21 Kasım 2006 Salı

Günaydın

Çektiğin çileye gülümse. İstilalara karşı koyarken can veren, kendi halinde insan, büyük asker dedelerine. Doğururken ölen bir büyükannene.

Sokakta annesini arayan bir kedi yavrusuna. Çöp kutusuna ulaşmaya çalışan iki haftalık köpeğe.

Çölde son mermisini de atmış, azığı suyu bitmiş ve akbabalara gülümseyen o askere. Dev gibi bir orduyu yenmiştir. Ve ülkesinin kaderi onu yalnız bırakmıştır. Bir ingiliz cerrah yaralarını dikecek, söktüğü bir avuç kurşunu kirli bir parça çadır bezine sarıp eline tutuşturacaktır. Mektuplarında ondan, esir kamplarından, futbol maçlarından, esirlerin tavuklarından, kedilerinden, ekip diktikleri bahçelerden, esir subayların yazdıkları oyunlardan, Kalkütadan karısına çocuklarına bahsedecektir.

O sabrı öğreten adamdı.

Akbabama gülümseyemediğimde, hayatıma gülümseyemiyorum. Beni bekleyen ölüme. Beni bekleyen çileye. Çöp tenekesini devirmemi bekleyen görbese.

Tenekeyi devirmiyorum. Kaynanalar kızmıyor. Sokak temiz. Mikropsuz. Simidimi boynuna geçiriyorum. Kendisiyle boğuşuyor. Yeleli, aslan gibi bir kangal olacak, velet. Simidi hep kendinden büyük bilecek.

Kediye selam veriyorum, kedi beni azarlıyor, "neredeydin her yerde aradık!". Cep telefonunda benimle konuşan kız kediye fıkırdıyor. "Ay ne tatlı şey!". Kedi ciddi. Sinirli. Kafasını çeviriyor. Uzaklaşınca biraz, yumuşak bir "güle güle insan! ihmalkar dost!". Dönüyorum, mahcupça çiçekleri kokluyor. Arıya kıç atıyor. Bir iki, üç, beş. Tehlikeli oyunlar. Arı ihtiyar. Kendi halinde. Çiçeğe ulaşmaya çalışıyor. Manevralar. Manevralar.

Dev dalgadan artakalanlarda iki serçe çimiyor. Bornoz tutmaya gidiyorum. Kafalarına minnacık havlular sarmaya.

Günaydın Türkiye.