Düşünce etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Düşünce etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Temmuz 2021 Perşembe

Aşk Var mı Hakikaten?

Aşkı yazmak, ilerde zaman bulursam aşkın fenomenolojisini inşa etmek için kurdum bu siteyi kurmasına ama aşk var mı yok mu, varlığı yokluğu fark eder mi noktasına geldim. 

Birileri aşk üzerine konuşsa kızıyorum, 'ne bu ya?' dediğim oluyor ara sıra.

Aşk yok belki ama, aşıklar var.

Aşk saplantılı hal de değildi benim gözümde. Aşka saplanılır, evet, ama, saplantılı olunduğundan değil, bir söz verildiğinden. Explicit, dışa vurulmuş, ifade edilmiş anlamıyla değil bu; implicit olandan da öte. İfade edilmiş halinden derin, etle kemikle, sinirle, kalple, aka kanla, uykuyla, rüyayla, hayalle, düşle sarmalanmış, kaynaşmış bir söz. 

Aşk karakter sahibi insan ister, evet. Sağlam bir kişiliği bile çözebilir, yerle yeksan edebilir o ayrı mesele. ancak bu aşk bizim var olduğunu sandığımız, incelttiğimiz, tasvir ettiğimiz, olması gerektiği gibi değil olduğu gibi yaklaştığımız aşk mı, aşk kavrayışlarımızdan birisi mi?

Aşk delilik ister evet, akıllıyı da deli eder, ediyor muhakkak, edebiliyor, edebilir. Bu delilik aklı başındalık, stabilite, kişilik de istiyor, her hangi bir delilik de değil yani. Kurulmuş, yapılanmış bir kişiliğin olmamış gibi değil, olmuş gibi dağıtılması, salıverilmesi, tahakkümünün sınırlarının dışına çıkılması, bir anlamıyla eleştirel bir çıkış, terk, veda, transendens, aşma, aşmışlık...

Aşık var. İşine/faaliyetine de aşıklık, istidadına da aşıklık istidadı diyoruz, evet. Burada söz konusu olan aşk mı, aşk istenci mi, aşkı var etme gayreti mi?

Aşık Edebiyatımız maşuka pek yüklenmez. Aşık için talepkârdık, aşıktan talepteyiz. Oysa aşık talip, aşka talip, maşuka da talip belki ilk başta. Satılana kadar, aklı başına gelene kadar, çoğu kez de mudarasız.

Divan Şiirinde maşuk bazan adeta haspa, işveli, flörtöz, narsist. Aşık maşuku ikna, kazanma derdinde de değil, kendini sınama, kazanma, varlık ve yokluğun dibine inme peşinde. Bu sıradan, antientellektüel bir iş de değil. Maşukun kelebeksi karakterlendirilmesi de sığ, önyargılı bir pejmürdelik değil.

Baştan itibaren ifade etmiştim: Hiç değilse Edebî Aşık maşuk karşısında boyun eğer, maşuku selamlar, onun 'sömürgeci' gözüyle kendisine bakar, başka türlü bir kendisini keşfe çıkar...

Aşıklık Tasarımı ciddi bir tasarım, kavram ciddi bir kavram, fenomenolojisi daha kolay, aşıklık yaşantısı var. Diyalektik denilmeyecek anlamlarda tutarlılıklar, dümdüzlükler yazılabilir, kendini ve kendiliğini çözme işleri bir transendens olarak kavranabilir belki. Aşk'ın ise çok daha zor. Kavranışı daha soyut, beklentisel. Zıddı ile çeşitli farklı düzeylerde iç içe. Diyalektiği çetrefilli bir diyalektik, eğer aşkı var sayacaksak, varolmayan yanlarını yontmadan, noema-noesis meselesiyle de kavramlaşabilirliğini geçici olarak sınayarak.

Bir çeşit sosyalpsikolojisi var işin, etiği var, son zamanlarda kabul ettiğim üzre hukuku bile var.

Çok disiplinli bir çalışma zırvasını kast etmiyorum edebiyatımızın en kolay anlatılmış, en karmaşık mevzuuna.

Cahiller aşk yok dese kızıyorum, aklı başındalar, hayatı derinliğine yaşamışlar öyle dese seviniyorum. Kader kavramı gibi. Cahilerin var sayması, sayarken ne saydıkları bazan insanı çıldırtıyor. Bir hayat tecrübesinin vücutlanmıştığında bir kaderin adeta parmakla işaret edildiğini görüveriyorsun. Tanpınar'daki bir hikayesi olan adam kavramı bu alanda geçerli, vurgulamış olayım.

Büyük Aşklar yok belki, Büyük Aşıklar var. Bir çok anlamda, hepsi de geçerli anlamlarında.

Küçük Aşklar var görünüyor. Bunun öznelerine de aşık denmez. Yani ben demem.

Gözyaşı ve Kederden çok şahsiyet, sözüne sadakat, kendine sadakat, fedakarlık, mazbut ve sağlam karakter, cömertlik, dayanıklılık, derin bir toplumsallaşmanın dışavurumları karşımıza çıkıyor, ömrümüzde Aşık denilen bir özne görmüşsek. (Görmeyenler çoğunluktadır, ezbere konuşan konuşana). Yiğit insan istiyor bu yol diyeceğim şimdi, yiğit insan gören var mı, görüp de hayatı burnundan getirmemiş olan? Ezber yine bir başka ezberle açıklanır hep. Yiğitlik nedir onu da ele alalım zaman bulduğumuzda. Zor bir hayat projesi. Aşık yiğittir, ama yiğitliği de aşma, yenme durumundadır diyerek konuyu iyice karıştırayım.

Sonra devam ederiz.


(Online yazıldı, hiç okunmadı, düzeltilmedi)


13 Nisan 2012 Cuma

Merhamet!

Merhamet eyleme gözlerimin yaşına. Spinozanın derdi folklorümüzün de derdi. "Benden nefret et ama bana acıma!" üzerine versiyonlar ne acımayı, merhameti yerin dibine geçiriyor ne de nefrete methiye düzüyor.

Aşkım ve Gururum. Acınası bir sürüngen olarak görülme korkusu aşığın kabusu. Gözyaşı, keder, iç çekişi iyi, şerefli ve haysiyetli oluşun ifadesi olmak zorunda. Maşukun gözünde dilençi olmakta tasavvuf devreye giriyor. Kibirin kırılması, kendine daha yüksek bir noktadan, insanlıktan bakabilme vazifesini de ediniş. Garantisi ve diploması olmayan, becerilerini en ufak bir duraklama veya duraksamada yitirebilecek olan, yitirişlerin kayba değil tecrübeye dönüşebildiği bir dünya.

Merhametten Maraz Doğar. Yerli kapitalizmin sloganıydı, toplum mühendisliğinin sol ya da sağ tüm kanatlarının ortak şiarı. Haksız da değil bir yerde. Merhamet hukuku da devreden çıkarır görünür. Hatanın tekrarlanma riskine suçsuz ama günahlı ortak oluş olarak da biçimlenebilir. Merhametin yadsınması merhametsizliğe övgü olduğunda ahlakın ve hukukun affedebilirlikten başlatılması imkansız kılınır, haklılık acımasızlığa, tarih yazımı tarihin şaşmaz akışı önermesinin teraneleşmesine kadar gider.

Tarihin Şaşmaz Akışı diye bir şey, evet hakikaten vardır. Ne akışın ruhban sınıfını, ne ezbercilerini şakşakçılarını tanır. Praksis dışında bir eyleme düşünme tarzı dışında hiç bir duruşa, iyiniyetli tembelliğe, ezbere acımaz. Praksisin de durum değerlendirmelere, hükümde acelesizliğe, eylemede tevazu içinde olmak, zamanı ve hayatı zorlamama kaydıyla kararsız kalmamalara ihitiyacı vardır. Karar'ın tecrübe ve hatadan dönebilirlik kapılarını tanımaya ihtiyacı, yatkınlığı vardır. Ezber düzelmeye açıklık olma kaydıyla taşınır.

Teorik Antihümanizm OlarakAcımasızlık Kıyamet Mühendisliğidir. Kıyametlerinin arafı olduğunu düşünmemek, sorumlulukları hafifletici gerekçelere ölesiye sarılmak egoistlik de değildir. Günah keçisi oluşlara katlanabilen bir soyluluk, fedakarlık, diğerkâmlık hayatların bütünlüğü, hakikatin kapsayıcılığı ve geleceğin herkese açıklığı anlamında bir tarihin şaşmaz akışına teslim olur. Tarihin şaşmaz akışı, tarihin o an sahibi gibi olanları da sırtından atacaktır. Bu intikamcı bir duygu da değildir çoğu kez, herşeyin yerli yerine oturacağını, temellerini bulacağını, yanlışların bağdatlardan döneceğini bilen bir düşünce geleneğine çekiliştir. Zıtların birliği ile de alâkası var  ama, uzatmayalım.

Merhamet eden Açısından Merhametlilik ölçü, had, hudud biliştir. Merhamet bilmeyen durmayı bilmez, frensiz, dizginsiz arabasını duvara sürer. Ulaşılmaz uzaklıkta ya da iki adım ötede siste saklı duvara. Merhamet kararını değerlendirmenin, sonucu görmenin, insana ve insanlığa şans vermenin olduğu kadar tereddütün de işidir. Tereddüt bazan korkaktır, bazan cesaretin, hakikate açık durabilmenin, eyleme ile doğruluk, hakikat, yerindelik, adaletin anlamı ve gerçekleşmesi arasındaki açıkların bilinciyledir.

Merhamete Uğrayan bir şans daha bulur. Hayatı söz konusuysa, bilinmezden korkmuyorsa bir şansı, bir şanssızlığı daha vardır. Hayatın ucu açıklığının bilinci sanıldığından yorucudur. Oflayan puflayan, yeni şans istemeyen hayat kaçağı değildir çoğu kez. Merhamet maşuktan geliyorsa bir lütufsa tabiyet ilişkisi daha ağır gelir. Aşkla tabi oluş, lütufun buyurganlığı ve tepeden bakışıyla zedelenir, incinir, tehdit altında kalır. Kendi yanlışıyla dahi bağımsızlığını yani gönüllülüğünü yitiren aşık gönül de yitirir.

Merhamet edenle edilenin birbirlerine yakın duruşları sorunludur. Tekrarlara da merhameti zorlar, tabilikle ömür boyu hatırlatıcılığı ile de...

Uzaklaşma Benden Öyle. Bir anlamıyla karşısında dik duramayacağından uzaklaşma, mesafe merhameti daha işlevsel kılar ama sınanmasını engeller. Merhametinin sınandığı insanlardan olmak, merhamet edilişle yaşamanın sınanması kadar güçtür.

Onu Uzaktan Sevmek Aşkların En Güzelidir çoğu Kez.


24 Eylül 2011 Cumartesi

Ailesiz Aşk Olmaz!

Hür, insiyatif sahibi, düşünen, demokrat, başkalarına değer veren insanın ailesiz bir toplumda/toplumsallıkta(*), insanlık geleneği aktarılmadan yetişebileceğini savunabilecek birileri kaldı mı bugün, bilemiyorum. Bugün olmasa da yarın totaliter, geleneksiz ve insanın tarihsel varlık olduğunu unutmaya gönüllü eğilimler karşımıza çıkacaktır.

Bugün de facto aile karşıtlığı totaliter bir söyleme karşıt olduğunu hayal eden, insanlığın tarihsel akışını bireysel hayatın akışı, tatmini, anlamlandırılması direktiflerinin gerçekleştirilmesi süreçlerinde unutuveren bir bireyci söylemden, popülerkültürel olmayınca olmaz listesinden kendisini ifade ediyor.

Kültürün nesillerarasılığının unutulması, kültürün bireysel olanı boğmasını nasıl engelleyebilir, anlaması veya açıklaması mümkün görünmüyor.

Bireyselliğin serpilip gelişmesi işleyen bir sosyalizasyona, özgürleşen bir bildirişime ve öznelerarası kurumlaşmış eleştirel alışverişe de işarettir.

Tarihsel perpektif ahistorik olarak temellendirilen bir moderniteyle, toplumların maddî manevî dinamikleri kitle kültürünün insani gerekirlik listesiyle değiş tokuş ediliyor.

Haz, tatmin, hız zahmetsizliğin ve emeksizliğin tüketici dünyasında yeniden tanımlanıyor.

Had, ölçü, tad(ında bırakabilirlik), öznelerarası temellenen zevk anlayışı yeniden  darmadağın ediliyor, dahi estetiğinden geri bir noktaya çekiliyor.

Cinsellik insanlararasılığından, insan oluşun dinamiklerinden, insanın tarihinden ve insanlık tarihinden sökülüp atılıyor, ya da tek başına güdü, iti, itki, paralel veri olarak baştacı ediliyor.

Çocuk yetiştirmek meşakkatli bir iş, zevkli olduğu kadar.  Bir insan oyun oynayarak, rollerle oynayarak, taklit ederek, değişik duruşları sınayarak yetişiyor. Kendisine lâzım olanlar kendi çevresinin, zamanının dışında geliştirilen şeyler de. Aile tek başına elbette yeterli değil onca aktarım için.

Bir dil topluluğuna ait oluş, o dilin tüm topluluklarına ait oluş değil. Bir dil oyununa hakimiyet tüm dil oyunlarına hakimiyet değil.

Dilin, davranışın, kalıpların, sembollerin gündeliği, pragmatiği ve çeşitli anlamlarıyla tarihsel uzanımları var.

Çocuk, aile içinde kendilerine benzeyeceklerini öğrenmiyor, tersine, işin farklılık yanını öğreniyor, bir insanın yetişmesini soyutlayabilirmişiz gibi konuşursak. Modelden çok karşı model hayatın belli bir döneminde yanıbaşındakiler. Kuralları, prensipleri, ilkeleri, argumanları an geliyor, yakınındakilerle hesaplaşmalarında, yüzleşmelerinde bir kendisi olarak ayağa kalkmak için kullanıyor çocuk.

Çeşitli aidiyetlerden kaçınarak değil, aidiyetlerin kodlarını içerden çözerek özgürleşiyoruz, yani ait olarak.

Hazcılık en azından faydacı versiyonunda tüm insanların mutluluğunun artırılmasını hedeflerdi, ya da toplam acıyı azaltmayı, şimdiki gibi dünyayı bir fetih ve keşif işine indirgemeden.

Kavramlar toplumsal ve tarihsel uzanımlarından koptukça, birey sanki kendisinden doğmuş gibi konuştukça, insan yağmasını tamamlamadan dünyadan gitmeyi yarımlık addettikçe işimiz kolay değil.

Kuluçka makinalarında dünyaya gelmişiz gibi konuşmaya başladık. Aşkın sadakat işi olduğunu, bir başkasının önünde eğilmeyi gerektirdiğini unuttuk. Aşkı cinsel vücutlaştırabilirlik, cinselliği haz, hazzı teknik sanıyoruz: Bir başkasının üzerine titremek, üzerine kapanmak, bir başkasıyla ruh derinlemesine bağ kurmak olduğunu artık farketmiyoruz bile.

Dil, davranış kalıpları, bakış ve alâka tarzları sanki bin bir emekle nesiller boyu kurulmuyor gibi geliyor yeni nesillere: Onlar sanki birey doğuyorlar, daha kişiselleşme, kişilik geliştirme süreçlerini bile yaşayamadan. O halde itiraz neye itiraz olabilir ki, kendi kişiselliklerine olmayacaksa, yani diğerleriyle ortak yanlarına olmayacaksa?

İtiraz o çok sevilen "ötekileştirme" karşıtlığı edebiyatına rağmen, ötekiliğin evine yöneliyor, yönelmekte. Eleştiri insanın kendisinde kaçıyor, kaçmakta.

Bireyselliğimiz yani başkalarından ayrıştığımızı yanlarımız, başkaları ile ortak olduğumuz yanlarımız ile birlikte/beraber gelişiyor. Kişiselliğin yapılarının arkasında okulun, bireyselliğin arkasında ailenin duruşu sadece bir karikatürden ibaret olsa da bizi vatandaş, bir yere ait yapan süreçler ile ayrı, farklı yapan süreçler birbirlerini gerektiren, içiçe girmiş süreçler, ayrıştırıp yalıtma mümkün olsaydı.

Ortak yanınız ne kadar zayıfsa, ayrışma noktalarınız da o kadar temelsiz oluyor maalesef.

İnsan olmak için onca çaba, insanlığı insanlık yolunda devam ettirmek için yapılan onca fedakarlık, yağmasını yapmadan dünyadan gitmeme ya da hazda aşağı kalmama duygusunun işi değil.

Dünya, hayat, insanlık, kendisi olmak zevkisiz işler değil elbette. Ama vazgeçme, kendisine sınır koyabilme, her şeyden payını alma çabasında olmama işi de.

İnsanların çırpınmalarını, çabalarını, fedakârlıklarını nasıl anlatacağız yeni hayatı tad, zevk, haz istiflemesi sanan yeni insanlara?

Devamlılığı, aktardığı olacaksa insanlığın dayanışma kültürü, paylaşma kültürü, fedâkarlıkları, çileleri göze alışları, uzun yollara çıkabilişleri de olacak.

________
(*) Burada yetim ve öksüzlerin de aileli bir toplumda, rol disposizyonlarının canlı olduğu toplumsallıkta yetiştiklerini hatırlatmakla yetineceğim. Yetimler ve öksüzler marjinal değiller, toplumsal dayanışmanın, yani toplumsallaşmanın eleştirel merkezindeler. Nasıl dilsizlik sanılan farklılık dile entegre ise, marjinal görülen veya olan, hattâ belli türde toplumsallaşmalardan kaçınabildiği oranda özel denilebilen hayat tarzları da toplumsal hayata entegre farklılıklarıyla ele alınabilirler.

17 Eylül 2011 Cumartesi

Sevmeyi Bilmek

Sevgi'li oluş dünyada oluşun kavranmışlığı, hazmedilmişliği üzerinde kurulu. Başkalarının varlığını, önceliklerini kendi ihtiyaçlarını aşan bir duruştan öncelemek işi sevgiyle bakış; sevgiden bakış, yaklaşış, dokunuş.

Sevgi beğenme, sahip olmak için çıldırma, yapışma, yol kesme işi değil. Kimsenin beğenmediğini, beğenmeyeceğini de sever seven, herkesin beğendiğini, beğeneceğini de. Sevgi beğenme beğenmeme meselesine bağımlı değil.

Sevgide yol açma, arkasından su dökme de var, sahiplenme kadar.

Sevgi, sevdiğimiz insanlara, sevgi nesnelerine yönelik ama onların ürünü veya bağımlısı değil. Sevgi sevilme veya sevilmeme talebinde de değil. (Sevmeyi bilmeyenin sevmesi, sevmemeyi kepaze edenin sevmemesi de hoş olmaz gerçi.)

10 Temmuz 2009 Cuma

Bir Eksiklik Olarak Aşk


Aşkın yolu, aşk okuyarak dokunmuyor. Aşk okunacaksa, ancak bir eksiklik olarak okunabilecek bir şey.


Aşk hiç bir zaman için tamamlanmış, sunulmuş, verilmiş bir kavram değil.


Verililiği bir eksiklik olarak verililik.


Aşk bir terbiye. Terbiyeden ibaret bir şey değil aşk. Aşkın göğüs kafesi, belkemiği terbiye. Bir duruş, diklik istiyen bir omuz düşüşü.


Terbiyesi, kavramlarını buluşu, aşkın duruşlarını yakalayışı, ötekisinin olması, başkalığın önünde eğilebilecek kadar kendisi olabilmeye yatkınlığı var Aşık'ın.


Kavramlarını buluşu, aşkın tanımından yola çıkış, mantığını buluş değil, yeni bir şey söylemeye açılış. Sevilecekten de sevilmeyecekten de insan çıkarma, maşuk çıkarma.


Aşkın mantığı elbette var. Fiziği, kimyası, coğrafyası da. Üzerine konuşulabilirliği de. Bu aşk ne aşık çıkaran aşk, ne de pişen bir çorba. Bir genel anlayış, kavranan, ama kavrandığı anda eskiyen.


Yeni bir şey söylemek, söyleneni yok saymak değil, onu canlı tutmak, genişletmek, bağlamak, bütünleştirmek, anlatılır kılınamazsa da her daim anlaşılır kılmak.


Aşkın anlaşılır kılnması, hayatın akışı içerisinde bir hakikat olarak, eksiklik, lütuf, letafet olarak vücutlandırılması, sınanması değil, kendisiyle sınananlarca açılması.


Sınanan, kepazeliğe de, körleşmeye de, kendini aşmaya da razı. Sınanan aşk, aşk değil, bir kavram, bir anlayış. Aşkla sınanan, aşkı vücutlamaya çalışan insan. Bir sınanmaya açıklık olarak. Bir praksiste oluşarak kavramak, kavratmak, genişlemek, ama kavramını da canlı tutmak, anlam, bağ bağlantı, hayat çerçevesi pişirmek.


Aşık, kavramı alıp uygulamıyor. Etrafta iyi ne varsa soyutlayıp kılavuz olarak kullanmıyor. İyiden güç alıyor, iyi olma nedenini diskursif olarak temellendirebiliyor. Ama eksiklikleri, hoyratlıkları görerek, aşık olmaya yatkın olanı da olmayanı da maşuk ediniyor. Sevileceği, hazır olanı değil, olmayanı sevebiliyor çoğu kez. Adım adım. oluşa oluşa. Oluştura oluştura.


Oluşturan? Aşkın toplumsallaştırıcılığı, toplumsallığı, alışverişi, eyleyişi, eytişimi.


Aşk bir alışveriş. Eleştirel bir alışveriş. Cebelleşme. Kurma, kurulma, olma, oluşturma.


Maşuk eski şiirde epeyce işlenmiş vefasız, haspa, uçarı olduğunda, aşk bir anlamıyla karşılıklı değilse mesele yok. Aşka cevap verse böylesi bir maşuk lütuf olur. Ama lütuf olan aşk, latif olmaz. Rakibi handan eden, şizoid, narsist, ürkek, korkak, kırılgan, biraz teşhirci, ilgi delisi maşuk, lütfuyla vezir eder, haliyle rezil eder.


Rezil olmak aşıkın işi. Kaçmaz. Kaçınmaz. Tükenmekte de kendini bulur, ufkunu genişletir, insanlaşır.


Aşk karşılıklı oldu muydu mesele olur. Pratik bir hayatta tematize edilir, gündelik sınanmalarda, ortak duruşlarda sorun çözümlerinde, ortak nokta bulmalarda. Aşk, cebeleşerek vücut bulur. Ama insan zaten vücutluysa iş kolay. İnsanlar tamamsa az çok. Bu imkansız. İnsan hep yarım. İnsan hep yolcu. Hep fani. Hep arayış, didikleyiş.


Aşkın normal bir şey olduğu bir dünyada dahi iş zor. Aşka tuzlu, kurak gelen toprakta daha bir çırpındırıcı.


Aşk umutsuzca umutlanış. Şıpsevdiliğin kültüründe iş zor. Ama örnek bulamadıklarından değil. Karşı oldukları şey bir hayat dünyasını yeni baştan dayayıp döşemek gibi bir şey. Desteksiz, köstekli, itip kakılmalara rağmen ve itip kakarak, yıpranarak, yıpratarak.


Aşkın da, insanlığın da yarısı kültür, başkasına saygı, temkin, hatayı düzeltebilme, öğrenmeye açıklık, fedakarlık, incelik, uygarlık (kapma, koparmadan farklılık olarak). Aşkın saygı gördüğü, dayanışmanın, anlaşmanın koklaşmanın, orta noktanın (orta yol değil, konuşmanın orta noktası)önemli olduğu bir toplumda anlaşma, koklaşma da kolay. Şerh, eleştiri daha hafif, daha uysal.


Sosyal patolojinin hüküm sürdüğü bir toplumda, aşık olmak, hayat tarzı tutturmak, bu aşk karşılıklı ise neredeyse yeni bir toplumsal model önermek kadar kökten bir didinme istiyebilir. İdeolojiyle, ezberle, deforme sosyal kurumlarla, çarpıtılmış anlaşma kanallarıyla, semiotiğe dönüşen toplumsal semantikle, gramatik farklılaşmanın geri çekilmesi ile.


İki aşık. Birisi aşık. Öbürüsü lütufkâr. Majesteleri. Lütuf ukalalığa dönüşmedikçe, ezmedikçe, iteklemedikçe ve lütuf olarak algılandıkça bir lütuf. Ama bir lütuf olarak aşk, aşk değil. İlk elde dışardan bakana. Sonra, haksız hukuksuz bırakılıyorsa aşığa.


Kırılma noktası burada hep beraberlik. Burada aşk, bir bireyin oluşumundan, kendisini bulmasından çıkıyor, bir interaksiyona dönüşüyor. Toplumsallaşmaya, hatta toplumsallaşmanın kanallarından birisi olmaya dönüşüyor.


Akta her zaman bir toplumsallaştırıcılık var, başkasının önünde eğiliyorsun, onu keşfediyorsun, ondan kendine bakabiliyorsun, onla kendini düzeltebiliyorsun.


Karşılıklılık oldu mu aşk, sosyalizasyon sürecine, interaktif bir praksis olarak diskura, bilinç oluşturma düzeyine daha açık seçik bir biçimde yerleşiyor. Konuşma, tartışma, eleştirel iddiasallık bir hayat/hayat biçimi eleştirisi olarak aşkı çıkarıyor karşımıza.


Eksik gördüğünü tamamlamaya çalışıyor Aşık. Aşıklarsa kendilerinde eksik gördüklerini, yani interaktif kürelerinde eksik gördüklerini bir hayatı değiştirme praksisi olarak geliştiriyor.


Kapışma, tartışmaya kapalı aşıklar bu işi zor becerir elbette. Ama aşk bu, insanı demokrat da yapar, yerle bir ederek, küllerinden de doğurur.


İnsanlar, etraf nasıl yapıyora bakarak özel hayat geliştirmiyorlar. Belli bir hayat tarzından, şu ya da bu anlamıyla emancipe oluş ya da olmayıştan, şu ya da bu anlayış ya da anlayışsızlıktan yola çıkıyorlar. Hep yola çıktıkları bir duruş, nokta, tarz olacak. Uyum, uyumsuzluk.


Ancak, yaptıkları bir mühendislik, tasarımcılık değil. Çözüm bularak. İleri geri aranarak. Hayatta kendilerini destekleyen arkaplanlara sırt vererek, işlemediğinde eleştirerek, eleştiri tutmadığında kendilerini gözden geçirerek bir şeyler yapıyorlar.


Aşıklık entellektüellik değil. Bir ahlakı olmasına rağmen, vazife işi değil. Vazifesini bilenin işi olmasına bir itirazım yok. Aşk gönüllülük işi .Temellendirilebilir, evrenselleştirilebilir, tartışılabilir bir gönüllülük.


Aşkın praksisi ise entellektüel, diskursif, interaktif. Konuşmadan kaçınmayacaksın. Ukalalık etmeyeceksin. Söylediğini kastedeceksin, kastettiğini söyleyeceksin. İnsanlığından olmadan, başkalarını çiğnemeden O'nu önceleyeceksin. Öylesine önceleyeceksin ki, insanlık için yapabildiklerinin sınandığı yer, gelişen insanlığının kaynağı, kucağı olacak aşk.



(uykum geldi, eksik bırakıyorum:) zamanım yetmedi maalesef. yarın çok iş var. üstelik, aşksız, insafsız, iitip kakmalı bir dünyada:) online yazıldı, düzeltilemedi...)






15 Mayıs 2009 Cuma

Sadakatin Hakedileceğini Düşünmek, Sadakatsizliğin Hakedildiğini Düşünmektir !

Sadakati "hak etmek" için hep en iyi, en güzel, en dinç, en taze ve "kıyaslanabilir" olmamız gerekiyorsa bunu başarabilecek insan yok. İnsan bu: Yorulacak, dert sahibi olacak, hastalanacak. Her daim başarılı olamayacak. Başarı yolundayken kaybedenlerden görülecek ve tersi.

Başkalarına yardım ederken kendi çıkarlarımızı unutarak, eve götürdüğümüz ekmeği elimizden düşürerek insanlaşıyoruz.

Sana sadık olmayan, kıskandığın bir başkasına mı sadık olacak?

Herkes aldatılabilir. Ama herkes aldatmaz.

Tutarsız bir insana, sözünü tutamayan bir insana düşman olmamamız, onun hallerini anlamamız yaptığını onaylamamız anlamına gelmez. Farkındalık, aynı şeyi bizim de yapmayacağımız anlamına gelmez.

İnsandır. Yapar. "İnsanız, yaparız!" demek değil bu. Sadece, kendisini başkasına kıyasla üstün, "şerbetli", kurtulmuş görmemek; hayata, düşünceye, duruşuna, eylediklerine, tarzına dikkati elden bırakmamak demek.

Başkalarının bekçisi değiliz, gecenin merhametliliği, kabahatleri örtücülüğü, yanlış bildiğimizi hoşgörmekte değil, insanlara insanlık gücü verebilmekte. Güneş gibi aydınlatıcı olmamız, kabahat ve kusur deşelememizde değil: İnsanlara, insanlığa çıkış bulabilmemiz, mantık verebilmemiz, insanlığı ve insan olmayı sevdirebilmemizde.

Sadakatsizlikle karşılaşırsak, haketmediğimiz ya da hakettiğimizden yola çıkmayacağız. Belki bir insan bizim yüzümüzden incindi, intikam yolunu seçti, insan gibi davranmayı adil bulmadı, duruşunu kaybetti, ya da zaten hiç sahip olmadığı bir şeye daha da yabancılaştı. Mümkün.

Etrafınızın en güzeli, en çekiliri, en sağlıklısı, en tazesi, en akıllısı olmak zorunda değilsiniz. Tabii ki en kötü huylusu, en haini, en serti, en hakkaniyetsizi, en bakımsızı da.

Bazı yorgunluklar, bıkkınlıklar hayatınızın çiçek açacağına işaret. Bunu bilmek durumunda değil herkes. Bilenle bilmeyen arasındaki fark, buralarda kendini belli eder. Farkedileceği fark ediş, gelecek okumak değildir. Bilen, yani anlayışlı, ufku açık olan farklıdır, ama yanılmaz ve korunmuş değildir.

Sadakati hakedecek nadir insanlardansanız, haketmeyen çoğunluk var gözünüzde.

Sadece siz haketmiyorsanız başkalarının gözünde, buna itirazla insanlık bilincine ulaşacaksınız.

Konuşurken, herkes için, herkese açık, yanlışlanmaya açık konuşacaksınız.

Emek, ihtimam, özen gösteren insan daha fazla sadakat görecek diye bir şey yok. Yaptığını, yapılması gereken olduğu için yapacak.

Bir insanın sadakat beklemesi, sadık davranması, karşısındakini nerede bulabileceğine emin olması, söylediğini kasteden, kastettiğini söyleyen insanlarla haşır neşir olması kişilikliliğin toplumunda yaşayışa da işaret.

İnsan sadıktır. İnsan oluş, sadık oluştur. Konuşmada, anlaşmada, dayanışmada "hesaba katılan" hep "sözünde duruş"tur.

İnsan, olmuş bitmiş değildir, olmakta bitmektedir,
İnsan oluşta utopik olanla, gerçekleştirdiğimiz/hayata geçirdiğimiz arasındaki farkedilebilir fark medeniyete ölçülürlük yazmaya çalışanları düşündürebilmeliydi.

6 Haziran 2008 Cuma

Aşkta Hukuk, Özveri, Karşılıklılık Üzerine

Aşığın hakkı yok mudur?

İnsanın ne kadar hakkı varsa aşığın da o kadar hakkı vardır. Aşık hakkı aşk'ın değil, "ilişki"nin alanında söz konusudur. Sevilenin yükümlülüğü değildir, insanlığıya, insanlık imkânlarıyla , hal ile alâkalıdır. Aşık'ın hukukunu gözeten toplum ise, aşk'ın kültürünün beşiğidir. Maşuk, hakkaniyet adına her sevenine gül yüzünü göstermez. Seven, kendi adına sever. Sadece sevdiği için zulme uğratılması insanın elbette kabul edilir değildir.

Aşığın incitilmeme hakkı yok mudur?

Hayır, yoktur. İnsanın, incitilmeme hakkı vardır. Ama, insanın incinerek insanlaşması da söz konusudur, inciterek değil. Bu, eziyetin hoşluğundan değil, insanı tanımak, hali tanımak, tecrübelere tecrübeler eklemek, çaresizlik hallerini görebilmek için gereklidir.

Aşığı incitmeyecek sevgili ne mümkündür, ne de gereklidir. Mümkün değildir, aşk karşılıksızlık üzerine kurulur. İncitilmeyen aşık varolabilir, ama karşılıksız aşk kadar karşılıklı aşkda da her şey yolunda gitmez, insanlar anlama anlaşma özürlüdür, sonsuz tecrübeleri yoktur, sevgi şımartır da bazan, havalandırır, uçurur, yere kapaklandırır, ve de uyandırır.

Aşk umutsuz bir vaka gibi görünüyor?

Karşılıklılığın, hakların alanı iki insan arasındaki ilişkidir. Yani ilişkide ve ve ilişkiden beklenti olur. İlişkiyle "seviyeli beraberlik"leri, cinselleştirilmiş iletişimleri yani iletişim bozukluklarını kastetmiyorum. İlişki, iki insanın bir biriyle bir beraberliğinin, hukukunun olması durumudur. Bu ister dostluk, ister aşk, ister evlilik, ister arkadaşlık olsun. Buradaki "aşk" başka bir anlamıyla kullanıldı: İki insanın arasındaki çekim, sevgi, yakınlık üzerine kurulu bir hukuk, bir ilişki.

Aşk, karşı tarafı yükseltme, öncelemedir. Bazı felsefeciler nesnelikten çıkarma derler belki buna ama eksik olur. Neyin öznesi, hangi anlamda olduğu açıklansa da birbirinden bağımsız alanların baskısıyla bu kavrama giriliyor. Özne nesne kavramlarını bu aşamada fazla kullanmak istemiyorum. Ancak gerek yabancılaşma konusu, gerek monolojik bir anlama anlayışının eleştirisi olarak ileride özne nesneden çok intersubjektivite sorunu olarak, öznelerarasılık sorunu olarak da tartışmaya çalışalım. Şimdilik kavramların kendilerinde, aşk'ın sorunlarında kalalım.

Aşık maşuku kaybedebilir. Maşukun haberi dahi olmayabilir. Ancak aşık kendini kazanır. İnsanı öğrenir. Başkasını önceleyerek, başkasının bakışıyla kendine bakmayı öğrenebilir. Burada empati sorununa giriyoruz. Aslında kavram, burada söylenebilecekleri kapsamaktan uzak, ama tartışma alanı buralarda bir yerde. Bu konuya da ilerde dönelim, bu bağlamda tartışalım. Hem Husserldeki ele alınışı ile öznelerarasılığı anlaşılır kılamadığını Theunissenle birlikte söyleyelim, hem de daha ayrıntılı ve karmaşık öznelerarasılık kuramlarının kişilik ve bireyselliği açıklasalar da empati kavramını gereksiz kılmadıklarını gösterelim.

Sevgilinin farkedemediği, kıvrandırdığı hatta zulmettiği aşık kendisine türlü gözlerle bakmayı da öğrenir, karşı tarafı esiri görmemeyi de: Yani nesneleştirmez. Ama nesneyi özne yapmaz aslına bakarsanız. Kendisini geliştirir, özne tarafını, sorumluluk tarafını, bakan gören, anlayan, sezen tarafını. Eyleyen tarafını.

Sevgili yiter, ama kendi insanlaşması kalır. Yani ele geçen, elde ettiği, kazandığı daha çok kendisidir.

Aşk diğerkâmlık mıdır?

Egoistlik değildir, Efendim. Evet bir ölçüde diğerkamlık olabilir, ama bir kulluk kölelik işi değildir. Yönelmenin bir yanının öne çıkmasındandır bu insanın bütünlüğünü yaklaşımlarındaki diğer yanları, adalet istencini, kendi ahlakını yani sorumluluğunu terketmemesini getirmez. Aşık meslekten aşık değildir her daim. Meslekten aşık da daha az diğerkâmdır, daha çok aşkın, hayatın, sözün, insanın tecrübesini aktarandır. Daha az diğerkâmlık daha çok egoistlik değildir. İşi bir çeşit metaaşktır diyelim, biraz nükteyle de olsa.

Kul lafzı çok geçer ama edebiyatımızda?

Evet ama, sanatla söylenir. Metafor, eğretileme vesaire. Kulluk tanrıya olur. Ama bunda da kölelikle karıştırılır. Kulsun ama kul olduğun seni geçmişinde, anında ve geleceğinde bilir, görür, anlar. Mecazi anlamında bir ihmalkâra yani görmeyene, anlamayana, halden bilmeyenedir. Her zaman olmasa da latiftir. Bazan gerçekçidir. Bazan hakikatinden, bazan ahlâkından bakılır.

Aşk bir kaçış, mazoşizm, ruhsal bozukluk mudur?

Olur mu? Aşksızlık bir belâdır. Başkasızlıktır. Anlayışsızlıktır. Tevazu yitimidir. Aşk pişirir, olgunlaştırır, insan eder, işgalci değildir, esir almaz, ele geçirmez, muhabbetini sunar, bazan kendini sunarak incitmez bile. Gül yaprağına düşen damla bile değildir ağırlığı, eziciliği. İhtimam kime ne kaybettirmişmiş?

Aşk ahlâk bozar mı?

Aşksızlık ahl3ak bozukluğudur desek yanlış mı olur? Aşk kimseye zarar vermez, korur gözetir. Aşık ele geçirmeye çalışmaz ki şehvet edebiyatı diyelim. Aşık sever, korur kollar, zarar veremez, üzerine titrer. Etrafına aşkla yaklaşan insanlar yok mu artık da işi şehvet sanıyoruz. Ama evet, öncelikle aşk iki cins arasındadır. Ama aşk ilişki işi değildir. Bir bakış, görüş, kavrayış, öncelik veriştir.

Yani şehvet edebiyatı diyenler yanılıyorlar aşk lafzına.

Maalesef, evet. Cinselliğin de yeri yurdu var. İnsanlar cinsiyetsiz değil. Ancak aşksız cinsellik, karşı tarafa ihtimamsız cinsellik, bir ele geçirme, fethetme, kapıp götürme, zapt etme demek olur. Yani aşksız cinsellik ahlâklı bir şey midir? Bunun üzerinde de düşünsünler. Ama aralarında aşk yoktur da ihtimam vardır, ahlâk, hak, hukuk vardır, saygı vardır, sevgi vardır, üçüncü şahıslar ezilip geçilmez, itilip kakılmaz, bu insanların cinselliğine hakaret edemem. Zaten aşk, haktan hukuktan anlamayanların, ahlâksızların zevksizlerin, haddini bilmeyenlerin işi değildir. Aşık aşkda had bilmez, kendini ortaya koyuşda durumuna bağlı, burada mecnunluk kavramı da devreye giriyor.

Aşk konusunu tamamen cinsellik bağlamında konuşmamız, geleneğimizi tartışmaya açıp eleştirmeniz mümkün mü?

Elbette efendim, gayret ederiz. Ancak, açmak zaten eleştirmektir, anlaşılır kılma, yerine yerleştirmedir. Geleneğimizin sahibi değilim. Neferi de değilim. Ancak onun içinde doğduk, bin bir halini kavramaya anlamaya çalışıyoruz. Aşk da bir gelenektir, bir yanıyla. Bir terbiyedir başka yanıyla. Duruştur bir diğer açıdan. Uzatmayalım, hakim olduğumuzu ve tümüyle eleştirip işimizi tamamladık diyebileceğimizi iddia etmeden ele alalım. Geleneksizliği savunmanın geleneğe esaret olduğunu da belirterek, yeniden, işimizin gelenekçilik değil, hayat dünyamızı, insanı, kültürü ve kültürümüzü kavramak olduğunu vurgulayarak ara verelim.

Teşekkürler.

Bir cehalletten, bir cehaletten kurtulma halinden konuşuyoruz, kimselere yanlışımızı dikte etmediğimizi temenni ederiz, Efendim. asıl ben teşekkür ederim.

5 Haziran 2008 Perşembe

Aşk Nedir?

Aşk başkasının, başkalığın önünde eğilmektir, başkasına önceliktir, önceliktedir.

Aşk karşısında kendimizi düşünemediğimizedir. İhtimamın kural olmaktan, ya da ayrıcalık olmaktan çıkması, rûh hâli ya da hâlimizin ihtimama ve ihtimamdan yönelmesidir.

Aşk bir körlüktür, körleşmedir, Sevgiliden başkasına kapalılıktır.

Kendi çıkarına, asgarî faydasını dahi gözetmekte zorlanmaktadır aşık. Erafını unutabilmektedir ham aşık.

Aşk olgunluk işidir, olgunlaştırdığı kadar. İnsanlık işidir, insanlaştırdığı kadar.

Aşk bir uyanıklıktır, başkasına açılmaktır, farketmektir, keşfetmektir, hayran kalmaktır; aradığını bulabilmek, görülmezi de görebilmektir; Mâşuk'un fazlalıklarını, yani kabuğunu soymak, kusurlarını giyindirmektir.

Aşk kendinden geçmektir. Yar ile mest gezmektir, sarhoşluktur, fazlası haram olsaydı dahi hoş görülürdü.

Âşık aşksızlığı yenik düşüren, meşâleyi yanık tutandır. Köklü toplumlarda Âşık közü canlı tuttuğundan dokunulmazdır.

Aşk, kendini bulmaktır. Başkaları içinde oluşu, başkalarının hayatlarını görmemezlikten gelemez Âşık. Dünyasını, komşularını, yaptıklarının cevabını, beklenileni ve beklediğini, bir arada oluşun nasıl işlediğini farkeder, bakar, başka gözle bakıldığını, okunduğunu bilir. Anlar, anlaşılmayı hedefler, anlatmayı dert edinir, açıklamalarla meşki telef etmez.

Aşığın Mâşuktan başkası olmasa bile, Mâşuk'un başkası vardır, kendisine bakan.

Diğer başkalıkları görmemesi, kendi inadından, duruşundan, talebinden vazgeçememesi aşkla insanlığın aşka getirilemeyeceğine de işarettir. İnsanlığı insanlık başlangıcındadır. Çiğdir. Pişer, pişmeye yatkınsa. Yoksa, kavrulur gider, ya da daldan dala fırından fırına, ateşten ateşe savrulur.

Aşk bir terbiyedir, kültürdür. Âşık dertleri okuyabilendir, dertliyi okuyabilendir, başkalarından öğrenebilendir, duyarlıdır, açıktır.

Koparıp kaldıran değildir Âşık, kenardan geçebilen, vazgeçebilen, ön açabilen, kendini feda edebilen, ama Mâşuk'un bülbül yaralayan dikenine de küsebilendir. Dinleyebilen, hesaba katabilendir. Hesaba gelmeyense Sevgili, Sevgiliyi yorabilendir aşkıyla. Yola koyabilendir. Yola çıkarabilendir. Gemiyi en son terkedendir. Gitti mi ömür boyu gider. Kaldı mı ömür boyu kalır. Hem gider hem kalır. Kendi gider, izi kalır.

Âşık küçümsendiğini görür, küçümsemez. Ve bu küçümseyici gelir Mâşuk'a. Mâşuk karşılık vermeyendir, zalimdir, haspadır, oynaktır şiirimizde. Âşıksa Mâşuktan çok sızıyı sevendir. Bu bir nüktesidir Âşık'ın. Ama bir hakikati de vardır: İnsanların kendilerinde farkedemeyeceklerini bile öne çıkarır, havalandırır Âşık, ham'ın düşüşünü görür ama dilemez, aşkın uğramadığı bahçeyi havalandırır, velveleye yol açar, kendi köşesinden.

Birisini sınayacaksan aşkla sına. Âşık küçümseyen Mâşuk sevilmeye teslim olmayandır, olamayacak olandır. Havalanır, dağılır gider. Sevilmeyeceği sevmek, çöl yeşertme işidir. Sevileceği sevmek kolay iştir. Sen sevmeden o yolunu açar, anlar, anlatır. Sevilmeyecek olan kapanır, dikenlenir, havalanır, kelepçeler, dayatır, yönetir, karşısındakini hayatsız bırakır, yalnız kendi hayatına tabi kılar. Âşık da, Sevilecek Olan da kendilerini anlatırken insanlığı konuşurlar, kendi tavizsizlikleri bile insanlıkla uzlaşmışlık, yani insanlığı hesaba katmışlıktır. Yarışları fedakârlık yarışıdır. Pazarlıkla geçen aşk hayatı, pazarlığa aşktır.

Tensel aşkla manevi aşk ayrılıyor, saçma. Ayrım zaten ayrı kelimeler, kavramlar oluşlarından gelmekte, ama, ikisinde de aşk aynı: Başkasını önceleme, başkalığı önceleme, ötekine, ötekiliğe ihtimam ve selamlama. Aşk aynı, Âşık aynı, Mâşuk farklı.

Yeni tasavvuf edebiyatında Tanrı insanlaştırılıyor adetâ. Ya da eskisinde olangidenden de fazla insanlaştırılıyor. Bizim sevmemizi bekleyen, bir beklentisi olan bir Sevgili gibi. Hallerine naz, sınama ve eziyet yazılıyor. Yanlış. Rahman, Rahim, Esirgeyici, Bağışlayıcı, Anlayan, İkram Eden, Hayat Veren, Müşfik olduğu unutuluyor. Edebiyatta insanî olanla teşbih yapılabilir, ama insanî olan sıfatlar İlahî Aşk'ın özellikleri gibi kuramlaştırılıyor, edebî olan zaten varolagelmiş insanlaştırmanın hizmetine giriyor. Tanrı, adil olmayana da adil. Tanrı, hiç kimsenin sevmediği, aşağıladığını da sevebilen. Tanrı bir çıkarı olmayan, bir statü peşinde olmayan, hakkaniyet sorunu olmayan. Önünde çakıllığını bilen bir çakıl da, inciliğini bilen bir inci de eşit. Bilmeyen de eşit. Kimi bilmeme had bilme işidir, kimi bilmeme had bilmezlik, bunları eşitiyle eşitleyen de yalnız O.

Güzel bir yanı için Âşığı aşağılamayan O. Âşık, yani Hak Âşığı, bir nesneye aşık değil, bu konuda son dönemde yazılanlar genellikle tüyler ürpertici. Hak aşığı, bir ayrıma varmışlığı olan, bir farketmişliği, farkındalığı olan insan. Bir hayatı, hesaplaştığı ufku, üzerine titreyip düzelttiği, eleştiriye yani düzeltilmeye açık tuttuğu duruşu olan bir insan. Adil, anlayışlı, müşfik; mazlumun yanında, zalimin karşısında; doğruyu söylemekten kaçınmayan; ölümden, kalımdan, zulümden korkmayan; zalimlere tutunmayan bir insan. Talana, yalana, eziyete, sömürüye, tepeden bakışa, hakikatsizliğe karşı çıkan insan. Yani giyindiği hırka sağlam olan insan.

Hak aşığının gücü, görüldüğünü, farkedildiğini bilmesinde. Çarmıha gerilse, yüzüne tükürülse doğrusu eğri yapılabilecek birisi değil. Dik başlı gelebilecek bir boyun eğiş, nereden baktığınıza bağlı.

Titrek sanılabilecek bir alttan alış, yufka yüreklilik var duruşunda mazluma karşı. Kendine karşı haksızlığa göğüs gerişinde kaderci, neme lazımcı sanılabilecek bir sabır söz konusu, bakamayana göre. Ve müthiş bir öfke , celâl söz konusu yavruyu çakalın ağzından alan atılışında. İsteyen istediğini görsün. Ben gül bahçelerinin toprağını elden geçiren insanı görüyorum. Yaprakla uğraşmayan. Gül kokusunu sırtı dönük de alabilen. Yüzünü çevirmeden hakikate yönelebilen.

Mevlâna "hakikât derdi olanlar bu kitabı eline alsın" der.

Hakikatsiz kim aşık olabilmiş kim bu cihanda?

8 Kasım 2007 Perşembe

Muhafazakârlık Üzerine

Muhafaza edilecek ne var? Ne kaldı? Muhafaza edeceğimiz şey o şeyin kendisi mi, bir yorumu, bir sureti, katılmadığımız bir şekillenişi mi? Yahut da, katıldığımız, zamanında sınırlanarak katıldığımız bir şekillenişi mi?

Bir kültürün içinde oluşumuzu kültürün aktarılır oluşunu, insan tekinin ömrü boyunca sorun çözümü ve gündelik hayat pragmatiği için gereken tecrübeyi asla edinemeyeceğini bilmek söylemek mi muhafazakârlık?

"Özel hayatım, yaparım ederim"ciliğin de bir yaşama tarzı, bir kültür olduğunu söylemek mi muhafazakarlık?

Bir hayat tarzı, hayat kalıpları, kurumlar, davranma kılavuzları bizi altından kalkamayacağımız kadar karmaşık sorunlarla, psikolojik ve toplumsal bir çığın altında kalmalardan koruyabiliyor. Fırtınalarda gezinme klavuzu sunabiliyor. Binlerce yılın deneyimi, sınaması, sınanmasıyla oluşmuş kurumlarla yüzyüzeyiz. Gerekçeleri, savunulma nedenleri, güncel temellendirilişleri "fonksiyonlarıyla" örtüşmeyebiliyor.

İnsanın kendi kararıyla, kendi deneyimiyle alabildiği kararlardan daha karmaşıkları insanlığın kurumlarından yola çıkarak aynı donanıma sahip olmayanlarca alınabiliyor.

Yemekten önce el yıkama tabu olarak da görülebilir, bir sağlık kuralı olarak da, ikisi de. El yıkayan mikrobiyolog olmak zorunda değil. Gerekekçeleri de eyleminin doğru açıklaması olmak zorunda değil.

İnsanlararası çatışmayı engelleyen, bir çocuğun sosyalizasyonunu kolaylaştıran, bir hastanın bakımını tereddütsüzce yapılabilir hale getiren kurallarımız var. İki toplum kuramcısının bile bir çocuğu yetiştirmede zorlanacakları yerde gelenek devreye girebiliyor, en sıradan ufuklara bile hizmetini sunabiliyor.

İki aklı başında toplum kuramcısı geleneğin sunduğunun da üzerine düşünerek yetiştirebildiklerinde kendilerini kendi yollarını çizen insanlar olarak görmeleri biraz daha kabul edilebilir. Başarıda kapıcılarını geçmelerinin garantisini veren bir sözleşme yok ellerinde. Hem hayat açık, hem de etkiler çok yönlü. Bilmek, düşünmek, bildiğini sanmak yeterli değil. Yetiştimenin sabrını bilmek dahi çoğu kez bir çıkarsamadan çok terbiye işi. Hayat tarzı işi. İçinde yaşadığı kültürle ilişki işi.

Kültür edinilir olduğu kadar, taşınılır, aktarılır bir kurum. Kamusal alan burası, özel hayat, kimselere hesap vermeyeceğim, bildiğimi okuyacağım diyemeyeceğimiz bir hayattayız, hayatlayız. Özgürlük sorumluluğun söz konusu olabildiği alanlarda tartışılabiliyor maalesef. Bunu bilen siyaset kuramcısı, toplumbilimci, felsefeci var mı? Yaptıkları hakikatsiz bir şeyse, bu hakikatsiz bilimlerin aktarılması bırakın muhafazakarlığı, tutuculuğu, ilericiliği, gericiliği, vandallık değil de ne?

Akademiye, yazına, şiire, sinemaya bakalım. Kurumların ortadan kalkmasından sonraki (aydınımızın özgürleşmesi de bu!) tahlilleri, orataya koyabildikleri, eleştirebildikleri toplumun daha örgütlü olduğu dönemlerden daha mı derin? Topluma toplumsal kurumlarla da bakabilen, kendince terketse de bir terbiyeyi, bir aktarılanı bir zamanlar almış olan kadar bakabilen aydınımız var mı?

İçinde yetiştiğimiz gelenek bir kerede tanımlanır, sınırlandırılır ve eleştirilip bir duvara asılabilir bir şey değil ki. Bir tanımla kurtulduğumuz sadece kişiliğimiz belki. O da bireyselliğimizi frenleyecek bir adım. Başkalarıyla ortak ve başkalarıyla ayrıştığımız yanlarımızın arasında bizim biz olma evimiz.

Gelenek var demek, içinde ölçüp biçtiğimiz, düşündüğümüz, reddettiğimiz ya da kabullendiğimiz dinamik, yaygın, karmakarışık bir yerleşiklik hikayesi. Anda değil, geçmişteki değil, gelecekteki belirsiz hali hiç değil.

Gelenek var demek, gelenekçilik değil! Tersine, bir kereliğine tüm zamanlar için tanımlanmış bir gelenek yok demek. Sürekli ufuk kaynaşmalarında, düşünmelerde, anlama çabalarında, zamanlarda, şurada burada oluşlarda geziniyoruz demektir. Bir insanın tüm insanlığın kurumlaşmasının tek hakimi, açıklayıcısı, sınırlandırıcısı olma şansı yoktur demektir. Sınırlı sonlu insanın, sınırsız sonsuz karşısında bile bir duruşunun olacağını düşünmektir. İnsanın hakikatin sahibi olmadığını bilmektir, insan hakikatliliği.

İnsan zamanın çocuğudur. Düşünme, anlama, eyleme, karar verme, bir yerden, bir yerleşiklikten yapılır. Bir ezberden değil.

Gelenek var vurgusu, özel hayat bir kültür ifadesidir, bir kültürdedir vurgusu vandallığı, kültürsüzlüğü, benim aktarma, alma verme sorumluluğum yok demeyi getirmez. Tersine, sorumluluğu, inceliği, karar verirliği, insiyatifi getirir. Keyfilik, "özel hayatımdır, kime ne"lerde dir.

Özel hayat basit bir ayrıntı. insanlar ne kültürlü olduklarında kültive kararlar alıyorlar, sublim'in vucutlandırılmışı oluyorlar, ne de sana ne ben bildiğimi okurum diyenler kültürü sarsabiliyorlar.

Kültür ya da kültürsüzlük dediğimiz de aynı kültürel naivite içerisinde meşrulaşan işler çoğu kez.

Gelenekten benim gibilere "muhafazakar" diyenler kaçamıyor aslında. Acı olan da bu. İlericilikleri, değiştiricilikleri tuzağın içinde peynirini saklayan farenin kıstırılmış özgürlüğünün telaşesi.

Ben muhafazakar değilim. Gelecek şekillenmemiş. Görüyorum. Sorumluluğumu da üstleniyorum. Akıntıdayım, aktığımı görüyorum, çarpacağım yerleri de. Gücüm ne kadarına yeter? Bir insanın gücü neye yeterse o kadarına.

Ben, bana aktarılmışı da okuyorum, alıyorum, kendimin ediyorum, üzerlerine düşünüyorum. Benim işim hayat. Benim işim hakikat. Akademik metinleri birbirine bağlamak, şık laflar etmek değil işim.

Ve öğrendiğimi, dersimi aktarıyorum. Benim yapamadığımı başkaları yapacak. O akıntıya düşseler de düşmeseler de. Kendi tecrübelerine ihtiyaçları olacak. Ama her belayı da ille de kendi gözleriyle görmüş olmayacaklar. Geç kalmayışları kendinden önce gelmiş insanları dinlemelerinden olacak.

Bilim de bir gelenek. İsyan da. Sendikacılık. Aile. Hatta delilik. İtiraz. Eleştiri.

Yemek içmek gelenek. Yediğini içtiğini bilmek kafası karışık diyetisyenlere bile imkansız. Bir yemek kültüründe doğmaksa ne büyük bir imkân.

Soyut'un içinde, kilimin üzerinde doğmak. Şiirle atışanların ülkesinden gelmek.

Ve reddetmek. Kendi yolumu kendim çizeceğim demek.

İmkanları değil, imkansızlıkları, yol açan kurumları değil en karanlık yanlarını beslemek, farkında olmadığına, farkında olmayışa, lafza, rüyaya değil hayalete teslim oluş.

Yalanla yaşamamayı seçtiğinde insan, kendisine ne denileceğine bakmaz. Hakikate ve hakikatine bakar.

Dünyanın hakimi değilim. bunu biliyorum. Kültürün de mühendisi değilim, reddediyorum. Bu beni özgür kılan. Geleceklerden gelecekler beğendirebilen.

İnsanların arasında yaşıyoruz. Birlikte varoluyoruz. Bir tarihte bir yerleşiklikte. Ve bir tarihle. Oluşumuzla kucaklaşıyoruz, o kadar.

Siyasi muhafazakarlık,kiltirel muhafazakarlık, ilericilik, gericilik, ihtilalcilik sığ bir modernizmin sorunsalı. İsteyen ona tabi olur da düşünür. İsteyen Düşünür.


(Ağ'da sorun çıktı, okunmamış verisyonu yükledim, hatalar var yazıda, düzeltilecek.