazı felsefeciler nesnelikten çıkarma derler belki buna ama eksik olur. Neyin öznesi, hangi anlamda olduğu açıklansa da birbirinden bağımsız alanların baskısıyla bu kavrama giriliyor. Özne nesne kavramlarını bu aşamada fazla kullanmak istemiyorum. Ancak gerek yabancılaşma konusu, gerek monolojik bir anlama anlayışının eleştirisi olarak ileride özne nesneden çok intersubjektivite sorunu olarak, öznelerarasılık sorunu olarak da tartışmaya çalışalım. Şimdilik kavramların kendilerinde, aşk'ın sorunlarında kalalım.

Aşık maşuku kaybedebilir. Maşukun haberi dahi olmayabilir. Ancak aşık kendini kazanır. İnsanı öğrenir. Başkasını önceleyerek, başkasının bakışıyla kendine bakmayı öğrenebilir. Burada empati sorununa giriyoruz. Aslında kavram, burada söylenebilecekleri kapsamaktan uzak, ama tartışma alanı buralarda bir yerde. Bu konuya da ilerde dönelim, bu bağlamda tartışalım. Hem Husserldeki ele alınışı ile öznelerarasılığı anlaşılır kılamadığını Theunissenle birlikte söyleyelim, hem de daha ayrıntılı ve karmaşık öznelerarasılık kuramlarının kişilik ve bireyselliği açıklasalar da empati kavramını gereksiz kılmadıklarını gösterelim.

Sevgilinin farkedemediği, kıvrandırdığı hatta zulmettiği aşık kendisine türlü gözlerle bakmayı da öğrenir, karşı tarafı esiri görmemeyi de: Yani nesneleştirmez. Ama nesneyi özne yapmaz aslına bakarsanız. Kendisini geliştirir, özne tarafını, sorumluluk tarafını, bakan gören, anlayan, sezen tarafını. Eyleyen tarafını.

Sevgili yiter, ama kendi insanlaşması kalır. Yani ele geçen, elde ettiği, kazandığı daha çok kendisidir.

Aşk diğerkâmlık mıdır?

Egoistlik değildir, Efendim. Evet bir ölçüde diğerkamlık olabilir, ama bir kulluk kölelik işi değildir. Yönelmenin bir yanının öne çıkmasındandır bu insanın bütünlüğünü yaklaşımlarındaki diğer yanları, adalet istencini, kendi ahlakını yani sorumluluğunu terketmemesini getirmez. Aşık meslekten aşık değildir her daim. Meslekten aşık da daha az diğerkâmdır, daha çok aşkın, hayatın, sözün, insanın tecrübesini aktarandır. Daha az diğerkâmlık daha çok egoistlik değildir. İşi bir çeşit metaaşktır diyelim, biraz nükteyle de olsa.

Kul lafzı çok geçer ama edebiyatımızda?

Evet ama, sanatla söylenir. Metafor, eğretileme vesaire. Kulluk tanrıya olur. Ama bunda da kölelikle karıştırılır. Kulsun ama kul olduğun seni geçmişinde, anında ve geleceğinde bilir, görür, anlar. Mecazi anlamında bir ihmalkâra yani görmeyene, anlamayana, halden bilmeyenedir. Her zaman olmasa da latiftir. Bazan gerçekçidir. Bazan hakikatinden, bazan ahlâkından bakılır.

Aşk bir kaçış, mazoşizm, ruhsal bozukluk mudur?

Olur mu? Aşksızlık bir belâdır. Başkasızlıktır. Anlayışsızlıktır. Tevazu yitimidir. Aşk pişirir, olgunlaştırır, insan eder, işgalci değildir, esir almaz, ele geçirmez, muhabbetini sunar, bazan kendini sunarak incitmez bile. Gül yaprağına düşen damla bile değildir ağırlığı, eziciliği. İhtimam kime ne kaybettirmişmiş?

Aşk ahlâk bozar mı?

Aşksızlık ahl3ak bozukluğudur desek yanlış mı olur? Aşk kimseye zarar vermez, korur gözetir. Aşık ele geçirmeye çalışmaz ki şehvet edebiyatı diyelim. Aşık sever, korur kollar, zarar veremez, üzerine titrer. Etrafına aşkla yaklaşan insanlar yok mu artık da işi şehvet sanıyoruz. Ama evet, öncelikle aşk iki cins arasındadır. Ama aşk ilişki işi değildir. Bir bakış, görüş, kavrayış, öncelik veriştir.

Yani şehvet edebiyatı diyenler yanılıyorlar aşk lafzına.

Maalesef, evet. Cinselliğin de yeri yurdu var. İnsanlar cinsiyetsiz değil. Ancak aşksız cinsellik, karşı tarafa ihtimamsız cinsellik, bir ele geçirme, fethetme, kapıp götürme, zapt etme demek olur. Yani aşksız cinsellik ahlâklı bir şey midir? Bunun üzerinde de düşünsünler. Ama aralarında aşk yoktur da ihtimam vardır, ahlâk, hak, hukuk vardır, saygı vardır, sevgi vardır, üçüncü şahıslar ezilip geçilmez, itilip kakılmaz, bu insanların cinselliğine hakaret edemem. Zaten aşk, haktan hukuktan anlamayanların, ahlâksızların zevksizlerin, haddini bilmeyenlerin işi değildir. Aşık aşkda had bilmez, kendini ortaya koyuşda durumuna bağlı, burada mecnunluk kavramı da devreye giriyor.

Aşk konusunu tamamen cinsellik bağlamında konuşmamız, geleneğimizi tartışmaya açıp eleştirmeniz mümkün mü?

Elbette efendim, gayret ederiz. Ancak, açmak zaten eleştirmektir, anlaşılır kılma, yerine yerleştirmedir. Geleneğimizin sahibi değilim. Neferi de değilim. Ancak onun içinde doğduk, bin bir halini kavramaya anlamaya çalışıyoruz. Aşk da bir gelenektir, bir yanıyla. Bir terbiyedir başka yanıyla. Duruştur bir diğer açıdan. Uzatmayalım, hakim olduğumuzu ve tümüyle eleştirip işimizi tamamladık diyebileceğimizi iddia etmeden ele alalım. Geleneksizliği savunmanın geleneğe esaret olduğunu da belirterek, yeniden, işimizin gelenekçilik değil, hayat dünyamızı, insanı, kültürü ve kültürümüzü kavramak olduğunu vurgulayarak ara verelim.

Teşekkürler.

Bir cehalletten, bir cehaletten kurtulma halinden konuşuyoruz, kimselere yanlışımızı dikte etmediğimizi temenni ederiz, Efendim. asıl ben teşekkür ederim.

5 Haziran 2008 Perşembe

Aşk Nedir?

Aşk başkasının, başkalığın önünde eğilmektir, başkasına önceliktir, önceliktedir.

Aşk karşısında kendimizi düşünemediğimizedir. İhtimamın kural olmaktan, ya da ayrıcalık olmaktan çıkması, rûh hâli ya da hâlimizin ihtimama ve ihtimamdan yönelmesidir.

Aşk bir körlüktür, körleşmedir, Sevgiliden başkasına kapalılıktır.

Kendi çıkarına, asgarî faydasını dahi gözetmekte zorlanmaktadır aşık. Erafını unutabilmektedir ham aşık.

Aşk olgunluk işidir, olgunlaştırdığı kadar. İnsanlık işidir, insanlaştırdığı kadar.

Aşk bir uyanıklıktır, başkasına açılmaktır, farketmektir, keşfetmektir, hayran kalmaktır; aradığını bulabilmek, görülmezi de görebilmektir; Mâşuk'un fazlalıklarını, yani kabuğunu soymak, kusurlarını giyindirmektir.

Aşk kendinden geçmektir. Yar ile mest gezmektir, sarhoşluktur, fazlası haram olsaydı dahi hoş görülürdü.

Âşık aşksızlığı yenik düşüren, meşâleyi yanık tutandır. Köklü toplumlarda Âşık közü canlı tuttuğundan dokunulmazdır.

Aşk, kendini bulmaktır. Başkaları içinde oluşu, başkalarının hayatlarını görmemezlikten gelemez Âşık. Dünyasını, komşularını, yaptıklarının cevabını, beklenileni ve beklediğini, bir arada oluşun nasıl işlediğini farkeder, bakar, başka gözle bakıldığını, okunduğunu bilir. Anlar, anlaşılmayı hedefler, anlatmayı dert edinir, açıklamalarla meşki telef etmez.

Aşığın Mâşuktan başkası olmasa bile, Mâşuk'un başkası vardır, kendisine bakan.

Diğer başkalıkları görmemesi, kendi inadından, duruşundan, talebinden vazgeçememesi aşkla insanlığın aşka getirilemeyeceğine de işarettir. İnsanlığı insanlık başlangıcındadır. Çiğdir. Pişer, pişmeye yatkınsa. Yoksa, kavrulur gider, ya da daldan dala fırından fırına, ateşten ateşe savrulur.

Aşk bir terbiyedir, kültürdür. Âşık dertleri okuyabilendir, dertliyi okuyabilendir, başkalarından öğrenebilendir, duyarlıdır, açıktır.

Koparıp kaldıran değildir Âşık, kenardan geçebilen, vazgeçebilen, ön açabilen, kendini feda edebilen, ama Mâşuk'un bülbül yaralayan dikenine de küsebilendir. Dinleyebilen, hesaba katabilendir. Hesaba gelmeyense Sevgili, Sevgiliyi yorabilendir aşkıyla. Yola koyabilendir. Yola çıkarabilendir. Gemiyi en son terkedendir. Gitti mi ömür boyu gider. Kaldı mı ömür boyu kalır. Hem gider hem kalır. Kendi gider, izi kalır.

Âşık küçümsendiğini görür, küçümsemez. Ve bu küçümseyici gelir Mâşuk'a. Mâşuk karşılık vermeyendir, zalimdir, haspadır, oynaktır şiirimizde. Âşıksa Mâşuktan çok sızıyı sevendir. Bu bir nüktesidir Âşık'ın. Ama bir hakikati de vardır: İnsanların kendilerinde farkedemeyeceklerini bile öne çıkarır, havalandırır Âşık, ham'ın düşüşünü görür ama dilemez, aşkın uğramadığı bahçeyi havalandırır, velveleye yol açar, kendi köşesinden.

Birisini sınayacaksan aşkla sına. Âşık küçümseyen Mâşuk sevilmeye teslim olmayandır, olamayacak olandır. Havalanır, dağılır gider. Sevilmeyeceği sevmek, çöl yeşertme işidir. Sevileceği sevmek kolay iştir. Sen sevmeden o yolunu açar, anlar, anlatır. Sevilmeyecek olan kapanır, dikenlenir, havalanır, kelepçeler, dayatır, yönetir, karşısındakini hayatsız bırakır, yalnız kendi hayatına tabi kılar. Âşık da, Sevilecek Olan da kendilerini anlatırken insanlığı konuşurlar, kendi tavizsizlikleri bile insanlıkla uzlaşmışlık, yani insanlığı hesaba katmışlıktır. Yarışları fedakârlık yarışıdır. Pazarlıkla geçen aşk hayatı, pazarlığa aşktır.

Tensel aşkla manevi aşk ayrılıyor, saçma. Ayrım zaten ayrı kelimeler, kavramlar oluşlarından gelmekte, ama, ikisinde de aşk aynı: Başkasını önceleme, başkalığı önceleme, ötekine, ötekiliğe ihtimam ve selamlama. Aşk aynı, Âşık aynı, Mâşuk farklı.

Yeni tasavvuf edebiyatında Tanrı insanlaştırılıyor adetâ. Ya da eskisinde olangidenden de fazla insanlaştırılıyor. Bizim sevmemizi bekleyen, bir beklentisi olan bir Sevgili gibi. Hallerine naz, sınama ve eziyet yazılıyor. Yanlış. Rahman, Rahim, Esirgeyici, Bağışlayıcı, Anlayan, İkram Eden, Hayat Veren, Müşfik olduğu unutuluyor. Edebiyatta insanî olanla teşbih yapılabilir, ama insanî olan sıfatlar İlahî Aşk'ın özellikleri gibi kuramlaştırılıyor, edebî olan zaten varolagelmiş insanlaştırmanın hizmetine giriyor. Tanrı, adil olmayana da adil. Tanrı, hiç kimsenin sevmediği, aşağıladığını da sevebilen. Tanrı bir çıkarı olmayan, bir statü peşinde olmayan, hakkaniyet sorunu olmayan. Önünde çakıllığını bilen bir çakıl da, inciliğini bilen bir inci de eşit. Bilmeyen de eşit. Kimi bilmeme had bilme işidir, kimi bilmeme had bilmezlik, bunları eşitiyle eşitleyen de yalnız O.

Güzel bir yanı için Âşığı aşağılamayan O. Âşık, yani Hak Âşığı, bir nesneye aşık değil, bu konuda son dönemde yazılanlar genellikle tüyler ürpertici. Hak aşığı, bir ayrıma varmışlığı olan, bir farketmişliği, farkındalığı olan insan. Bir hayatı, hesaplaştığı ufku, üzerine titreyip düzelttiği, eleştiriye yani düzeltilmeye açık tuttuğu duruşu olan bir insan. Adil, anlayışlı, müşfik; mazlumun yanında, zalimin karşısında; doğruyu söylemekten kaçınmayan; ölümden, kalımdan, zulümden korkmayan; zalimlere tutunmayan bir insan. Talana, yalana, eziyete, sömürüye, tepeden bakışa, hakikatsizliğe karşı çıkan insan. Yani giyindiği hırka sağlam olan insan.

Hak aşığının gücü, görüldüğünü, farkedildiğini bilmesinde. Çarmıha gerilse, yüzüne tükürülse doğrusu eğri yapılabilecek birisi değil. Dik başlı gelebilecek bir boyun eğiş, nereden baktığınıza bağlı.

Titrek sanılabilecek bir alttan alış, yufka yüreklilik var duruşunda mazluma karşı. Kendine karşı haksızlığa göğüs gerişinde kaderci, neme lazımcı sanılabilecek bir sabır söz konusu, bakamayana göre. Ve müthiş bir öfke , celâl söz konusu yavruyu çakalın ağzından alan atılışında. İsteyen istediğini görsün. Ben gül bahçelerinin toprağını elden geçiren insanı görüyorum. Yaprakla uğraşmayan. Gül kokusunu sırtı dönük de alabilen. Yüzünü çevirmeden hakikate yönelebilen.

Mevlâna "hakikât derdi olanlar bu kitabı eline alsın" der.

Hakikatsiz kim aşık olabilmiş kim bu cihanda?