8 Kasım 2007 Perşembe

Muhafazakârlık Üzerine

Muhafaza edilecek ne var? Ne kaldı? Muhafaza edeceğimiz şey o şeyin kendisi mi, bir yorumu, bir sureti, katılmadığımız bir şekillenişi mi? Yahut da, katıldığımız, zamanında sınırlanarak katıldığımız bir şekillenişi mi?

Bir kültürün içinde oluşumuzu kültürün aktarılır oluşunu, insan tekinin ömrü boyunca sorun çözümü ve gündelik hayat pragmatiği için gereken tecrübeyi asla edinemeyeceğini bilmek söylemek mi muhafazakârlık?

"Özel hayatım, yaparım ederim"ciliğin de bir yaşama tarzı, bir kültür olduğunu söylemek mi muhafazakarlık?

Bir hayat tarzı, hayat kalıpları, kurumlar, davranma kılavuzları bizi altından kalkamayacağımız kadar karmaşık sorunlarla, psikolojik ve toplumsal bir çığın altında kalmalardan koruyabiliyor. Fırtınalarda gezinme klavuzu sunabiliyor. Binlerce yılın deneyimi, sınaması, sınanmasıyla oluşmuş kurumlarla yüzyüzeyiz. Gerekçeleri, savunulma nedenleri, güncel temellendirilişleri "fonksiyonlarıyla" örtüşmeyebiliyor.

İnsanın kendi kararıyla, kendi deneyimiyle alabildiği kararlardan daha karmaşıkları insanlığın kurumlarından yola çıkarak aynı donanıma sahip olmayanlarca alınabiliyor.

Yemekten önce el yıkama tabu olarak da görülebilir, bir sağlık kuralı olarak da, ikisi de. El yıkayan mikrobiyolog olmak zorunda değil. Gerekekçeleri de eyleminin doğru açıklaması olmak zorunda değil.

İnsanlararası çatışmayı engelleyen, bir çocuğun sosyalizasyonunu kolaylaştıran, bir hastanın bakımını tereddütsüzce yapılabilir hale getiren kurallarımız var. İki toplum kuramcısının bile bir çocuğu yetiştirmede zorlanacakları yerde gelenek devreye girebiliyor, en sıradan ufuklara bile hizmetini sunabiliyor.

İki aklı başında toplum kuramcısı geleneğin sunduğunun da üzerine düşünerek yetiştirebildiklerinde kendilerini kendi yollarını çizen insanlar olarak görmeleri biraz daha kabul edilebilir. Başarıda kapıcılarını geçmelerinin garantisini veren bir sözleşme yok ellerinde. Hem hayat açık, hem de etkiler çok yönlü. Bilmek, düşünmek, bildiğini sanmak yeterli değil. Yetiştimenin sabrını bilmek dahi çoğu kez bir çıkarsamadan çok terbiye işi. Hayat tarzı işi. İçinde yaşadığı kültürle ilişki işi.

Kültür edinilir olduğu kadar, taşınılır, aktarılır bir kurum. Kamusal alan burası, özel hayat, kimselere hesap vermeyeceğim, bildiğimi okuyacağım diyemeyeceğimiz bir hayattayız, hayatlayız. Özgürlük sorumluluğun söz konusu olabildiği alanlarda tartışılabiliyor maalesef. Bunu bilen siyaset kuramcısı, toplumbilimci, felsefeci var mı? Yaptıkları hakikatsiz bir şeyse, bu hakikatsiz bilimlerin aktarılması bırakın muhafazakarlığı, tutuculuğu, ilericiliği, gericiliği, vandallık değil de ne?

Akademiye, yazına, şiire, sinemaya bakalım. Kurumların ortadan kalkmasından sonraki (aydınımızın özgürleşmesi de bu!) tahlilleri, orataya koyabildikleri, eleştirebildikleri toplumun daha örgütlü olduğu dönemlerden daha mı derin? Topluma toplumsal kurumlarla da bakabilen, kendince terketse de bir terbiyeyi, bir aktarılanı bir zamanlar almış olan kadar bakabilen aydınımız var mı?

İçinde yetiştiğimiz gelenek bir kerede tanımlanır, sınırlandırılır ve eleştirilip bir duvara asılabilir bir şey değil ki. Bir tanımla kurtulduğumuz sadece kişiliğimiz belki. O da bireyselliğimizi frenleyecek bir adım. Başkalarıyla ortak ve başkalarıyla ayrıştığımız yanlarımızın arasında bizim biz olma evimiz.

Gelenek var demek, içinde ölçüp biçtiğimiz, düşündüğümüz, reddettiğimiz ya da kabullendiğimiz dinamik, yaygın, karmakarışık bir yerleşiklik hikayesi. Anda değil, geçmişteki değil, gelecekteki belirsiz hali hiç değil.

Gelenek var demek, gelenekçilik değil! Tersine, bir kereliğine tüm zamanlar için tanımlanmış bir gelenek yok demek. Sürekli ufuk kaynaşmalarında, düşünmelerde, anlama çabalarında, zamanlarda, şurada burada oluşlarda geziniyoruz demektir. Bir insanın tüm insanlığın kurumlaşmasının tek hakimi, açıklayıcısı, sınırlandırıcısı olma şansı yoktur demektir. Sınırlı sonlu insanın, sınırsız sonsuz karşısında bile bir duruşunun olacağını düşünmektir. İnsanın hakikatin sahibi olmadığını bilmektir, insan hakikatliliği.

İnsan zamanın çocuğudur. Düşünme, anlama, eyleme, karar verme, bir yerden, bir yerleşiklikten yapılır. Bir ezberden değil.

Gelenek var vurgusu, özel hayat bir kültür ifadesidir, bir kültürdedir vurgusu vandallığı, kültürsüzlüğü, benim aktarma, alma verme sorumluluğum yok demeyi getirmez. Tersine, sorumluluğu, inceliği, karar verirliği, insiyatifi getirir. Keyfilik, "özel hayatımdır, kime ne"lerde dir.

Özel hayat basit bir ayrıntı. insanlar ne kültürlü olduklarında kültive kararlar alıyorlar, sublim'in vucutlandırılmışı oluyorlar, ne de sana ne ben bildiğimi okurum diyenler kültürü sarsabiliyorlar.

Kültür ya da kültürsüzlük dediğimiz de aynı kültürel naivite içerisinde meşrulaşan işler çoğu kez.

Gelenekten benim gibilere "muhafazakar" diyenler kaçamıyor aslında. Acı olan da bu. İlericilikleri, değiştiricilikleri tuzağın içinde peynirini saklayan farenin kıstırılmış özgürlüğünün telaşesi.

Ben muhafazakar değilim. Gelecek şekillenmemiş. Görüyorum. Sorumluluğumu da üstleniyorum. Akıntıdayım, aktığımı görüyorum, çarpacağım yerleri de. Gücüm ne kadarına yeter? Bir insanın gücü neye yeterse o kadarına.

Ben, bana aktarılmışı da okuyorum, alıyorum, kendimin ediyorum, üzerlerine düşünüyorum. Benim işim hayat. Benim işim hakikat. Akademik metinleri birbirine bağlamak, şık laflar etmek değil işim.

Ve öğrendiğimi, dersimi aktarıyorum. Benim yapamadığımı başkaları yapacak. O akıntıya düşseler de düşmeseler de. Kendi tecrübelerine ihtiyaçları olacak. Ama her belayı da ille de kendi gözleriyle görmüş olmayacaklar. Geç kalmayışları kendinden önce gelmiş insanları dinlemelerinden olacak.

Bilim de bir gelenek. İsyan da. Sendikacılık. Aile. Hatta delilik. İtiraz. Eleştiri.

Yemek içmek gelenek. Yediğini içtiğini bilmek kafası karışık diyetisyenlere bile imkansız. Bir yemek kültüründe doğmaksa ne büyük bir imkân.

Soyut'un içinde, kilimin üzerinde doğmak. Şiirle atışanların ülkesinden gelmek.

Ve reddetmek. Kendi yolumu kendim çizeceğim demek.

İmkanları değil, imkansızlıkları, yol açan kurumları değil en karanlık yanlarını beslemek, farkında olmadığına, farkında olmayışa, lafza, rüyaya değil hayalete teslim oluş.

Yalanla yaşamamayı seçtiğinde insan, kendisine ne denileceğine bakmaz. Hakikate ve hakikatine bakar.

Dünyanın hakimi değilim. bunu biliyorum. Kültürün de mühendisi değilim, reddediyorum. Bu beni özgür kılan. Geleceklerden gelecekler beğendirebilen.

İnsanların arasında yaşıyoruz. Birlikte varoluyoruz. Bir tarihte bir yerleşiklikte. Ve bir tarihle. Oluşumuzla kucaklaşıyoruz, o kadar.

Siyasi muhafazakarlık,kiltirel muhafazakarlık, ilericilik, gericilik, ihtilalcilik sığ bir modernizmin sorunsalı. İsteyen ona tabi olur da düşünür. İsteyen Düşünür.


(Ağ'da sorun çıktı, okunmamış verisyonu yükledim, hatalar var yazıda, düzeltilecek.