11 Şubat 2008 Pazartesi

Aşksızlık Üzerine

Ne yaptığını sevmekte, ne de hakikatini aramakta aydınımız. Metinleri metinlere bağlamakta. Ve bunu artık batılılardan da iyi yapmakta.

Aydınımızın alışık olmadığı telif eser, düşünen insan, ufku olan aydın, yerliliği majestelerinin doğulusu olarak görmeyen selamlı sabahlı, komşulu, dostlu, hatırlı gönüllü çilekâr.

Aşkı şehvetle karıştırdığndan savunur ya da yerin dibine batırır. Canıyla, şevkle, didinerek, aşkla yazmaz, okumaz.

Hatasızlığı sterildir hastane koridorları gibi. Hataları döküp saçıcı bir vandallıktandır.

Aydınımız en son ne zaman aşkla kalktı yatağından da bir iş yaptı?

Ne zaman tarhananın kokusunu içine çekti, okuğu zor metni söktüğünde eşini şapırdatarak öptü, ya da çayırlarda, kar yığınlarında debelendi, sokak köpekleriyle beraber koştu, antidepresan alan bir kızcağızı kahkahalarla güldürdü. Olmadığı gibi görünmek zorunda olduğunu düşünen delikanlıyı teselli etti. Hayatına kazandırdı.

Açık, apaçık, mantıklı konuşanımız çok. Kimseler dönüpte bakmıyor bile. Kekeleyen, heceleyen, ama hakikati sökmeye çalışan insan muteber halkın arasında. Neden? Neden? Hakikiliği, hakikat kaygısı mı? Hakiki bir ustanın, emektarın, zenaatçının yüzhatları mı? İçtenliğin yüze vurmasından mı? Kolaya kaçmama hala bir değer olduğundan mı? İnsanların arasına bir hançer gibi saplanmadığından mı?

İnsanlar hileleri, hurdaları, dertleri, zevkleri, delilikleri, saplantıları, hassasiyetleri, gönüllülükleri, onca uyanıklığın içinde şaşırtan diğerkamlıkları ile insan. Aydın, aynı renkleri, yalpalamaları, riskleri, risk alışları, tercih durumlarında kendini unutmayı bilmiyor. İnsanların gözlerine bakmasını, kardeşçe bir kenara sıkışabilmesini bilmiyor. Bakışlarında merhamet harelenmiyor. Umutla, umutsuzlukla, çaresizlikle, aşkla bakmıyor, bakamıyor.

Düşünen insana, karmakarışık fikirlerle boğuşup alanları alanlara, dünyaları dünyalara bağlayan insana kol kanat geriyor halk. Selamını alıyor, küçük hileleri ondan uzak tutuyor.

Aydın, gerçek aydının kurdu. 12 Eylül vicdan sahiplerini zındana tıktı tıkalı, vicdanın hapisanesinden kaçmak marifet bilindi. Düşünen, üreten, binbir emekle alanını ilerleten insanlar bir yeni vicdan patlamasına kadar kenarda, köşede ayakta kalmaya çırpınıyor, aşkla.

Ne zamana kadar? Herzaman dediğim gibi, dibe vurana kadar! Çare tükenmediğinden, tevazuyu yol edindiğinden, meşgul olduğundan, şerefli olduğundan, sabra teslim olduğundan, işini gücünü doğru dürüst yapmaktan başka bir şey düşünmediğinden itilen kakılan ve bunlara takılıp kalmayan aydın, aşka gelip ayağa kalkana kadar!

Dibe vurma zamanı yakındır.

İnsanlığı bile insanlıktan nasiplenmemişler savunmakta. Evrensel bir derdi olmayanlar üniversitede. Her aklı başında insanı bu ülkede yetişmemiştir sanmaya direnen insanlara bu ülkenin dili, geleneği, bilimi emanet.

Tartışmayı insaftan koparan, karşı tarafa itiraz hakkı vermeyi kafa karışıklığı sanan aşksızlar, insafın, vefanıni ölçünün, haddini bilmenin bu ülkeyi nasıl ayağa kaldıracağını bilemezler. İnsanı bilemezler.

İnsan, yanıbaşımızda olan. Hikayelerimizde gömülü olan. Düşmanına cömert olan Ali'de olan. Ömer'in hoşgörülüşünde yazılı olan.

Tartışma, itiraz, yanlışla yaşamamaya, yaşanmamasına davet. Ne artan tiraj, ne de şan şöhret konuşmaya başlayan insanların orataya koyduğu değerin yerini alabilir.

Hakikat aşkı, hakikatin herkese açıklığının insanların ayaklarının altına serilmesi.

İşte tennurem, işte derim, ister çiğne ister üzerinde tepin, sana derisiz, insan çıplaklığıyla konuşuyorum ey insan, bunu bana nasıl yaparsın? Ve öngörüleni sana nasıl yaparım? Biz kardeşiz. Kardeştik!